Maddeyi, eşyayı, varlığı tanımayanların, onu tanıma gayretine katlanmayanların, tanımadığı için arzın davranışlarını kestiremeyenlerin ve tedbir almayanların/alamayanların, ona hürmet göstermeyenlerin; suçu Allah’a, tabiata atması kabul edilecek bir şey değildir.
Muhsin Ganioğlu / Her Taraf
Maalesef Türkiye’nin 1950’lerde başlayan tabiata, insana, eşyaya, hukuka, her türlü insani değere aykırı, haksız kazançtan (riba) başka hiçbir şey üretmeyen 70 yıllık vahşi şehirleşme macerası, iflas ile sonuçlanmıştır.
Vahşi bir güdüyle konut, sanayileşme ve turizm için talan edilen; ovalar, kıyılar, yok edilen nehirler, kurutulan bataklıklar, doldurulan denizler, bağrı yırtılan dağlar, ormanlar ağladı bu tabiat katliamına, hukuk ağladı, garibanlar ağladı, hepsi şahit oldu bu iflasa. Biz de şahit olduk.
Aralıklarla kural hatırlatmalarını yineleyen 4 milyar 600 milyon yaşındaki dünyamız, en az 20 bin yıllık insan yerleşimine sahne olan Anadolu topraklarındaki 70 yıllık tabiat vahşetine son ihtarı da vermiştir.
Her deprem kainatın/dünyanın kendi işleyişi içerisinde anlamlı ve kurallıdır. Güneş nasıl her gün doğuyor ve bu bir afet sayılmıyorsa, yağan yağmur bir tabiat olayıysa, depremlerin oluşu da tabiatın kendi yaratılış/oluş kuralları çerçevesinde tabiidir ve kurallıdır. Unutmayalım ki; yaşanabilir dünya ancak milyonlarca yıldan beri meydana gelen depremler sayesinde oluşmuştur.
Ülkemizde 06.02.2023 tarihinde biri saat 04.17 diğeri saat 13.25’de maalesef Doğu Anadolu fay hattında veya etki alanında kurulan ve gelişen başta Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adana, Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep, Malatya, Diyarbakır, Urfa, Elazığ ve Kilis olmak üzere 12 ilde çok şiddetli, 23 ilde ise orta şiddette hissedilen 7.7 ve 7,6 şiddetinde iki dakikadan fazla süren bir deprem meydana geldi. Bu illerde olağanüstü hal ilan edildi.
Bu deprem 1939 Erzincan depreminden sonraki en büyük şiddetteki deprem olmasının yanısıra etkisi bakımından 100 yıllık tarihte benzerine rastlanmayan cinstendi. 7,5 şiddetindeki 1999 Gölcük depremi ise 17 binden fazla kişinin ölümüne ve onbinlerce kişinin yaralanmasına ve binlerce binanın yıkılmasına sebep olan bir diğer depremdi. 1999 yılından 2023 yılı şubatına kadar Düzce, Van, Elazığ, İzmir, Simav, Muğla gibi şehirlerde şiddeti 6’nın üzerinde, sayıları binleri aşan yaralı ve ölümlerin yaşandığı bir çok deprem oldu ülkemizde.
Bu depremlerden sadece bölge halkı değil ülkemizin tamamı, sosyal, psikolojik, ekonomik olarak etkilendi ve olumsuz etkileri uzun yıllar sürdü/sürecek.
Depremlerin tamamının yaşandığı şehirlerde yıkılan binaları; çoğunluk eskişehrin yakınındaki tarım alanları üzerinde, alüvyon tabakalarda, yüksek katlı, zayıf donatı ve kötü beton kalitesi olan yüksek yoğunluklu, hiçbir mimari estetik değeri olmayan, insanların kitleler halinde yaşamaya/yaşatılmaya zorlandığı binalar şeklinde tanımlayabiliriz. Bu yapı ve inşaat yaklaşımı Türkiye’nin tamamında geçerlidir desek yanılmış olmayız. Buralarda ne jeoloji ne mimari ve ne de inşaat ilimlerine yeterince önem verilmediği açıkça görülmektedir.
Maddeyi, eşyayı, varlığı tanımayanların, onu tanıma gayretine katlanmayanların, tanımadığı için arzın davranışlarını kestiremeyenlerin ve tedbir almayanların/alamayanların, ona hürmet göstermeyenlerin; suçu Allah’a, tabiata atması kabul edilecek bir şey değildir. Başımıza gelenler elimizle ettiklerimizdendir. Başta yönetenler olmak üzere hepimiz bu cürümden, bu çürümeden, bu sonuçtan sorumluyuz.
Geçmiş zamanlarda kitaplarını ve makalelerini okuduğum ve söyleşilerini dinlediğim büyük Mimar Turgut Cansever’in (1921-2009) kitaplarına tekrar göz atma gereği duydum. Mimarlar, şehir plancıları, belediye başkanları, milletvekilleri, bürokratlar, hülasa devleti yöneten herkes, Turgut Cansever’in “Kubbeyi Yere Koymamak” adlı kitabını okusunlar. Bir kere, iki kere, üç kere okusunlar. Okusunlar ki; insan nedir, şehir nedir, mesken nedir, dün ne olmuş, nasıl olmuş bugün ne haldeyiz anlasınlar. Neler yapılabilir veya yapılmalı görsünler.
Değerli Mimar, 1993 yılında İzlenim Dergisine verdiği mülakatta ve kitabının 159. sayfasına aldığı bölümde ne söylemiş bakalım:
“Evvela Türkiye’de şehirleşmenin yeni boyutunu herkesin bilmesi lazım. Bu güne kadar takip edilen politka; mevcut şehirlerin çevresine yeni bölgeler ve iş yerleri ilave ederek bir “yağ lekesi” şeklinde genişletme, şehrin merkezi alanlarını yıkarak yeniden inşa etme, yoğunlaştırma politikasıydı. Bu yaklaşım, bütün tarihi mimarlık mirasımızın yok olmasına sebep olduğu gibi, şehirlerin yakın çevresinde bulunan kıymetli tarım topraklarının yok edilmesi neticesini verdi. Gelişmenin bu şekilde devam etmesi halinde, bugünkü haliyle şehirlerimizin çevresinde bulunan tarım alanlarının büyük tahribi sözkonusu olacaktır. Ayrıca şehirlerin yıkılıp yeniden yapılması sebebiyle büyük bir israfa, büyümesi sebebiyle de şehir, inşa, yatırım ve işletme masraflarını akıl almaz boyutlara vardıracaktır.”
Yine Büyük Mimar 1991 yılında Dünya İnşaat Dergisinin 81. sayısına verdiği mülakatta; sanayileşmeyle birlikte kırsal nüfusun göç hareketleri, Osmanlıdan sonraki lonca teşkilatının lağvedilmesi sebebiyle köy evlerinin esaslı bir bakım görmemesi, o zamanki gecekonduların da eskime sebebiyle 15 yılda yıkılıp yeniden yapılması gerektiği gibi sebeplerle 2020 yılına kadar Türkiye nüfusunun 60 milyondan 90 milyona çıkacağını öngörmüş ve bugünden itibaren 60 milyon nüfusun her türlü ihtiyacını karşılayabilecek nitelikte (detayları kitapta) güzel evler yapabilirsek, Türkiye’nin bir cennet olacağını, Ortadoğu ve Akdeniz’in tekrar bir kültür ve güç merkezi haline geleceğini ve şekilde gelecek nesillerin kurtarılabileceğini belirmiştir. (Sayfa 180)
Kitabın 312. sayfasında ise, yaşanması çok muhtemel büyük depremlerin açacağı facialardan bahsetmiş ve durumun vahametini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Mimarın diğer kitaplarının okunması da son derecede ufuk açıcı olacaktır.
Kurulan şehirler insanca mı? merhamet var mı şehirlerde? Yapılan “meskenler” gerçekten insana, tabiata, kurda kuşa sükûnet veriyor mu? Kadını, çocuğu, ihtiyarı, anayı, babayı, kısaca insanı dikkate alıyor mu? Hayvana toprağa hürmetkar mı?
İhtiyaç yerine tasarruf-yatırım amaçlı aşırı talep, gayrimenkullerin, meskenlerin, işyerlerinin fiyatlarını haksız bir şekilde artırdı, haksız fiyat artışları adeta saadet zincirleri oluşturdu. Kazanılarak biriktirilen kaynaklarla değil de ülke içinden veya dışından borçlanılarak elde edilen kaynaklarla gayrimenkullerin finanse edilmesi, konut ve iş yeri fiyatlarını spekülatif olarak haksız bir şekilde artırdı ve birilerinin haksız servet biriktirmesinden başka bir işe yaramadı.
Ne olur gayrimenkul üzerinden haksız kazanç edinilmesine, ihtiyaçtan fazla gayrimenkul edinimine son verin artık. İnsanlar birikimlerini tasarruf olsun diye eve arsaya tarlaya yatırmasın. Bütün bu yaşadığımız vahşetin arkasındaki asıl temel güdü budur.
En büyük şehir, en büyük ev, en büyük alışveriş merkezi, en büyük köprü, en yüksek bina, en büyük baraj, en büyük tünel, en en en. Şehirler büyüdükçe tünel, köprü, yol avm gibi alt yapı yatırımları arttı. Bu şekilde hem yatırım bedelleri hem de şehirlerdeki işletim masrafları da arttı ve yönetilemez boyuta geldi. Çokluk krizi, çoğaltma krizi bizi yok edecek.
Şimdi artık bir araya gelip insanca konuşma ve bu sorunlara aklı selimle çözüm üretme zamanıdır. Milletimizin sağ duyusu bunları aşacaktır İnşallah.
Bugünki toprak mülkiyet rejiminden vaz geçilmelidir. Üzerine inşaat yapılacak bütün arsalar Devlet tarafından oluşturmalı ve bu arsaların 70 yıllığına kullanım hakkı; konut, ticaret, sanayi ve turizm için verilmelidir. Bu yapılamayacaksa en azından arsa üretimi varsa hazine arazileri üzerinde, yoksa kamulaştırarak yine devlet tarafından yapılmalı ve sadece ihtiyaç sahiplerine konut, sanayi amaçlı verilmelidir. Bu işlemlerde asla kişilerin gayrimenkul üzerinden tasarruf-yatırım yapmasına fırsat verilmemelidir. Konut üzerindeki spekülatif para/haksız kazanç elde etme isteği sınırlandırılamazsa/yönetilemezse Ülkemiz diğer alanlardaki üretim için de asla sermaye birikimi oluşturamayacaktır.
Yıllardır ihmal edilen Türkiye’nin doğusundan batıya, güneyden kuzeye, limanlardan Ülkemizin en uç yerine kadar hızlı ve ucuz yük nakli için çift hat demir yolu alt yapılarının yapılması ve geliştirilmesi, tarım alanları ve su kaynaklarını muhafaza ederek dengeli şehirleşmenin bu demir yolu hatları üzerinde sanayileşmeyle birlikte organize edilmesi ve bu amaçla en az 25 yıllık makro planlar yapılması ve planların anayasal güvenceye alınarak yeni bir dengeli şehirleşme anlayışı ile ülkenin adeta yeniden inşa edilmesi gerekir. Buna hazır mıyız?
Ankara 12.02.2023
Muhsin Ganioğlu
1 Comment
Ergün Aslan
19 Şubat 2023, 23:09Allah razı olsun.. Kaliteli bir bakış açısı..
REPLY