Tarihin seyri boyunca İslâm ile öteki sistemler ve hak ile batıl arasındaki savaş asla Allah’ın gerçekte kainatın işlerini yürüten, onun doğa kanunlarını tesis eden rab olduğu üzerinde cereyan etmemiştir. Savaş, insanoğlunun rabbinin kim olduğu, bu yasaları kimin yaptığı, işleri kimin yürüttüğü ve itaatin kime edilmesi üzerinde cereyan etmiştir.
Seyyid Kutub / Fi Zilali’l Kur’an
Bugün Allah’ın birliğine inandıklarını ve ona boyun eğdiklerini söyleyen birçok kimse tarafından putperestliğin farklı formlarının icra edildiğini görüyoruz. Bu pratikler Kur’an ayetlerinde betimlenen ‘paganlığın aşamalarını’ görmemizde önemli örnekler olarak karşımıza çıkıyor. Bugün, insanlar ‘kavim’, ‘vatan’, ‘halk’ veya diğer isimlerle isimlendirdikleri hayalet putları birer Rab olarak müşerref kılıyorlar. Bunlar, eskilerin put olarak taptıkları saçma şekillerin bugün şekillerinden arındırılmış hallerinden başkası değildir. Aynı eskilerin ittiba edildikleri gibi bugünkü tanrılar da aynı şekilde Allah’ın özelliklerinden bir kısmı kendilerine atfedilmek suretiyle kendilerine ittiba edilen ve çocukların da kendilerine ittiba edilmesinin öğretildiği modern putlardır.
Bugün bu putlara tıpkı eski putlara tapınaklarda kurbanlar sunulduğu gibi, çeşitli formlarda kurbanlar sunulmaktadır. İnsanlar Allah’ın kendi rableri olduğunu kabul ediyorlar, bu doğru. Ancak daha sonra onun emirlerini ve yasalarını terk ediyorlar, kendi putlarının ve ilahlarının ileri sürdüğü emir ve gereklilikleri ise kutsal sayıyorlar. Bunun uygulanmasına gelince, Allah’ın kanunlarına başkaldırılıyor ve hatta bunlar topyekun göz ardı ediliyor. Eğer cahiliye toplumunun bu son dönem uygulamaları bile putperestlik sayılmıyor ise putperestlik artık nedir? Putlar daha nasıl ilah edinilir? İnsanların evlatları artık daha nasıl kurban edilir? Hiç şüphesiz eski paganizm Allah’a karşı daha nazikti. Onlar çocuklarını, hasatlarını, meyvelerini ve kurbanlarını bazı putlara sunarlardı ki Allah’a daha yakın olsunlar. Bugünkü cahiliye ise kendi putlarının emirlerini Allah’ın emirlerinden daha üstün bir noktada tutuyor. Hiç şüphe yok ki modern putperestlik Allah’ın emirlerini toptan reddetmektedir.
Eğer paganlığı ve putperestliği, putlara ve heykellere sahip olma, onlara rabmişçesine ibadet etme, onlara yönelip dua ve ibadet etme, onlardan istianede bulunma gibi eski ahmakça paganlık formuna indirgersek, sadece kendimizi kandırmış oluruz. Şimdiki toplumda yalnızca, paganizmin ve paganizmin tanrılarının şekli ve formu değişti. Bununla beraber ibadet ritüelleri daha karmaşık hale getirildi, farklı başlıklar altında sunulmaya başlandı. Tüm bunların gerisinde ise paganlığın özü değişmeden sabit kaldı. Bu gerçeği asla gözden kaçırmamalıyız.
Allah subhanehu, insanoğlunun ahlakı ve iffeti korumasını, münasip şekilde giyinmesini ve kıymetli bir hayat sürmesini açıkça emreder. Ancak ‘vatan’ veya ‘üretkenlik’ ise, kadınların kendi güzelliklerini ifşa ederek dışarı çıkmalarını, makyajlara bürünmelerini ve pagan Japonya’da bir zamanlar geyşaların yaptığından farklı olmayarak otellerde hostesler olarak çalışmalarını emreder. Bu insanlar hangi ilahın emirlerini takip ediyorlar? Onlar Allah’ın emirleri doğrultusunda mı hareket ediyorlar? Yoksa uydurma tanrılarını mı takip ediyorlar?
Allah subhanehu ve teala insanlara akide çerçevesinde bir araya gelmelerini ve bu şekilde bir toplum oluşturmalarını emrediyor. Ancak ‘milliyetçilik’ ve ‘vatan’ ise akide bağının tamamen erozyona uğratılmasını ve bunun yerini ırk ve ulusun almasını emrediyor. Şimdi insanlar Allah’ın istediği doğrultuda mı hareket edecekler yoksa ona şirk koştukları bu tanrıları mı memnun edecekler? Aynı şekilde Allah kendi hükmünün uygulanmasını istemektedir ancak tek bir insan veya bir grup insan ise bu isteği reddedip yasama ve yürütme yetkisini kendilerinde görmekte ve insanları bu yasalara uymaya zorlamaktadır. Şimdi insanlar hangi emirleri takip etmelidir? Allah’ın kanunlarını mı yoksa onların sahte ilahlarının kanunlarını mı?
Tüm bunlar bugün faaliyet gösteren tümel dünya düzeninin örneklerinden başkası değildir. Bu örnekler yayılmakta olan paganizmin ve eski pagan dünyasında tapınılan heykel ve putların yerini almış modern putların hakiki doğasını gösteren örneklerdir. Bizler, pratiklerin ve biçimlerin değişiminin, bizleri putperestliğin ve cahiliyenin hakiki doğasını görmekten alıkoymasına asla izin vermemeliyiz. Kur’an, paganizmin eski saf formunu ve açık cahilliği savunanlara itiraz eder. Kur’an onların akıllarına hitap ediyor ki onlar uyudukları uykudan gerçekliğe uyanabilsinler. Allah bu çeşit paganlık hakkında yorum yapar ve paganlığın insanlığı nasıl yozlaştırdığını anlatır. Allah subhanehu ve teala der ki:
‘Onlar, kendileri de yaratılmış olup hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları Allah’a ortak mı koşuyorlar? Oysa bu varlıkların ne onlara tapanlara yardımı dokunur ne de kendi kendilerine yardımcı olabilirler.’ (Araf, 191-192)
İbadet edilmeyi hak eden yalnızca ve yalnızca yaratandır, Allah’tır. Onların Allah’a şirk koştukları ise hiçbir şey yaratamazlar. Hiç şüphe yok ki onların kendileri yaratılmıştır. Öyleyse onlar nasıl olur da ilah seviyesine çıkartılabilirler? Nasıl olur da onlar bu putlara kendilerini ve evlatlarını adayabilirler? Güç ve otorite uluhiyetin en önde gelen sıfatlarından birisidir. İbadet edilmeyi hak eden ise yalnızca kullarını destekleyebilen ve onların kendi gücüyle koruyan Allah’tan başkası değildir. Onların iddia ettikleri tüm ilahları ise güçsüz, kudretsiz ve otoriteden yoksundur. Onlar kendilerine dahi yardım edemiyorken kendilerine ibadet edenlere nasıl yardım edebilirler? Onlar nasıl Allah’ın ortakları olarak davranılmayı hak edebilirler?
Yeni cahiliye
Eğer insan zihnine bu var olan hakikati değerlendirme seçeneği verilmiş olsaydı o asla bunu kabul etmezdi. Ancak insanlığı cahiliyeye döndüren, onların Allah’a ortak koşulanların kendilerinin yaratılmış olduklarını, bir şey yaratamayacaklarını, onlara yardım edemeyeceklerini ve kendilerine dahi yardım edemeyeceklerini söyleyen Kur’an’ın nüzulünden 14 asır sonra cahiliyenin yeni formunu uygulamaya sokmaya iten ancak insanın hevasıdır.
Bundan dolayı insanlık bugün eskiden durduğu pozisyona yeniden geçmiştir ve yeniden Kur’an tarafından hitap edilmeye muhtaçtır. İnsanlık bugünkü haliyle yeni cahiliyeden kurtarılmaya ve İslâm ile yeniden tanıştırılmaya muhtaçtır. İnsanlık bugün onu karanlıktan aydınlığa çıkartacak, kalbini ve aklını yeni putperestlik ve paganlıktan kurtaracak birine muhtaçtır. İslâm dini bunu ilk seferinde yapmayı başardı ve insanlığı şimdi içine tamamen batmış olduğu budalalıktan yeniden kurtarmaya muktedirdir.
Şirk, Allah’tan başka ilah olmadığını belirten ‘la ilahe illallah’ın zıddıdır. Hayatın hiçbir meselesinde Allah’ın buyruğuna dayanmayan ve hiçbir konuda Allah’ın dininin emirlerini benimsemeyen her sistem ve her vaziyet şirk halidir. Şirkin ortaya çıkabilmesi ve gerçek anlamıyla tebarüz edebilmesi için kulun hayatının birçok konularında Allah’ın dinine bağlı olup da bazı konularında Allah’tan başkalarının emirlerine bağlı olması kafidir. İbadet ve ameller ise kulluğun birçok çeşidinden sadece birisidir. Bugün beşeriyetin günlük hayatında karşılaştığımız örnekler en derin yönleriyle bize şirkin mahiyeti ile ilgili kapsamlı bilgiler vermektedir.
Tek, bir Allah olarak Allah’tan başkasını tanımadığını söyleyip de abdest, namaz, oruç ve hac gibi dinin emirlerini yerine getirdiği halde; siyasi, içtimai ve iktisadi konularda Allah’tan başkasının koyduğu hükümlere bağlananlar; değer ölçülerinde ve hükümlerinde Allah yapısı olmayan düşünceleri ve fikirleri benimseyenler; geleneği, ahlakı, adet ve alışkanlıkları itibarıyla, giyindiği kıyafeti ve elbiseleriyle birtakım insanları ilah edinircesine onları icra ettikleri kılık ve kıyafetlere girip, modalarına uyan ve Allah’ın şeriatının yasakladığı şekillere bürünenler…
Evet bunlar şirkin âlâsını işlemektedirler. Bütün gerçekleriyle birlikte söyledikleri ‘şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadet edilmeyi hak eden ilah yoktur’ anlamındaki kelime-i şehadetin zıddını yapmaktadırlar. İşte günümüzdeki insanların çoğunun yanıldığı noktalardan birisi budur. Hiç aldırmaksızın bu söylenenleri yapıyorlar ve yaptıkları şeylerin de bir nevi şirk olduğunu, eski müşriklerin yaptıkları şeylerden farklı olmadığını bilmiyorlar.
Put… Hiçbir zaman o ilkel ve basit şeklinde olmaz. Dikilen heykeller biçiminde olması şart değildir. Put, putlaşmak isteyenlerin arkasına gizlendikleri birer işaret ve alametten başka bir şey değildir. Onlar insanları kendilerine kul köle yapmak için, o dikili putların arkasına sığınırlar ve onun gerisinden kendi buyruklarını rahatça yürütürler. Hiçbir zaman bir putun konuştuğu, duyduğu ve gördüğü görülmemiştir. Ancak putların arkasına gizlenmiş olan rahipler ve mabet bekçileri mırıldanarak etrafında onun adına dualar okur ve bereketler dağıtan muskalar asarlar. Sonra da kitleleri ezmek için ve kölesi, kulu haline getirmek istediği kimseler adına o putları konuştururlar.
Herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda idarecilerin ve kahinlerin adına konuştukları ve Allah’ın izni, müsaadesi olmaksızın hükümler koydukları ve vazettikleri, hareket ve işlemler yaptıkları şeyler ortaya sürülecek olursa… İşte bu ortaya sürülen şey tabiatı, mahiyeti ve vazifesi itibarıyla putun ta kendisidir.
Modern putlar
Bir yerde bunlar sembol olarak ‘ırkçılığı’ mı seçiyorlar? Bir yerde sembol olarak ‘vatanı’ mı çıkarmak istiyorlar? ‘Halkı’ mı kendilerine bayrak olarak yapmak istiyorlar veya bir ‘sınıfı’ mı kendilerine işaret olarak yükseltiyorlar? Sonra da insanlardan bu yükseltilen sembollere, şiarlara, işaretlere ve bayraklara Allah’ı bırakıp kulluk etmelerini mi istiyorlar? Halkın bu kaldırılan alametler uğruna fedakarlığa katlanmasını mı istiyorlar, malını, mülkünü, ahlakını, ırz ve namusunu bu uğurda harcamasını mı diliyorlar? Ve her ne zaman bu işaretlerin, alametlerin ve sembollerin isteğiyle Allah’ın kanunları ve şeriatı çatışacak olsa, hep Allah’ın şeriatını onların isteğine göre yontarak şekil vermek mi istiyorlar? Ve Allah’ın emirlerini bırakıp da o armaların, işaretlerin veya daha doğrusu bu putların, o putların arkasına saklanmış olanların istek ve emirlerini mi yerine getiriyorlar? İşte orada putçuluk, paganlık vardır. Yoksa putun mutlaka bir ağaçtan dikilmiş veya bir taştan yontulmuş olması zaruri değildir. Put, bir sistem olabilir, bir sancak olabilir, bir ekol olabilir.
Hem İslâm sadece ağaçtan ve taştan yontulmuş putları yıkmak için gelmemiştir ki. Bunca gelmiş geçmiş peygamberler silsilesi sadece bu putları yıkmak için uğraşmamışlardır ki. İslâm hareketi tarih boyunca yalnızca ağaçtan dikilmiş veya taştan oyulmuş putları yıkmak için bunca fedakarlıkları yapmamış, bunca acı ve ıstıraplara katlanmamıştır ki.
(…)
Allah’ın dini bütün bunların iddia ettikleri gibi zayıf ve basit değildir. Şurası muhakkak ki Allah’ın dini, hayatın en küçük meselelerine, bütün teferruatına kadar şamil olan tam ve mükemmel bir hayat nizamı, doktrinidir. Esas ve temelleri bir yana hayatın en ufak meselesinde dahi yalnız ve yalnız Allah’ın buyruklarına uymaktır. Ve Allah’ın başkasını kabul etmediği yegane din, İslâm dini budur.
Şirk yalnızca Allah’tan başka ilahlar olmadığını kabullenmekle bitmez, Allah’tan başka hüküm koyan rablerin bulunmadığını kabullenmek de gerekir.
Puta tapıcılık sadece dikilen bir ağaca veya yontulan bir taşa tapınmak değildir. Ondan daha fazlasıyla kaldırılan bayraklar, flamalar, işaretler ve bunların arkasına gizlenen güçler, nüfuzlar ve isteklerdir.
Ve işte buna göre, baksın herkes kendi yurdunda en yüce hüküm ve makam kimin elindedir. Bütünü bütününe kimin dinine bağlanmışlardır? Kimin emrine uymaktadırlar? Şayet bu konuların hepsinde hakimiyet ve emir Allah’a ait ise işte onlar katıksız olarak Allah’ın dinindedirler. Şayet bu hakimiyet ve emir Allah’tan başkasına ait ise onlar Allah’ın dininde değil hakim olan putların ve tağutların dinindedirler. Allah cümlemizi muhafaza buyursun.
İşte bu, uyarılsınlar, yalnız ve yalnız tek bir ilah bulunduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir.
İslâm şeriatı ve akidesi, bir insanın İslam üzere mi yoksa şirk üzere mi olduğunu anlamak konusunda esastır. Hiç şüphe yok ki bu anlamda, şeriat akidenin bir parçasıdır yahut akidenin kendisidir, nitekim o akidenin tatbikine işaret eder. Bu esasi hakikat, birçok Kur’ani nasta açıkça ifade edilmiş ve Kur’an menhecinde de sunulmuştur. İslâm dinine müntesip olanların aklındaki akide kavramı yıllar ve asırlar geçtikçe bu noktadan sapma göstermiştir. Bu amaç uğruna çokça habis araç ve metod kullanılagelmiştir. Sonuç ise, dini reddedenler veya onlara karşı çıkanlar bir tarafa, dine gerçekten azimle sarılanların çoğunda, yasamanın imandan farklı olduğu düşüncesinin hasıl olmasıdır.
Bundan dolayı onların kalpleri imana ısındığı kadar yasalara ısınmamıştır. Aynı şekilde onlar imanın bir kısmının veya ibadetin bir kısmının iptal edilmesini imandan çıkmak olarak saydıkları gibi yasamanın iptal edilmesinin veya eksiltilmesinin imandan çıkma vesilesi olduğunu kabul etmez hale gelmişlerdir. İslâm dini ise yasama, ibadet ve iman arasında hiçbir ayrımı kabul etmemektedir. Bizim bugün gördüklerimiz, uzun müddetler boyunca iyi eğitilmiş bazı güçlerin etkisiyle tedrici bir ayrılmadır. Onların asıl amacı, dinin en ateşli taraftarlarının zihninde bile yasa yapma konusunun giderek zayıflatılması suretiyle yavaş yavaş kaybolmasıdır.
(…)
Putperestleri pagan olarak adlandırıp da, aynı sıfatı yasamayı bir baskıcı yönetimden alan yahut putperestliğin paganlar için kullanılabileceğini ancak teşri kaynağını vahiy dışından alan inançlar için kullanılamayacağını iddia edenler, ya Kur’an’ı okumamışlardır yahut İslâm’ın doğasını anlamamışlardır. Onların Kur’an’ı nazil olunduğu şekliyle okumaları ve Allah’ın ‘onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz.’ (En’am 121) ayetini ciddiye almaları icap eder.
Hakimiyetin Allah’a ait olması
İslâm’ın var olabilmesi için egemenliğin ve hakimiyetin yalnızca Allah’a ait olması gerekir. Eğer bu temel prensip pratikte mevcut değil ise bu demektir ki tümel anlamda İslâm da mevcut değildir. Bugün İslâm’ın yüzleştiği temel sorun bazı tiranların Allah’ın otoritesini gasp etmeye çalışmaları, kendilerine kanun yapma yetkisini tanımaları, insanların hayatları, malları, evlatları ve birikimleri üzerinde belli bazı haklar ve kısıtlamalar getirmeleridir. Aslına bu durum Kur’an’ın bariz bir kesinlik ve eminlikle hitap ettiği, bununla uluhiyetin ve insanların Allah’a boyun eğmişliğinin arasında doğrudan bir bağ kurduğu bir konudur. İslâm’ı cahiliyeden ayıran çizgi işte budur.
İslâm’ın kendisini ikame etmek için yaptığı savaş ne ateizme karşı idi ne de belli İslâmi pratiklerin yerleşmesi için yapıldı. Bundan daha öte, bu savaş içtimai ve ahlaki çökmüşlüğe karşı da verilmedi. Bu savaşlar imanın ta kendisini ikame etmek için verilen savaşlar kazanıldıktan sonra verilmeye başlandı. İslâm’ın kendisini ikame etmek için yaptığı savaş, hakimiyet ve onun kime ait olacağı üzerine yapıldı. Hiç şüphesiz bu savaş İslâm henüz imanı yerleştiriyor iken ve ne yasaya ne de sosyal düzene vurgu yapıyorken Mekke topraklarında vuku buldu. Bu çabanın nihai amacı ise insanların zihnine ne hakimiyet üzerinde bir Müslüman tarafından sahiplik iddia edilebileceği ne de bir Müslümanın Allah’tan başka birisi tarafından iddia edilen hakimiyet iddiasını kabul edebileceği gerçeğini nakşetmekti. Bu temel konsept Mekke’deki bir avuç Müslüman’ın zihninde hakikaten yerleştiği zaman Allah onların Medine’ye hicret etmelerini müteakiben bunların fiiliyata dökülmesini onlar için kolaylaştırdı.
Tarihin seyri boyunca İslâm ile öteki sistemler ve hak ile batıl arasındaki savaş asla Allah’ın gerçekte kainatın işlerini yürüten, onun doğa kanunlarını tesis eden rab olduğu üzerinde cereyan etmemiştir. Savaş, insanoğlunun rabbinin kim olduğu, bu yasaları kimin yaptığı, işleri kimin yürüttüğü ve itaatin kime edilmesi üzerinde cereyan etmiştir. Tüm renklerden ve ırklardan gelen tiranlar bu hakları kendileri lehine gasp etmek istediler. Bunları gerçek hayatta fiiliyata geçirerek insanları kendi güçlerine boyun eğdirdiler ve onları köleler haline getirdiler. İlahi mesaj, peygamberler ve İslâm savunucuları ise her daim bu gasp olunmuş hakkı sahibine iade etmek ve bu hakkın sadece Allah’a ait olduğunun bilincinde olan bir toplum tesis etmek için mücadele verdi.
Bu tümelci ve kapsayıcı hayat konsepti insanlara, onların arzularına, ihtiyaç ve hevalarına hitap etmekte, onları her şeyin kendisinden istendiği ve her şeyin kendisine yöneltildiği Allah ile irtibatlı kılmaktadır. Sevilen ve korkulan varlık işte O’dur, memnuniyeti gözlenen ve gazabından kaçınılan O’dur çünkü yaratan, sahip olan ve her şeyi yapan O’dur.
Aynı zamanda bu konsept tüm konseptleri, standartları, değerleri ve yasaları kapsayacak bir şekilde tek bir kaynaktan fışkırarak insanoğluna hitap etmektedir. İnsanın ömrü boyunca aklına gelen veya gelebilecek her sorunun doğru cevabının sahibi O’dur.
Tüm bunları akılda tutmak suretiyle, insanın tüm varlığı mükemmel bir biçimde entegre edilmiş, bu entegrasyona duygu ve eylem katılmış, iman ve pratik dışarıda bırakılmamış, yetenek ve beklenti, hayat ve memat, sağlık ve rızık, halihazırdaki hayat ve gelmekte olan hayat bu entegrasyonda kendisine yer bulmuştur ki bu durum insanı, yokluğu halinde çok büyük kafa karışıklıklarına gidebileceği bir durumdan da korumuştur.
İnsan böylesine karmaşıklaşmış ve giriftleşmiş ise bunun anlamı onun en iyi kıvamda olduğudur ki bu kıvamın ismi ise tevhid halidir. Biz unutmamalıyız ki birlik, Yaratıcı olan Allah için geçerli olduğu gibi tüm sonsuz boyutlarına ve durumlarına, içinde yaşayan canlıların sonu gelmez çeşitliliği ve kabiliyetlerine rağmen içinde bulunduğumuz bu evren için de geçerlidir. Tevhid ayrıca insan hayatının amacı için de geçerlidir, ki bu tüm formları ve boyutları ile ibadettir. Eğer insan kesin bir biçimde bu dünyanın gerçekliğini aramak ister ise kaçınılmaz olarak karşılaşacağı sonuç kesinlikle budur.
İnsan tüm boyutları ile mükemmel olan bu pozisyona eriştiği vakit kendisini gücünün en yüksek noktasında ve yaşadığı dünya ile en geniş manada uyum halinde bulur. Bu uyum insanın hayatının rolünü yaşamasına ve tüm çabalarının en yüce sonuçlarını hasat etmesine imkan tanır.
Bu gerçekliğe ilk Müslüman toplum tarafından ulaşıldığı zaman bu toplum insan tarihinin ulaşılması en uzaktaki amaçlarına ulaşmasını sağlayan o büyük rolü yerine getirebildi. Bu yeniden gerçekleştiği vakit, ki Allah’ın izni ile kesinlikle yeniden gerçekleşecek, o ne kadar büyük testlerle yüzleşecek olursa olsun Allah onun çok azim sonuçlara ermesine izin verecektir. İşte bu gerçekliğin en tümel formu ile başlı başına var olmuş olması karşısında direnilemez bir kuvveti hareket geçirir çünkü bu evrensel bir gücün bir parçası olup Allah’ın kendi gücü ile uyumluluk gösterir bir şekilde çalışır.
Bu gerçekliğin asıl önemi, her ne kadar önemli olsa da bizim sadece iman kavramımızı düzeltmek değil, aynı zamanda hayata uygun, düzgün ve kapsamlı bir mana katmaktır. Altını tekrar çizmeye gerek olmayan husus şudur ki bu durum yalnızca tüm ibadetlerin ve duaların kendisine yöneltildiği tek ilah Allah olunca geçerlidir. Bu, insanlığın yükselmeyi arzulayacağı en yüksek zirve, kendisiyle kemali yakalayabileceği yegane durumdur.
Fi Zilali’l Kur’an isimli eserin Cilt 5 sayfa 281-283; Cilt 6 sayfa 248-249; Cilt 9 sayfa 87-90, 101-123, 147-148 ve 264-265 kısımlarından derlenmiştir.
Kaynak: Mepa News
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *