Anlaşılan o ki bahçe sahipleri tanrı tanımaz ya da dinsiz insanlar değillerdi. Ama ürünlerini devşirme, fakirler görmeden erkenden ürünü eve depolama arzusu ağır basmıştı. Neyse ki hatalarını anlamışlardı bahçe sahipleri. “Umarız ki Rabbimiz bunun yerine bundan daha hayırlısını verir” diyerek teslimiyetlerini artırdılar.
“Biz, vaktiyle şu bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara da belâ verdik. Hani bahçe sahipleri, (“Allah izin verirse” gibi) bir kayıt koymaksızın sabah erkenden bahçenin mahsulünü kesinlikle devşireceklerine yemin etmişlerdi.” (68/17-18)
Evvel zaman içinde, biz henüz doğmamışken bahçe sahipleri vardı, üç kardeştiler. Bahçeleri, ‘cennet’ demeyi hak edecek kadar güzeldi. Bilmiyoruz, bahçelerine ne ekmişlerdi. Vakti zamanı doldu, hasat mevsimi geldi ve sabah erkenden bahçelerine gidip mahsullerini devşirmek için yeminli cümlelerle sözleştiler. Fakat bir şeyi unuttular, en önemli şeyi. Erkenden gidelim, ürünümüzü devşirelim demişlerdi ama istisna yapmamışlardı. İstisna… “Gidelim, devşirelim” cümlesini bir ‘ama’ ile aralayacaklar, bir virgül koyacaklar, sonrasını Allah’a havale edeceklerdi. “Gidelim, devşirelim, Allah izin verirse” diyeceklerdi.
Bahçe sahipleri ürünü devşirecek olmanın verdiği heyecanla Allah’ı anmayı unutmuşlardı ama Allah unutmazdı. Bahçe sahipleri her şeyi planlamış olmanın verdiği huzurla evlerinde uykuya daldıkları sırada emir geldi ve “bir dolaşıcı” dolaştı bahçelerini. Bahçe kapkara kesildi. Sabah uyandılar bahçe sahipleri ve birbirlerine seslendiler. Erkenden gidip ürünü devşirmeyi yeniden telaffuz ettiler, maksat fakirlerden kaçırmaktı ürünü, yangından mal kaçırır gibi. Bahçeyi gördüklerinde ise büyük bir yıkıma uğradılar. Bahçelerini tanıyamadılar, yanlış yere geldiklerini bile sandılar.
Şaşkınlıkları çok sürmedi, kendi tarlalarının başında olduklarını ama üründen mahrum kaldıklarını anladılar. Yoksullardan ürün kaçırırken, kendileri yoksullaştılar. Şimdi sıra, birbirlerini itham etmeye gelmişti. Belki yaşça belki de akılca ortanca (vasat) olan ilk suçlamayı yaptı: “Rabbinizi tesbih etmeniz gerekir dememiş miydim?” hep beraber tesbih ettiler: Rabbimizi tesbih ederiz, biz zalimlermişiz! Hatta tuğyan içine girdiklerini de eklediler itiraflarına. Ama biraz geç kalmışlardı…
Anlaşılan o ki bahçe sahipleri tanrı tanımaz ya da dinsiz insanlar değillerdi. Ama ürünlerini devşirme, fakirler görmeden erkenden ürünü eve depolama arzusu ağır basmıştı. Neyse ki hatalarını anlamışlardı bahçe sahipleri. “Umarız ki Rabbimiz bunun yerine bundan daha hayırlısını verir” diyerek teslimiyetlerini artırdılar. Allah diyor ki, işte azap böyle bir şeydir, ahiret azabı ise daha büyüktür.
İnsan her şeye güç yetiren, her istediğini elde edebilen bir varlık değildir. İnsan niyet eder, bir işe yönelir ama neticeyi yaratacak olan Allah’tır. Dolayısıyla bir iş planlarken Allah’ı mutlaka anmalı, her şeyin sonuçta Allah’ın iznine bağlı olduğunu unutmamalıyız. Toplumumuzda inşallah, maşallah kelimeleriyle kayıtlanan sözleşmeleri küçümseyen kimseler, bahçe sahiplerinden ibret almayanlardır.
Hele de Allah’ın, mallarınızda hakları var buyurduğu fakir-fukaradan mal kaçırırken Allah’ı akla getirmemeyi Allah bir şekilde akla getirtmektedir. Bizler de Rabbimiz Allah’ı tesbih eder, O’nun malını O’ndan kaçırmak zulmünden yine O’na sığınırız.
(Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *