Paris, ilişkilerine stratejik ve ekonomik çıkarları açısından yaklaşıyor. “Şefkatli anne” ifadesi, Arap bölgesindeki en ayrıcalıklı ve derin ilişkilerden biri olarak Fransa ve Lübnan arasındaki derin stratejik ilişkiler tarihine işaret eder.
Independent Arabia’dan Tony Bouloss’un haberi
Tarih boyunca büyük devletlerin mandası altında kalmış ve halkları, mandacı devlete karşı nefret besleyen birçok ülkenin aksine Lübnan, kültürel ve duygusal olarak büyük oranda Fransa’ya bağlıydı.
Bu ilişki, Lübnan Dağı’nda Hıristiyanlar ile Dürzüler arasında meydana gelen kıyımlardan sonra Lübnan’daki Hıristiyanlar açısından büyük ölçüde gelişti.
Zira bilindiği üzere Napolyon, 1861’de Hıristiyanları korumak için Fransız güçler gönderdi ve o zaman güçlü kültürel bağlar tesis edildi.
Bu ilişki, I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra da kökleşti. Bu dönemde Fransa, Lübnan ile Suriye’ye girdi ve 1920 yılında Büyük Lübnan Devleti’ni kurdu.
Sonra 1943 yılında Lübnan’a bağımsızlığını vererek ardında Lübnanlı bileşenler için “Ulusal Pakt” adıyla bilinen bir anlaşma bıraktı.
Stratejik bir dönüşüm
Genel olarak Lübnanlılar ile Fransa, özel olarak da Hıristiyanlar arasındaki ilişki önceki aşamalar boyunca olumlu yönde ilerlemiş ve buna bir de eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile merhum Fransa Başbakanı Refik Hariri arasındaki seçkin ve istisnai ilişki eklenmişti.
Ancak mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron döneminde iş tamamen değişti.
Birçok siyasi çevre, Fransa’daki yönetimin, ilişkilerine artık stratejik ve ekonomik çıkarları açısından yaklaştığını düşünüyor.
Bu çevrelere göre mevcut yönetimin İran’a olan sevgisi onu, tarihî ve duygusal ilişkileri pahasına Lübnan’daki ekonomik çıkarlarının bir garantörü olarak Hizbullah ile yakınlaşmaya sevk ediyor.
Pragmatik bir politika
Bu bağlamda Paris İşletme Lisansüstü Çalışmalar Fakültesi’nde öğretim üyesi ve Avrupa Komisyonu Müsteşarı Muhyiddin eş-Şuheymi’ye göre Fransa’nın dış politikasındaki yaklaşımı, Lübnan’da değişerek pragmatik ve çıkarcı ilişkiler örme aşamasına geçti.
Bu aşamada Fransa, devlet ve onun istikrarının zararına da olsa yatırım payları ve ticari ortaklıklar kazanma uğrunda devlet ve kurumlar kavramıyla ilişkisinden güçlü olan tarafla ilişkiye yöneldi.
Şuheymi’ye göre Fransa artık Hıristiyanlara ve onların rolüne tutunmuyor. Onun için, bölgenin ticari sisteminin merkezindeki rolünü ve çıkarlarını garanti ettiği sürece rejim değiştirmek, anayasa ile kanunda değişiklik yapmak ve devletin şeklini Hizbullah’a uygun şekilde dönüştürmekte bir sakınca yok.
Şuheymi, Fransa’nın Süleyman Franciye’yi Lübnan cumhurbaşkanlığı için öne sürme girişimlerinin, Lübnanlıların talep ettiği ve birçok Batı ve Arap ülkesinin desteklediği reform kriterleri ve reçeteler aleyhine olarak Hizbullah ve İran ile yakınlaştığının bariz bir göstergesi olduğunu düşünüyor.
İki ateş arasında
Siyasi analist Ali Hammade, Fransa’nın “bir takımı bırakıp bir başka takım için oynamadığını” düşünmekle birlikte bazı duraklarda bir taraftan diğerine meylettiğini de belirtti.
AB’nin, askerî kanadını terör listelerine dahil ettiği Hizbullah’ın adayı olan Süleyman Franciye’nin cumhurbaşkanlığı adaylığının desteklemesi de bu duruma örnek.
Hammade’ye göre bu, Fransa’nın Lübnan’daki ekonomik çıkarlarıyla bağlantılı.
Hammade, Lübnanlıların, “Fransa’nın Hizbullah’ın istediği seçeneğe meylettiğinin ve bunun da onu, bir yanda İran ve Hizbullah seçenekleri ile diğer yanda Lübnan’ın, Hizbullah’ın diğer bileşenlere baskın gelmesine itirazı olmak üzere iki ateş arasında bıraktığının” farkında olduğunu belirtiyor.
Komisyoncu rolü
Lübnan Kuvvetleri, Özgür Yurtsever Hareket ve Ketaib Partisi gibi önde gelen Hıristiyan partileri, Fransa’nın Lübnan’a yönelik politikalarında yaşanan ve cumhurbaşkanlığı dosyasında da açıkça görülen değişimden rahatsız olduklarını gizlemiyor.
Bu partilerdeki çevreler, Fransa’nın Hizbullah adayına verdiği destekle, partinin iktidara gelmesi halinde ülke üzerindeki kontrolünün pekişeceğini düşünüyor.
Söz konusu partilerdeki çevrelere göre Fransa’nın Lübnan’a yönelik yaklaşımını değiştirmesi, Hıristiyan liderler tarafından da buna karşı bir değişikliği getiriyor.
Hıristiyan liderler, mevcut Fransız yönetimine keskin eleştiriler yönelterek onun rolünü “komisyoncu” olarak tarif etmeye başladı. Zira artık, Lübnan’da çıkar ve anlaşmalar dışında bir şey görmüyor.
Bu çıkarlar; petrol çıkarma, Beyrut limanı ve başka pek çok yatırımla ilişkili olup Lübnanlıların çıkarının aleyhine.
Bu partiler ayrıca, birçok yaklaşım konusunda aralarında anlaşmazlıklar yaşasalar da yeni gelişen bir Fransız politikası olarak gördükleri bu şeye karşı çıkma konusunda hemfikirler.
Onlara göre bu yeni politika, Hizbullah’ın adayına uluslararası meşruiyet vermek suretiyle mevcut gerçekliği kutsamaya ve yeni bir başkanlık dönemini çökertmeye çalışıyor.
Kaçınılmaz başarısızlık
Siyasi analist Alain Sarkis, Fransa’nın İran ile bir anlaşma üzerinde çalıştığını, ancak bu çabanın Süleyman Franciye’nin cumhurbaşkanlığı adaylığının bir Hıristiyan itirazına çarptığını belirtti.
Sarkis’e göre İlerici Sosyalist Parti Lideri Velid Canbolat da Franciye’nin cumhurbaşkanlığına itiraz ettiğini Fransızlara iletti.
Bu durum, onu Hıristiyan ve Dürzü bileşenlerin himayesinden mahrum bırakıyor ve dolayısıyla seçilmesi halinde pakt, yok hükmünde oluyor.
Üçlü açıklama
Ayrıca, Fransız hamlesinin içinde bulunduğu havaya vâkıf olan kaynaklar, Fransa’nın Lübnan’a yönelik gerçek tutumunu çarpıtma olarak gördükleri bu şeye karşı çıkmakla birlikte, Lübnan için adil olduğunu düşündükleri bir girişimin tartışıldığını kabul ediyor.
Bu kaynaklara göre Fransa’nın tutumlarına, tarihî sabitelerden uzaklaşma olarak bakılamaz.
Süleyman Franciye’nin cumhurbaşkanlığına gelmesi başlıklı bir çözüm ortaya koymak, bir yol haritası ve onun sağladığı güvenceler kapsamındadır. Fransa da bu güvenceleri sabitlemek için bölgesel ve uluslararası ortaklarla çalışıyor.
Söz konusu kaynaklar, Fransa için Lübnan meselesinin çözümünün, BM Genel Kurulu faaliyetleri çerçevesinde imzalanan (ve Suudi Arabistan, Fransa ve Amerika’nın yaptığı) üçlü açıklamanın çatısı altında kaldığının altını çiziyor.
Bu açıklama, 1559, 1680, 1701 ve 2650 sayılı uluslararası kararların uygulanması gerektiğine hükmediyor ve Arap mutabakatından sapmama ve politikalarına saygı gösterme çağrısında bulunuyor.
Ayrıca Taif Anlaşmasının, Lübnan meselesinin çözümüyle ilgilenen Arap ve uluslararası kriz hücresinin beşli toplantılarında güçlendirilen reform anlaşmasının yürütmeye ilişkin noktaları ve maddeleri kapsamında uygulanmasını da şart koşuyor.
Bu kaynaklar, sorumluluğu muhalif güçlerin parçalanması ve birleşik bir program üzerinde bir anlaşmaya varılamamasına yüklemekte ısrarcı.
Onlara göre geleneksel güçlerin halk desteğine dayalı bir meşruiyeti var ve varlıkları ve etkileri, demokratik seçimlerin bir sonucu.
Lübnanlı siyasi kaynaklar, Fransa’nın Lübnan’a yönelik tavrının üçlü açıklamanın ruhu ve Suudi Arabistan, Mısır, Katar, Fransa ve ABD arasında yapılan “beşli toplantıda” tartışılan pratik maddelerle örtüşmediğini düşünüyor.
Yine aynı kaynaklara göre Fransız siyasetindeki dönüm noktası, 4 Ağustos 2020’de Beyrut limanındaki patlamadan sonra ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Lübnan’ın bağımsızlığının yüzüncü yıldönümünü kutlamak üzere Beyrut’u ziyaretinin ardından geldi.
Macron o zaman ülkedeki siyasi partilerle bir araya geldi. Fransa 17 Ekim 2019 ayaklanmasının taleplerini, özellikle de meclis seçimlerinin erken yapılmasını ve istisnai yasama yetkileri ve birkaç reformla birlikte uzmanlardan oluşan bir hükümetin oluşturulmasını destekliyordu.
Daha sonra tutumu değişti ve Hizbullah başta gelmek üzere ülkedeki geleneksel güçlerin destekçilerinden biri haline geldi.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *