Filistin’in hala dünya barışının anahtarı olduğunu belirten Prof. Dr. Zekeriya Kurşun’a göre Trump 15 ay süren vahşetin sonuçlarını gözlemlemiş ve tıpkı ilk başkanlığı döneminde yaptığı gibi bu sefer daha çirkin bir dayatmayla sahneye çıkmıştır.
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze söyleminin altında yatan sebepleri ve Arap ülkelerinin bu konudaki duruşlarını şöyle değerlendiriyor:
***
Gazze’de 7 Ekim 2023’ten beri yaşananlar, İsrail’in sınır tanımaz tutumu ve insanlık dışı eylemleriyle 50 binden fazla insanın hayatına mal olan hadiselerin uluslararası siyasette ele alınışı Filistin sorununu adeta bir İsrail-Hamas çekişmesine indirgedi. Yapılan değerlendirmeler ve nihayet ortaya atılan öneriler hep bu izlenimi veriyor. Oysa, Aksa Tufanı ve sonrasındaki gelişmeler meselenin kendisi değil, belki bir asrın ama özellikle son 77 yılın sonucudur. Başka bir ifadeyle bugün gözlemlediklerimiz İsrail-Hamas çatışması değil, bir asırdır çözüm bekleyen Filistin meselesidir.
Filistin meselesine tarihi bir bakış
1919 Paris Anlaşması’nı modern uluslararası toplumun oluşma süreci olarak kabul edersek daha o günden beri sürekli ötelenen ve üstelik gerçek muhataplarına sorulmadan kulislerde karar verilerek bugüne taşınan Filistin meselesi her ne kadar Arap ve İslam dünyasını yormuş ve psikolojik bir travmaya dönüşmüşse de terk edilmiş bir sorun değildir. Aksine 2. Dünya Savaşı’na kadar gelişme sürecinde olan uluslararası toplum, Arap toplumunu yok saymış, hatta aldığı kararlarla zaman zaman aleyhinde durarak büyük bir güven bunalımı oluşturmuştur. Bunu gözlemleyen Arap toplumları ve bağımsızlık sürecini tamamlayan Arap devletleri, Filistin meselesini özellikle Birleşmiş Milletlerin (BM) Filistin’i “taksim” planı ve akabinde İsrail’in kuruluşu sonrasında kendi aralarında bir konsolidasyon aracı olarak kullanmışlardır. Başka bir ifadeyle Filistin meselesi Arap devletlerin hem İsrail karşısında hem de uluslararası toplum karşısında tutundukları en önemli argüman olmuştur. Buna karşılık uluslararası sistem her seferinde Arap dünyasını yanıltmış ve Filistin’in İsrail lehine satın alınabileceği düşüncesine kapılmıştır.
1949’daki Arap-İsrail barışından Abraham Anlaşmalarına kadar bu konuda yapılan her düzenleme İsrail’in lehine, Filistin’in aleyhinde ama daha da önemlisi Arap toplumlarını ve devletlerini küçümseyen bir tavırla gerçekleşmiştir. Evet, dünya şartları ve uluslararası toplumun Arap dünyasına dayatmaları meselenin çözümünde tereddütler oluşturmuştur. Özellikle alınan yenilgiler ve aldanmalar büyük bir umutsuzluk meydan getirmiş, Abraham Anlaşmalarında olduğu gibi bazı Arap devletlerini İsrail ile normalleşme eşiğine taşımıştır. Ortaya çıkan senaryolar başta ABD olmak üzere İsrail ve hamilerini umutlandırmış, hatta artık sona gelindiğini düşünmeye başlamışlardır. Günümüze en yakın 1991 Madrid Konferansı ve 1993 Oslo Anlaşması sonucunda gündeme gelen iki devletli çözüm ekseninde barış fikri bile rafa kaldırılmıştır. Oslo Anlaşması çerçevesinde Filistin önce bölgesel yönetim olarak tanınmıştır. Daha sonra bu yönetimin İsrail devletini tanıması sağlanmış ve yönetim zaman içinde İsrail’in uydusuna dönüştürülerek etkisizleştirilmiştir. Gazze, bu süreçte terbiye edilemeyen ve bu sürece dahil olmayan yegane yer olmuştur. Nitekim, Aksa Tufanı da sürpriz bir şekilde Gazze’de başlayarak Filistin meselesini yeni bir aşamaya taşımıştır.
Trump, Gazze’nin yenilmesini istiyor
İsrail 7 Ekim itibarıyla Gazze’de tarihinde hiç olmadığı kadar gaddar davranırken başta ABD olmak üzere Batılı kurulu düzenler de İsrail’e bugüne kadar verdikleri desteklerini zirveye taşıyıp 15 ay boyunca müşterek bir katliama ve soykırıma sebep olmuşlardır. Bu vahşi süreçten Filistin lehine 3 önemli sonuç doğmuştur. Birincisi, kamu vicdanı Batı’daki müesses nizamların aksine Filistinlilerin lehine dönmüş ve İsrail’in dünya barışını tehdit eden bir çıbanbaşı olduğu fikri yaygınlaşmıştır. İkincisi, Arap toplumları bütün vahşet ve katliama rağmen gördükleriyle ilk defa bir zafer duygusu yaşayarak gözlerinde büyütülen İsrail’in aslında o derece büyük olmadığını anlamışlardır. Son olarak, bugüne kadar bu konuda uluslararası toplumun dayatmaları ve düzenlemelerinin aldatmacadan ibaret olduğu ve güven vermediği bütün dünya tarafından bir kere daha itiraf edilmiştir.
ABD Başkanı Donald Trump da bu durumu gözlemlemiş ve tıpkı ilk başkanlığı döneminde yaptığı gibi bu sefer daha çirkin bir dayatmayla sahneye çıkmıştır. Esasında Trump’ın ortaya attığı düşünce yine bir soykırım biçimidir ve bütün uluslararası normlara aykırıdır. Başkasının toprağını başkasına vadeden ahlaksız Balfour Deklarasyonu’nda olduğu gibi bir kumarbaz kimliğiyle başkasının toprağı satılığa çıkarılmıştır. Aslında bu proje 1948’den beri ABD’nin sıkı sıkıya bağlı olduğu İsrail’in güvenliği siyasetinin cilalanmış şeklinden başka bir şey değildir ve dünya kamuoyu tarafından da kabul edilemez.
Trump’ın sadece Gazzelileri ve Filistinlileri değil, dünya kamu vicdanını hesaba katmadan ve hiçbir sorumluluk duymadan ortaya attığı projenin uygulanabilirliği var mıdır? İnsanı ve asıl mülk sahibini yok sayan bu proje uygulansa bile kalıcı olması mümkün müdür? Bu proje bölge güvenliğini nasıl etkileyecektir? Proje üzerine yöneltilen bu tip sorular ise cevapsızdır.
Arap devletleri Trump’ın Gazze planından nasıl etkilenir?
Her şeyden önce bir asırdır Filistin meselesi konusunda psikolojik eziklik duyan ve sürekli yenilgiye maruz kalan Arap toplumlarının ilk defa İsrail’in çaresizliğini yani bir nevi zaferi tattıktan sonra Trump’ın planını kabul etmeleri mümkün görünmüyor. ABD ile olan çeşitli karşılıklı bağımlılık anlaşmaları ve ilişkileri yüzünden bu yaklaşıma sempatiyle bakan bazı Arap devletleri olması muhtemeldir ancak onları bekleyen sonuçları da hesap ettiklerinde ikna edilmelerinin mümkün olmayacağı apaçıktır.
Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün konunun birinci derecede muhataplarıdır. Her üç ülkenin kendi şartları da böyle bir projeyi kabul etmeye uygun değildir. Bu minvalde, bu üç ülke daha ilk günden itibaren karşı duruşlarını ortaya koymuşlardır. Filistin meselesinde en çok aldatılan ve zarar gören Mısır bu proje ile yeni bir tuzağa düşmek istemeyecektir. Zaten Gazzelilerin iskan edilmesi düşünülen Sina’da birçok problem ile boğuşan Mısır yeni bir iskanla problemlerin daha da tırmanacağını düşünüyor. Üstelik bu fikri benimsemesi halinde Mısır’ın tıpkı 1978 Camp David Anlaşması sonrası uğradığı gibi izole edilme ve boykota uğrama ihtimali vardır. Nitekim söz konusu anlaşmadan sonra elde ettikleriyle kaybettiklerini mukayese ettiğinde zararda olduğunun bilincindedir.
İkinci muhatap geniş toprakları olan Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan son zamanlarda yeni bir kuruluş aşamasındadır. Bu noktada, Riyad’ın ulus devlet olarak kendini yeniden kurgularken böyle bir projeyi kabul etmesi, sistemini ve rejimini de yeniden kurgulamasını gerektirecektir. Bu da imkansızdır. Üstelik Suudi Arabistan bölgesel bir güç olma iddiası sürdürüyor ki bu projeye onay vermesi bütün prestijini aşağıya çekecektir.
Ürdün ise Trump’ın planının son muhatabıdır. İsrail’in kuruluşundan beri adeta İsrail’in sınır bekçiliğine mahkum edilen Ürdün’ün fiziki olarak yeni iskan alanları açma imkanı olmadığı gibi; durumu kabul etmesi halinde Ürdün Haşimi Devleti diye bir sistemin de kalmayacağı bilincindedir.
Sonuç olarak, Trump’ın ortaya attığı bu proje uygulanabilir bir projeden ziyade dünya kamuoyu önünde yıpranan ve soykırımcı olarak tescillenen İsrail’e psikolojik bir destek veya üstünlük sağlama arayışından başka bir şey değildir. Üzerinde ısrar edilmesi halinde oldukça kırılgan hale gelen uluslararası toplum, doğurabileceği tehditleri kaldırabilecek güçte değildir. Diğer taraftan bu mesele Gazzeliler ve bölge ülkeleri için de dış dayatmalara tahammülü olmayan yeni bir sürece girmiştir. Unutulmamalıdır ki Filistin hala dünya barışının anahtarıdır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *