Batı güvenlik bürokrasisinin her yıl düzenli olarak toplandığı Münih’te bu yılın toplantıları sona ererken, Konferans açıkça gösterdi ki transatlantik topluluk içerisinde Amerika’nın ağırlığı ve vazgeçilmezliği Ukrayna-Rusya savaşıyla birlikte daha da pekişmiş durumdadır.
Prof. Dr. Tarık Oğuzlu / AA
Münih Güvenlik Konferansı’nın önemi nedir?
1963 senesinden beri Münih Güvenlik Konferansı, transatlantik dünyanın en önemli dış politika ve güvenlik elitlerini bir araya getiriyor. Soğuk savaşın iki kutuplu dünya düzeninde bir Alman inisiyatifi olarak oluşturulan bu konferansın kurucu felsefesi güvenlik sorunlarının çözümünde diyalog ve karşılıklı etkileşim yollarının aranması. Uluslararası siyaset ve güvenliği meşgul eden konuların tartışılmasında üst düzey katılımcıları bir araya getiren bu platform sadece transatlantik dünyanın elitlerini değil, aynı zamanda Batı dışı dünyanın önemli devlet insanı, bürokrat ve akademisyenlerini de ağırlıyor. Örneğin 2007 senesinde düzenlenen konferansta Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin’in Amerikan hegemonyasını eleştirmesi ve çok kutuplu bir dünya düzeninin kurulması gerektiğini açıkça ifade etmesi hala hafızlarda.
Münih Güvenlik Konferanslarının ana motivasyonlarını hiç kuşkusuz transatlantik dünya diye tanımladığımız Batılı uluslararası topluluğun küresel ekonomik, siyasi ve güvenlik hakimiyetini kalıcı hale getirmek; Amerikalı ve Avrupalı ortaklar arasındaki ilişkileri güçlendirmek; bu bağlamda ortaya çıkabilecek risk ve zorluklara en üst düzeyde çözümler aramak oluşturuyor.
Şu ana kadar düzenlenen konferanslarda olduğu gibi bu sene 59’uncusu düzenlenen konferansa transatlantik dünyanın her iki kanadından üst düzey katılımlar oldu. Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve Amerikan Kongresi’nden 50’ye yakın Temsilciler Meclisi üyesi ve Senatör bu sene gerçekleştirilen konferansa katılım sağladı. Avrupa cenahından ise Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrel ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg toplantıya katılarak dikkat çekici konuşmalar yaptı. Geçen sene düzenlenen konferansta olduğu gibi bu sene de Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy konferansın açılışında çevrim içi bir şekilde yer aldı.
Konferansta hangi konular ön plana çıktı?
Konferansın bu seneki en önemli gündem maddesi Ukrayna-Rusya savaşının seyri oldu. Zelenski konuşmasında, Ukrayna’nın sadece kendi toprak bütünlüğünü değil aynı zamanda Batı dünyasının üzerine oturduğu güvenlik çıkar ve normatif değerlerini de savunduğunu dile getirdi. Rusya’ya karşı verilen askeri mücadelede ülkesinin kalıcı sonuç alabilmesi için Batı’nın silah yardımını daha üst düzeylere çıkarması gerektiğini vurgulayan Zelenskiy, Batılı ülkeleri Rusya karşısında ellerini daha fazla taşın altına koymaya çağırdı. Zelenskiy’nin bu gibi üst düzey katılımlı toplantılarda gerçekleştirdiği konuşmalar, bugüne kadar uluslararası kamuoyunda Rusya karşıtı havanın oluşumunda son derece etkili oldu.
ABD Başkan Yardımcısı ve üst düzey Avrupalı siyasetçiler ülkelerinin kesinlikle Ukrayna’nın yanında yer aldığını ve devam eden savaşta Rusya’nın yenilmesinden başka bir alternatif düşünmediklerini dile getirdiler. Harris, Rusya’yı uluslararası hukuka aykırı hareket etmek ve ciddi insan hakları ihlalleri yapmakla suçladı. Rus aktörlerin uluslararası mahkemelerde yargılanması gerektiğini dile getirmesi ayrıca önemliydi. Amerika’nın Ukrayna’nın verdiği mücadeleyi sonuna kadar ve ne pahasına olursa olsun destekleyeceğini söyleyen Harris, Amerika’nın bu savaşı kendi güvenliği ve liberal dünya düzeninin geleceği adına mutlaka kazanılması gereken bir mücadele olarak gördüğünü belirtti. Diğer Avrupalı siyasilerin konuşmalarına yansıyan genel ruh hali de bu şekildeydi.
Alman ve Fransız siyasilerin Ukrayna’nın savunma kapasitesine yönelik yaptıkları yardımları her geçen gün artırdıklarını ifade etmeleri, kendilerini yeterince çaba göstermemekle itham eden eleştirilere cevap niteliğindeydi. Konferansa hakim genel ruh halini değerlendirdiğimizde, Batı dünyasının Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşı kendi güvenliği ve değerleri açısından mutlaka kazanılması gereken bir mücadele olarak gördüğünü ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Katılım gösteren neredeyse bütün Batılı liderlerin Rusya karşısında ne kadar dirençli olduklarını ve bu mücadeleyi sonuna kadar götürmeye kararlı olduklarını ispat etmeye çalıştığı söylenebilir.
Almanya Başbakanı Scholz’un, konuşmasında Almanya’nın bu süreci müttefikleriyle işbirliği içinde ve rasyonel bir mantık çerçevesinde yürütmeye çalıştığını belirtmesi de dikkat çeken noktalardan biriydi. Almanya’nın sert güç imkanlarına sahip ve bu imkanları jeopolitik bir mantık çerçevesinde kullanmaktan çekinmeyecek bir aktör gibi hareket etmesi gerektiği noktasında Scholz’un olabildiğince ihtiyatlı bir dil kullandığı da dikkatlerden kaçmadı.
Konferansta dikkati çeken bir diğer gelişme ise Çin Komünist Partisi’nin en üst düzey dış politika temsilcisi Wang Yi’nin katılımı oldu. Öyle anlaşılıyor ki, Çin dış politikasına etki eden aşırı milliyetçi ve savunmacı anlayış önümüzdeki yıllarda devam edecek. Amerika ile yaşanan balon krizi çerçevesinde Çin’in tutumuna yönelik sorulara verdiği cevaplarda Wang Yi Amerika’yı sorumsuz hareket etmek ve ilişkileri daha fazla germekte suçladı. Tayvan’ın geleceği noktasında yöneltilen bir soruya verdiği cevapta Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğunu ve günün birinde mutlaka Çin’e katılacağını ima etmesi önemliydi.
Konferansın çıktıları nelerdir?
Bu sene gerçekleştirilen konferans açıkça gösterdi ki transatlantik topluluk içerisinde Amerika’nın ağırlığı ve vazgeçilmezliği Ukrayna-Rusya savaşıyla birlikte daha da pekişmiş durumda. Amerikalı katılımcıların Rusya ve Çin karşısında verilen mücadeleleri varoluşsal tehditler olarak kavramsallaştırmaları ve bu süreçte Avrupalı müttefikleri daha fazla sorumluluk almaya teşvik etmeleri not edilmeli.
Münih Güvenlik Konferansı’nda her ne kadar transatlantik elitler Rusya karşısında yürütülmekte olan mücadelenin mutlaka kazanılması gerektiğini söyleseler de bu süreçte ne kadar ileri gidilebileceğini ifade etmekten imtina ettiler. Ukrayna savaşı bağlamında Batı’nın yapmakta olduğu askeri yardımların tam olarak neyi hedeflediği sorusu hala tam olarak cevaplanabilmiş değil. Ünlü CNN haber sunucusu Christiane Amanpour’un Almanya Başbakanı’na yönelttiği Almanya’nın stratejik amacının tam olarak ne olduğu ve Rusya karşısında ne kadar ileri gidilebileceği sorusu adeta havada kaldı. Ukrayna’nın işgalinden bu yana bir sene geçmiş durumda. Bu süreçte Batı’nın Ukrayna’ya yaptığı askeri yardımlar kademe kademe arttı. Ama herkesin kafasındaki şu soru hala cevaplanmayı bekliyor: Batı’nın gerçek amacı Ukrayna’nın kendini savunmasına yardımcı olmak mı yoksa ne zaman biteceği belli olmayan yıpratıcı bir savaş üzerinden Rusya’nın cezalandırılması ve jeopolitik anlamda Batı’yı hiçbir şekilde tehdit edemeyecek bir konuma getirilmesi mi? Bu soruya verilecek cevap muğlak kaldıkça savaşın uzaması kaçınılmaz.
[Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *