İlk defa yayımlanan MİT arşiv belgeleriyle hazırlanan “Milli İstihbarat Teşkilatı 1876-2023” kitabının müellifi Polat Safi, modern dönem Türk istihbarat tarihini AA Analiz editörü Zeliha Eliaçık’a anlattı.
İstihbarat deyince kelime kökeninin de ele verdiği gibi haber ve bilgi toplamanın merkezde olduğu, gizli ve kapalı bir alandan bahsediyoruz. Böylesine “ketum” bir alanda çalışma yapmak zor olmadı mı?
Polat Safi: Çocuk oyuncağı bir iş değildi. Hatta istihbarat dünyasının labirentlerinde gezinmek benim için gayet zorlayıcıydı. Gerçi bir o kadar da heyecan vericiydi.
Karşılaştığım ilk engel, ülkemizde istihbarat ve türevi alanlarda eğitim veren bir sivil kuruluşun bulunmamasıydı. Bu durum, daha yolun başında, yani 2005 yılında, kendimi bir anlamda dedektif gibi hissetmeme sebep oldu. İstihbarat konusundaki tüm bilgileri tek başıma toplamak, farklı ülkelerin istihbarat servislerinin tarihlerini ve kültürlerini anlamak için yabancı kaynakları araştırmak ve yine yabancı kaynaklarla haşır neşir olarak istihbarat teorisi konusunda detaylı okumalar yapmam gerekti.
Ancak burada bir sorunla karşılaştım. Türk istihbarat tarihi, kültürü ve teorisiyle yabancı servislerin tarihi, kültürü ve teorileri arasında önemli farklılıklar vardı. Kaldı ki sınırlamalar sadece yabancı servislere ilişkin bilgilerle ilgili değildi. Araştırmalarım sırasında Türk istihbarat kültürü içinde dahi ciddi bir çeşitlilik olduğunu gördüm. Misal, emniyet, jandarma, silahlı kuvvetler ve MİT’in istihbarata bakış açıları ve istihbarat jargonları arasında farklılıklar vardı. Eğer bütüncül bir istihbarat tarihi yazacaksam bunları aşabilmem gerekiyordu.
Karşılaştığım ikinci büyük sorun da istihbarat konularının doğası gereği ortaya çıkan gizlilik ve tasnif kısıtlamaları oldu. Kamunun güvenlikçi yaklaşımı, istihbarat tarihine ilişkin kaynak malzemeye erişimi oldukça zor hale getiriyordu. Sadece Cumhuriyet dönemi değil, Osmanlı dönemi için de kaynak bulmak bir hayli zor oldu. Ama iyi bir istihbarat tarihi yazmak istiyorsanız, zorluklardan kaçma lüksünüz yok.
Neden böyle bir çalışma yapma ihtiyacı hissettiniz? Bu kitap istihbarat hakkındaki ezberleri veya büyüyü bozabilecek mi?
Aslında, benim bu kitabı yazmamın temel sebebi biraz da sözünü ettiğim dedektifliği genişletme, geliştirme arzumdan kaynaklandı. Araştırmalarım sırasında gördüm ki modern Türk istihbarat ve gayrinizami tarihini tam anlamıyla kavramamız, MİT tarihini bu büyük tabloya entegre etmeden mümkün değil. Fakat ufak bir sorun vardı: Ortada hakiki bir MİT tarihi yoktu. Ve işte karşınızda, modern Türk istihbarat tarihini bir araya getirmeye çalıştığım bu çalışma.
Aslında bir istihbarat hafızası oluşturduğunuz da söylenebilir.
Evet, aslında ben bu kitabı yazarken bir anlamda istihbarat belleğimizi yeniden yapılandırmak istedim. Son 200 yıllık tarihimizin dağınık ve yanlış zeminde kurulmuş olan istihbarat analizlerini toplayıp yeniden değerlendirdim. Bu süreçte, Türkiye’nin ciddi bir istihbarat birikimi olduğunu, bu birikimin karmaşık, çok boyutlu ve hatta bazen çıkmazlarla dolu seyirler çizdiğini gözler önüne sermek istedim. Bu çalışmayla gerçekleşmesini arzu ettiğim bir başka dilekse, Türk istihbarat tarihini dünya istihbarat tarihine dahil etmek. Evet, belki biraz iddialı gelebilir ama neden olmasın? Bir diğer deyişle, kitap birçok ezberi bozmasına rağmen, onu bu niyetle değil, esasen yeni bir tarihsel inşa meydana getirme amacıyla yazdım.
Kitapta neredeyse 200 yıllık Türk istihbarat tarihini ele alırken bir dönemleştirme yapıyorsunuz. Modern Türk İstihbarat yapısının bu dört ana dönemi hangileriydi?
Modern Türk İstihbarat tarihindeki ilk ana dönem 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra başlıyor. Bu dönem 1879-1918 arasını kapsıyor. Burada operatif yaklaşımın reaktif olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Ulusal kuşakla sınırlı olan bir istihbari etkinlik alanı bulunuyor ve gelişmekte olan güvenlik istihbaratı yetenekleri var. Gelgelelim, özerk hareket etme yetisi ve kurumsallaşma oldukça zayıf.
İkinci dönem, Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti’nin (MAH/M.E.H) kuruluşundan (1927) İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna (1945) uzanıyor. Operatif yaklaşım bakımından reaktif karaktere savunmacı bir yaklaşım eklendiği bir dönem bu. İstihbari etkinlik alanı halen ulusal kuşak. Bu sırada güvenlik istihbaratı yeteneklerine kontrespiyonaj yeteneği ekleniyor. Dış politika ve milli güvenlikle ilgili özerklik istihbarata da yansıyor ancak istihbarat operatif ve teknolojik özerkliğe kavuşamıyor. MAH’ın misyon ve stratejileri ortaya konmasına rağmen, hala ciddi kurumsallaşma sorunları olduğu gözleniyor.
Üçüncü dönem, 1955’ten 1990’a, MAH personelinin CIA’ye eğitime gitmesinden Soğuk Savaş’ın sonuna uzanıyor. Bu dönemde operatif anlamda savunmacı yaklaşım devam ediyor, fakat etkinlik alanı ulusal kuşak ötesine geçerek, komşu ülkeler ve nadiren de olsa Türkiye’nin içinde yer aldığı ancak sınır paylaşmadığı Orta Doğu ve Balkan ülkelerine taşınıyor. Güvenlik istihbaratı ve kontrespiyonaj yeteneklerinde derinleşme devam ederken, espiyonaj icra etme yeteneği geliştiriliyor ve teşkilata milli istihbarat koordinasyonu ve analiz yetenekleri kazandırılıyor.
Bu döneme MİT’in daha bağımlı hale geldiği dönem diyebilir miyiz?
Evet, bu dönemde özerklik ciddi biçimde zayıflıyor, çünkü Batı Blokuna bağımlılık artıyor. Kurumsallaşmada birçok sorun çözülse de teşkilatın neredeyse tamamen askeri emir-komuta zincirine dahil edilişi gibi önemli yeni sorunlar baş gösteriyor.
2010 yılından başlayarak günümüze kadar uzanan dönemi ise modern Türk istihbaratının dördüncü dönemi olarak adlandırabiliriz
Müsaadenizle ben istihbarata güncel yapısını da veren bu döneme yoğunlaşmak istiyorum.
Türk istihbarat yapısında özellikle 2010’dan itibaren başlayan süreç için “MİT’te modern istihbarat tarihimizdeki anlayış ve güzergahlardan keskin şekilde ayrılan yeni bir paradigmadan” bahsediyorsunuz. Hatta “Derin Devrim” diyorsunuz? Bu devrim neden bu dönemde gerçekleşebildi?
Bu önemli bir soru. Malum, Arap Baharı ile birlikte Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da tüm dengeler alt üst oldu. 2010’lara gelindiğinde Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bu coğrafyalardaki istikrarsızlık, güvenlik ve dış politika reflekslerinin ve doğal olarak da istihbarat paradigmasının gözden geçirilmesini zorunlu hale getirdi. Jeopolitiğin meydana getirdiği yeni tehditlere savunma, güvenlik ve istihbarat alanlarındaki teknolojik gelişmelerin eklenmesi, istihbaratta dönüşümü zorunlu kılan bir diğer etken oldu. Aynı süreçte, Türkiye’de savunma sanayiinin yerlilik, millilik ve otonomide ivme yakalaması da istihbarattaki dönüşümü kolaylaştırdı. Bu sırada, yurt içinde güvenlik bürokrasisiyle sivil otorite arasındaki ilişkinin daha sağlıklı işlemeye başlaması ise MİT’in yapmak istediği reformlar için görece bağımsız hareket edebileceği bir zemin oluşturdu. Bu faktörlere Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın (dönemin Başbakanı) tam desteğini alan Hakan Fidan’ın etkin liderliğinin de eklenmesiyle MİT’te modern istihbarat tarihimizdeki anlayış ve güzergahlardan keskin şekilde ayrılan yeni bir paradigma belirmeye başladı.
Bu yeni dönemi önceki dönemlerden ayıran birçok farktan bahsediyorsunuz kitabınızda. Operatif yaklaşım konusundaki fark nedir sizce?
Savunmacı yaklaşım, Türk istihbaratındaki en süreğen operatif özellik. Bu yaklaşımın yerini 2010’lardan itibaren proaktif bir tutumun almaya başladığını görüyoruz. Bu proaktif tutum ve istihbarat savaşlarında kazanılan deneyim MİT için 2019’dan itibaren stratejik düzeyde yeni bir kimlik inşasına zemin hazırladı. Bu operatif yaklaşım sayesinde MİT, özellikle dış dünyayı birçok yönden kavrayarak karar alıcılara uzun vadeli planlama ve politika geliştirmede kritik destek sağlıyor ve tehditlerle mutad biçimde mücadele ederken bu tehditlerin üzerine çıkarak fırsat alanlarına odaklanıyor. Yani artık MİT hamlelerini önceden planlayıp geleceği şekillendirecek adımlar atmaya dikkat ediyor.
Kitabınızı sadece istihbarat tarihi değil aynı zamanda Türkiye’nin siyasi tarihi gibi de okumak mümkün. Siyasi irade ile olan ilişkilerin bu dönüşümdeki rolünden bahseder misiniz? Geçmişte nasıldı, şimdi nasıl?
İstihbaratla siyasi irade arasındaki ilişkilerin dönüşümü gerçekten önemli bir konu. Aslında MAH’ın kuruluşundan beri bu ilişki sorunlardan ari değildi. Ancak özellikle 1960’lardan Soğuk Savaş’ın bitimine kadar ve hatta bazı yönlerden 2010’lara kadar MİT ile siyasi irade arasındaki ilişki son derece mesafeliydi.
Bir güvensizlik ve belirsizlik de vardı diyebilir miyiz kurumlar arasında?
Evet. Esas sorun da buydu aslında. 27 Mayıs darbesiyle MİT’in neredeyse askeri emir-komuta zinciri altına alınması hükümetlerin kuruma karşı güvensizlik duymasına yol açıyordu. MİT, Başbakanlığa mı yoksa Silahlı Kuvvetlere mi bağlıydı? Bu belirsizlik MİT’in uzun süre kamuda hamisiz kalmasına neden olmuş ve bu da teşkilatın performansını olumsuz yönde etkilemiştir. İşin ilginci, MİT’in siyasi himayeden mahrum kaldığı dönemde Silahlı Kuvvetler de teşkilata hakkıyla sahip çıkmamıştır.
Peki bu tablo ne zaman değişti?
2010’ların başında Kemalist ideolojiyi araçsallaştırma ve ulusalcı enstrümanlara başvurma yoluyla iç ve dış dengeleri belirlediği kabul edilen vesayetçi aklın geri plana çekildiği dönemde bu durum değişti. Yani güvenlik bürokrasisiyle sivil otoritenin daha sağlıklı bir zeminde ilişki kurmasıyla, MİT ile siyasi irade arasındaki ilişki de pozitif yönde değişmeye başladı.
İstihbaratta Derin Devrim’in en önemli göstergelerinden biri istihbaratın bağımsızlaşmasıydı diyebilir miyiz o halde?
Hiç kuşkusuz devletin siyasi özerklik bakımından güçlenen bağışıklığı istihbaratı da olumlu yönde etkiledi. Geldiğimiz noktada MİT, hedeflerini dış baskı ve müdahale çabalarından büyük ölçüde bağımsız şekilde tayin etmeye başladı.
Daha önce de bahsettiğim gibi Türkiye’de savunma sanayii alanındaki yerlilik, millilik ve otonominin 2010’lardan itibaren hızlanması da MİT’teki teknolojik özerkliğe önemli bir girdi sağladı ve tabiri caizse bu dönemde Türk istihbaratı yurt dışından gelecek istihbarat kredisine ihtiyaç duymayacak bir noktaya geldi. O kadar ki bu dönemde teknik istihbarat, MİT’teki tüm faaliyetleri destekleyici bir unsur olmanın yanı sıra, başlı başına çok önemli bir ana faaliyet alanı haline dönüştürüldü.
Bir diğer önemli nokta ise teşkilatın, siyasi iradenin tam desteğiyle operatif özerkliğe sahip olması. Bu durum, teşkilatta hızlı karar alma, esnek davranış modellerine sahip olma ve sorunlar karşısında yeni ve yaratıcı çözümler bulmaya zemin hazırladı. Yani MİT artık daha esnek, daha hızlı ve yaratıcı.
MİT’in dış baskı ve kendi bağlarından da kurtulmasını ve daha bağımsız bir yapıya kavuşmasını hangi alanlarda gördük ve hissettik?
Bunu aslında teşkilatın tüm faaliyetlerinde gözlemlemek mümkün ancak örnek olarak isterseniz istihbarata karşı koyma ve terörle mücadele alanındaki dönüşümlere değinebiliriz.
Gerçekten de Türkiye’nin eskiden hep istihbarat örgütlerinin daha rahat hareket ettiği ve 3. ülkelere operasyonlar yapılan bir geçiş ülkesi olarak da kullanıldığı dönemler oldu. Bu yeni dönemde yabancı istihbarat servislerine de darbe vurulduğu görülüyor. “İstihbarata Karşı Koyma” alanındaki açılımı neye bağlıyorsunuz?
Öncelikle şunu söyleyeyim: 2010-2023 döneminde MİT, tarihinde hiçbir dönem olmadığı kadar stratejik istihbarat kabiliyetlerini derinleştirdi ve katmanlaştırdı. Son yıllarda uluslararası arenada birçok başarıya imza atan istihbarata karşı koyma faaliyetlerini bu çatı altında değerlendirmek gerekir. Gelinen noktada MİT, Türkiye aleyhine faaliyet yürüten tüm servislerle başarıyla mücadele eden ve Türkiye’de üçüncü ülke operasyonlarına izin vermeyen, hayli aktif bir rolle temayüz etti. Bu aktif harekat tarzı için alanı, siyasi, operatif ve teknik özerklik açıyor. Başarıyı ise istihbarata karşı koyma alanında geliştirilen yeni metotlar ve sonlandırma yöntemleri getiriyor. Bu bağlamda, yabancı servislere taşeron olarak çalışan kriminal grupların merceğe alınması da başarı grafiğini giderek artıran etkenlerden. Son yıllarda Körfez ülkeleri, Rusya ve İran servislerine karşı yürütülen faaliyetler yanında belgesellere konu olan MOSSAD’a darbe operasyonlarını bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Kitabınızda 2021’den itibaren sayısı giderek artan “İstihbarata Karşı Koyma” operasyonlarına da yer veriyorsunuz. Burada bir istihbarat tarihçisi olarak hangi olay sizi özellikle şaşırttı ve etkiledi? Neden?
MİT’in istihbarata karşı koyma alanında çok sayıda başarılı operasyonu var. Her birinin önemi kendi bağlamında değerlendirilmeli. Yine de ben geçen sene sonunda gerçekleştirilen Neoplaz Operasyonu’nu dikkat çekici buluyorum. Bu operasyon MOSSAD’a karşı belki de dünyada son yarım asırda yürütülmüş en büyük istihbarata karşı koyma operasyonlarından biri.
Operasyon MİT birimlerinin 2022’deki çalışmaları kapsamında MOSSAD’ın internet tabanlı mobil uygulamalar üzerinden kurduğu bir çevrim içi operasyon merkezinin izine ulaşmasıyla başlıyor. Yapılan takipler neticesinde bu merkezle bağlantılı olarak Türkiye’de faaliyet gösteren çok sayıda eleman tespit ediliyor. Elemanlar, Filistinli şahıslar, kurumlar ve STK’lar yanında MOSSAD tarafından belirlenen diğer hedeflere yönelik bilgi derleme ve araştırma faaliyeti yürütüyor. Ayrıca hedefleri tehdit ediyorlar ve bazılarına yönelik itibarsızlaştırma kampanyaları yürütüyorlar. Bu şahısların bir kısmı dedektiflerden, bir kısmı da taktik iş verilen unsurlardan oluşuyor. Dedektifler biyografik bilgi toplama, canlı takip, teknik yerleşme ve siber operasyonlar yürütme gibi işlerde, taktik unsurlarsa internet sitesi kurma, para transferi, darp ve yaralama, gasp ve operasyonel hat temini gibi işlerde kullanılıyor. Ancak MİT’ten kaçamıyorlar ve Aralık 2022’de yapılan operasyon neticesinde, bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve bir kısmı yabancı uyruklu 54 kişi yakalanıyor.
Bu oldukça kompleks operasyonu MİT tamamen kendi kapasitesiyle yürütüyor. Ayrıca operasyon küresel etkiye sahip ekol bir servise karşı icra ediliyor. Dahası bir sene önce, yani 2021’de yine MOSSAD’a karşı yapılan ve Aljazeera’de belgeseli yapılan Muteni Operasyonu üzerine gerçekleştiriliyor. Bu yüzden Neoplaz Operasyonu’nun MİT’in hem kurumsal kabiliyet ve kapasitesini, hem cesaretini hem de yabancı servislerle mücadeledeki kararlılığını açık bir biçimde yansıttığını düşünüyorum.
İstihbari bağımsızlaşmanın terörle mücadelede de yeni atılımlara neden olduğunu belirtmiştiniz. Gerçekten de son dönemde terör örgütü PKK liderlerine yönelik nokta atışı hedef belirleme ve yok etme operasyonlarını daha çok duyar olduk.
Evet. Bu kapsamda tarihi olarak Türk istihbaratının en güçlü kaslarından güvenlik istihbaratının son dönemde neredeyse tamamen terörle mücadele odaklı hale getirilerek çok daha etkinleştiğini belirtmek isterim.
Sözünü ettiğiniz, terör örgütü liderlerine yönelik hedef odaklı operasyonlara gelince, bu faaliyetlere “dekapitasyon” deniyor. MİT’in 2018 Ağustos ayında ilk meyvesini aldığı bir faaliyet türü bu. PKK/KCK Yürütme konseyi Üyesi ve Murat Karayılan’ın sağ kolu olarak bilinen İsmail Özden’in MİT tarafından etkisizleştirilmesiyle terörle mücadelede ciddi bir sıçrama yaşanıyor. İnsan istihbaratı ve teknik istihbarat gibi tüm istihbari yeteneklerin birbiriyle konuşabildiği hibrit bir çalışma metodu sayesinde MİT, yaklaşık 5 senedir terör örgütü PKK ve uzantısı grupların lider ve yönetici kadrolarına yönelik hedef odaklı operasyonlar gerçekleştiriyor. Artık teşkilat tarafından neredeyse takip edilemez bir hızla icra edilen bu faaliyetlerle terör örgütünü taşıyan ana kolonların yıkılması amaçlanıyor. Ancak başarılı faaliyetlerin bir sonucu olarak söz konusu amaç da aşılarak terör örgütlerini kuşatan metafizik de yıkılıyor. Rahatlıkla söyleyebilirim ki küresel çapta ses getiren ve o çapta gıpta edilen bir başarı bu.
Peki terörle mücadelede özel faaliyetlerin rolü var mı?
Olmaz olur mu? Büyük rolü var. Ancak özel faaliyetlerle MİT, terörle mücadeleden çok daha fazlasını yapıyor. Sahadaki esnek ve devamlı müdahale gücüyle hem sahayı şekillendirmede önemli bir rol ifa ediyor, hem de gerek bölgesel gerekse küresel aktörlerle masaya oturulmasını ve çoğu örnekte masadan kazanım sağlayarak kazanılmasına ciddi katkı sağlıyor. Türkiye, belirli bölgelerde oyunu uçtan uca müdahale edebiliyorsa bunda özel faaliyetlerin rolü kritiktir.
MİT, Dışişleri ile de uyum içinde İstihbarat Diplomasisi yarattı. Bunun dış politikaya etkisi nasıl oldu?
Türkiye’nin çatışma bölgelerine olan yakınlığı ve içinde bulunduğu bölgede devlet nosyonunun giderek buharlaşması, istihbarat diplomasisi kabiliyetlerinin de ileri düzeye taşınmasını beraberinde getirdi. Bu kapsamda, Astana ve Soçi süreçlerini öne çıkan adımlara örnek olarak verebiliriz.
Ayrıca MİT’in jeostratejik okuması ve buna göre pozisyon alması da büyük bir dönüşümdü. Artık MİT, bir masa etrafında hemen hemen tüm gizli servislerle diyalog kurabilme, hatta çeşitli sahalarda karşı karşıya gelmiş servisleri bile aynı masada buluşturma kabiliyetine sahip. Bu kabiliyet onu eşine az rastlanır, etkin bir aktör haline getiriyor. MİT’in Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA ve Rus dış istihbarat servisi SVR’yi bir araya getirmesi, Rus ve Ukrayna askeri istihbarat servisleri GRU ve GUR arasında takas faaliyeti yürütmesi, Körfez ülkeleri ve Mısır ile normalleşme görüşmeleri gerçekleştirmesi bu durumun en belirgin örneklerinden.
Tüm bunlar olurken teşkilatın etkinlik alanında nasıl bir açılım görüyoruz?
MİT’in etkinlik alanı özellikle 2019’dan sonra önemli ölçüde değişti. Bu dönemde MİT, ulusal kuşaktaki faaliyetlerini terörle mücadele odaklı hale getirerek ama mücadeleyi ihmal etmeden kademeli olarak azalttı. Özellikle Irak ve Suriye’de büyük bir tecrübe kazandı. Bu tecrübeyle Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya’da yoğun ve belirleyici faaliyetler yürütür hale geldi. Hatta bu stratejik kuşakların da ötesine geçerek Afrika Boynuzu ve Sahra Altı Afrika gibi bölgelerde varlık göstermeye başladı.
MİT’in bu başarıları içerde olduğu gibi dışarıda da dikkat çekiyor kuşkusuz. Uluslararası arenada MİT’in bu dönüşümü nasıl değerlendiriliyor peki?
MİT’te hayata geçirilen istihbarat devrimi, yabancı servisler başta olmak üzere birçok otoritenin dikkatini çekti. Bu durumun, bölgede Türkiye aleyhine angajmanları olan ülkeleri pek mutlu etmediği su götürmez bir gerçek. Diğer yandan bu devrimin, teşkilatın mevcut itibarını giderek yükselttiği de açık. Toplumsal algı bakımından ise MİT’in imajının neredeyse baştan aşağı değiştiğini söyleyebilirim. Hakan Fidan döneminde MİT, baskın şekilde yurt içinde faaliyet gösteren bir teşkilat olmaktan çıkarak, diplomasi ve güvenlik kesişiminde büyük oranda yurt dışında faaliyet gösteren, başarıları küresel çapta ses getiren bir kurum haline geldi. Bu suretle MİT, uzun yıllardır yapılan, genelde istihbarat birimleri ve özelde kendisine yönelik kimisi doğru, kimisi yanlış, kimisi de komik iddialardan da arındı diyebiliriz. Bu yeni algı biçiminin hem kuruma olan güveni inanılmaz ölçüde artırdığını hem de kurumsal performansı arttırmaya hizmet ettiğini düşünüyorum.
Peki, Türk istihbaratının geleceğine bakacak olursak, istihbarattaki dönüşüm ve başarının sürdürülmesi neye bağlı?
“Derin devrim”in, yani MİT’teki dönüşümün sürdürülebilir olup olmadığı kritik bir konu. MİT son yıllarda gerek Milli Savunma Bakanlığı gerekse Dışişleri Bakanlığı ile uyumlu bir şekilde çalışıyor. MİT’in bu bakanlıkların konvansiyonel faaliyetlerini tamamlayıcı ve hatta birleştirici bir rolü olduğunu söyleyebiliriz. Bu rolün oluşmasında teşkilatın milli güvenlik ve diplomasi alanında birçok anonim ve adressiz görevi üstlenmesi etkili oluyor. Bu uyum ve tamamlayıcılığın önemli bir sinerji oluşturduğu açık. Ancak bu uyum ve tamamlayıcılığın sürdürülebilmesi için bu kurumlar arasındaki ilişkilerin kurumsallaşması gerektiğini de söylemek gerek. Yani ideal koordinasyon mekanizmaları oluşturulmalı ve bu mekanizmalar kişisel ilişkilerden bağımsız bir biçimde kurumsallaş(tırıl)malı. Bu suretle, personel değişikliği veya organizasyonel revizyon durumunda dahi uyum bozulmayacaktır. Ayrıca, MİT’teki istihbarat devrimine benzer şekilde savunma ve diplomasi alanlarında da dönüşümlerin gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde istihbarat devriminin orta vadede işlevinin zayıflayacağını öngörebiliriz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *