Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu kararını değerlendiren avukat Hassan Aslam Shad, “Bu durum, zayıf ülkeler için bir dizi kuralın, güçlü ülkeler içinse başka bir dizi kuralın geçerli olduğu algısını kırmaktadır.” iddiasında bulundu.
Uzmanlar, Uluslararası Ceza Mahkemesinde (UCM) görev yapmış ilk Müslüman avukat Hassan Aslam Shad ve The Palestine Chronicle editörü Filistinli gazeteci-yazar Dr. Ramzy Baroud, AA muhabirine, UCM’nin Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama emri çıkarmasını değerlendirdi.
Ramzy Baroud, UCM’nin tutuklama kararının, ABD ve Batı siyasi düzeninin müttefiklerine karşı olması nedeniyle tarihi ve eşi benzeri görülmemiş bir adım olduğunu belirterek şunları söyledi:
“İsrailli liderlerin, Filistinlilere karşı işledikleri savaş suçları, kıtlık, yok etme, keyfi öldürmeler gibi suçlar nedeniyle tutuklanmasına yönelik açık bir emir bulunduğu gerçeği var. Ancak az sayıdaki istisna dışında, bu tür emirler genellikle NATO ve Avrupa Birliği’nin duruşuna ya da açık ABD politikalarına ters düşmez. Böyle bir tutuklama emri, her ne kadar geç kalmış ve aylarca süren korkunç soykırımlarla Filistinlilerin yok edilmesinden sonra gelmiş olsa da ABD ve diğer Batılı ülkeler tarafından büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan uluslararası kurumların temel misyonuna meydan okuyor.”
Kararın, uluslararası hukuk ile dünya arasındaki ilişkinin temelinde bir değişime işaret ettiğini ve bunun küresel ölçekteki güç dengelerini yansıttığını kaydeden Baroud, ayrıca Batı düzeninin güvenilirliğinin tehlikede olduğunu, bu düzen içinde bölünmeler gözlemlendiğini ve tüm bunların yalnızca Filistin-İsrail bağlamında değil, küresel siyaset bağlamında da köklü bir dönüşüm anlamına geldiğini vurguladı.
Ramzy Baroud, durumun herkes için yeni olması nedeniyle sürecin nasıl yönetileceğine dair belirsizlikler bulunduğunu ve UCM dahil hiç kimsenin bu soruya kolay bir yanıt bulamayacağını ifade ederek, şöyle devam etti:
“Bazı ülkeler bir pozisyon açıklamadan önce izlemeyi ve beklemeyi tercih ediyor ancak Avrupa’daki ve başka bölgelerdeki birçok ülkeden gelen doğrudan tepkilere bakılırsa, bu kararın uygulanacağı bir yola doğru ilerlediğimizi düşünüyorum. İsrailli liderlerin tutuklanıp tutuklanmaması, İsrail’in artık hesap sorulamaz olduğu günlerin sona erdiği gerçeğini değiştirmez. Filistinlilere yönelik savaş suçları ve soykırımın cezasız kaldığı dönem sona eriyor.”
“İsraillilerin kullandığı bir dil var ki bu dil, sahadaki olaylarla doğrudan bağlantılı”
ABD ve Avrupa silahlarını kullanarak din ve etnik kökene dayalı ayrımcı bir demokrasi modeli oluşturan İsrailli liderlere karşı tutuklama kararı çıkarılmasının önemine vurgu yapan Baroud, İsrailli liderlerin savaş suçları nedeniyle mahkemeye çağrıldığı bir durumda, hiçbir Batılı veya Batı yanlısı liderin bu tür tutuklama emirlerine karşı artık bağışık olmayacağını ifade etti.
Baroud, bu kararın alınmasına olanak tanıyan siyasi söylem ve pratikteki durumlar arasında bütünlük olduğuna işaret ederek, şu değerlendirmede bulundu:
“Bir yanda işlenmiş savaş suçları var ve bunların büyük bir kısmı birçok uluslararası hukuk uzmanı tarafından doğrulandı. Bu durum, Uluslararası Adalet Divanının (UAD), Gazze’deki olası soykırım suçuna yönelik bir soruşturma başlatmasına yol açtı. İsraillilerin kullandığı bir dil var ki bu dil, sahadaki olaylarla doğrudan bağlantılı. Mesela eski Savunma Bakanı Gallant’ın ‘Gıda olmayacak, su olmayacak, ilaç olmayacak, elektrik olmayacak’ şeklindeki ünlü açıklaması var. Yani Gazze’deki kıtlığın bir politikadan kaynaklandığını düşünmek için çok sayıda makul sebep var. Netanyahu’nun ‘Filistinlilerin gitmesini istiyoruz, onları sürmek istiyoruz’ demesi ve ardından 2 milyon kişiyi ‘toplama kamplarına’ yerleştirmeye başlaması, belirli savaş suçlarını işlemeye niyetlendiğini ve bunu gerçekleştirdiğini gösteriyor.”
Kararın aynı zamanda hukuken emsal teşkil ettiğine dikkati çeken Baroud, İsrail’in işlediği savaş suçlarıyla ilgili yerel ve uluslararaları mahkemelerde yeni davalar açılabileceğini söyledi.
“Bu karar, İsrail’in otoriter ve dokunulmaz yapısını yavaş yavaş zayıflatacaktır”
Uluslararası hukukçu Shad da UCM’nin kendi polis gücü olmadığını ancak Roma Statüsü’nü kabul eden ülkelerin bu kararı uygulamakla yükümlü olduğunu hatırlatarak, “Bu durumda Netanyahu eskiden seyahat ettiği birçok ülkeye artık seyahat edemeyecek. Mesela Avrupa ve Afrika ülkelerinin çoğu, UCM’nin kurucu anlaşması olan Roma Statüsü’nü onayladı ve bu anlaşma uyarınca UCM’nin çıkardığı tutuklama emirlerini uygulamak zorunda.” dedi.
Shad, Sudan’ın eski lideri Ömer El Beşir’in, UCM’nin kararı sonrası fiilen tutuklanmasa da çeşitli ülkelere seyahat edemediğini anımsatarak, baskı oluşturan benzeri bir durumun Netanyahu için de söz konusu olduğunu kaydetti.
Birçok Batı ülkesi, siyasi nedenlerle tutuklama kararına karşı çıksa da küresel güney ülkelerinin bunu destekleyeceğini belirten Shad, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bu karar, İsrail’in otoriter ve dokunulmaz yapısını yavaş yavaş zayıflatacaktır. Şimdiye kadar İsrail dokunulmaz bir ülke olarak görülüyordu. Gazze’deki tarihsel olaylara bakıldığında, UCM’nin daha önce İsrail’e karşı harekete geçmediğini görüyoruz. Ancak bu tutuklama emri, uluslararası hukuk açısından önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. UCM, bir tutuklama emri çıkarıyorsa bu, soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçların işlenmiş olduğuna dair makul kanıtların mevcut olduğunu gösterir. Bir ülkenin başbakanına, özellikle de İsrail gibi güçlü bir ülkenin başbakanına karşı tutuklama emri çıkarılması başlı başına büyük bir gelişmedir. Uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri adaletin eşit uygulanmasıdır. Eğer Netanyahu, Filistinlilere karşı işlediği suçlar nedeniyle hesap vermek zorunda kalıyorsa, bu, uluslararası hukukun geleceği açısından olumlu bir gelişmedir. Bu durum, zayıf ülkeler için bir dizi kuralın, güçlü ülkeler içinse başka bir dizi kuralın geçerli olduğu algısını kırmaktadır. UCM’nin Netanyahu’ya karşı çıkardığı tutuklama emriyle bu algı aşılmıştır.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *