Kötülüğe Dur Diyecek Bir Güç…

Kötülüğe Dur Diyecek Bir Güç…

Müslümanlar, Modern dünyanın müstekbir güçleri karşısında aldıkları yenilgi ile kendi doğal vasatlarını kaybettiler ve modern bilginin etkisi altında ve bir aşağılık kompleksi ile din ile yeniden irtibat kurma arayışları yanlış yollara tevessül ettirdi. Artık bu yanlışa karşı yeni bir hamle yapılması elzem hale gelmiştir. Bu hamle, öncelikle modern düşüncenin ürettiği kavramsal hiyerarşiyi ve sunduğu toplumsal katmanları ret ile başlamalıdır. 

Abdulaziz Tantik / Her Taraf

Kötülük, bir tanım üzerinden ortaya konulmadan onu ortadan kaldırmanın yollarını bulmak giderek imkânsızlaşmaktadır. ‘Kötülük nedir’ sorusuna ise ortak bir doğru üzerinden bir tanım ortaya koymak ise neredeyse mümkün görünmemektedir. Modern düşünce ve dışında kalan dini görüşler kadar farklı bakış ve yaklaşımlarda da farklı tanımlar bulmakta zorlanmayız. Ama buna rağmen, bir tanım bulunmalı ve bu ortak bir bakışı üretmelidir. En genel sınırlar içinde de olsa bu tanım işlevsellik kazanabilir.

Modern bakış açısından kötülük diye bir şey yoktur. İyilik ve kötülük yerine yararlı ve zararlı kavramları kullanılır. İnsan hakları, özgürlük, demokratik haklar vesaire ile ortaya konan şey, her zaman insanın lehine olan şeyler değildir. Örneğin, özgürlük üzerinden her türlü kendisine yapılan zararı kötülük olarak tavsif etmediğinizde içki, kumar, fuhuş ve benzeri birçok kötü eylemler, kişinin kendisine zarar veren veya kişinin kendi ile aynı zamanda ötekine de verdiği zarara rağmen kötülük olarak görülmeyebilir. Çünkü ahlaki bir zemini reddeder ve anlamı devre dışı tutarsanız, kötülük ve iyilik kavramlarının içeriğini boşaltır ve kar zarar meselesi haline dönüştürürsünüz…

O zaman üzerine ittifak kurulması gereken temel iki noktaya dikkat çekmekte yarar var: anlam ve ahlak… Anlam ise zaten ahlaki bir kaygıyı beraberinde taşır. Çünkü anlam ve ahlak (etik olmayan) aşkınlığın insan ile ilişkisinin belirlendiği zemini de işaret eder. İşte, insanı insan kılacak olan ve sadece kendisini de değil bütün insan cinsini daha iyiye ve güzele doğru taşıyacak bir zemini besleyecek olan anlamdır. Burada olmaklığın anlamı kadar, yaşadığımız hayatın anlamı ve bu anlam üzerinden insanı aşkın bir varlığın konumu ile insanın burada yaşadığı şeylerin bir başka boyutta bir karşılığının olup olmadığı konusu da anlam ile irtibatlı bir şekilde açığa çıkan şeylerdir. Ahlak ise bu anlamın doğru ve iyi bir zeminde açığa çıkışını ve aşkınlıkla irtibatlı bir şekilde sadece kendisi için değil diğer insanlar içinde iyi ve doğru olanı gerçekleştirme imkânlarını devşirme zemini olmalıdır.

Mevcut durumlar içinde İslam, tartışmasız, her insanın kendi iyiliğini ve özgürlüğünü gerçekleştireceği bir vasatı sağlama konusunda tam bir güvence verebilir. Adı üzerinde İslam aynı zamanda selam, güven ve barış yurdu anlamını taşır. Barışın ikamesi ise bazılarını diğerlerinden üstün kılmaz! İnsan olmak bakımından her kesi eşitleyen bir bakış İslam dışında herhangi bir bakış ve düşüncede görülmez! Olduğu söylense bile uygulama da asla eşit olunmadığı açık bir şekilde tecrübeye konu edilmektedir. İslam ise, Müslümanları ve diğer inanmayanları eş değer tutarak her insanın inanma ve inkâr hakkını kabul eder. İnkâr edenlere dünyayı dar etmez! Onları yok etme uğraşısı vermez! İnkâr edenler, güç kullanarak inananları ortadan kaldırmaya çalışmadıkları sürece bir çatışma zeminini İslam doğurmaz!

İslam, imtihan olgusu içinde aşkınlığı içinde taşıyan bir bakış ile bu dünya ile sınırlı olmayan bir hayat vaat eder. Bu hayatın iradi olarak varlığını kabul eder ve kişinin kendi özgür iradesi ile karşılaştığı durumlar üzerinden değil, karşı karşıya kaldığı durumlara yönelik geliştirdiği tavırlar üzerinden hesaba çekileceğini belirtir. O yüzden ret ve kabul bu dünya hayatı için sana artı zorlayıcı bir tedbir doğurmaz, şiddet doğurmaz ve engel çıkarmaz! İnkâr ettiğin halde normal yaşamını sürdürebilirsin, ama bir şartla; BAŞKASINA GÜÇ VE ŞİDDET KULLANARAK ENGEL OLMADIĞIN SÜRECE…

Bugün Müslümanlar bunu gerçekleştirme imkânlarını taşıyor mu? Hayır! Çünkü İslam ile sahici bir ilişki kurma zeminini kaybettiler. Bu zemin kaybolunca yanlış yollara tevessül etme zemini doğdu. Müslümanların müslüman birine şiddet uygulaması, onu öldürmesi bile gündemleştirilebilir hale geldi. Hâlbuki savaş dışında gayri Müslimlere bile saldırmak doğru değildi… Dinin anlaşılmasındaki yanlış yöntemler, ümmeti de birlikten uzaklaştırdı. Ümmetin ulus devlet formatındaki parçalanmış hali ise onları birbirinden uzaklaştırdı. Modern dünyanın müstekbir güçleri karşısında aldıkları yenilgi ile kendi doğal vasatlarını kaybettiler ve modern bilginin etkisi altında ve bir aşağılık kompleksi ile din ile yeniden irtibat kurma arayışları yanlış yollara tevessül ettirdi. Bu yanlış yüzyıldır sürmektedir. Artık bu yanlışa karşı yeni bir hamle yapılması elzem hale gelmiştir.

Bu hamle, öncelikle modern düşüncenin ürettiği kavramsal hiyerarşiyi ve sunduğu toplumsal katmanları ret ile başlamalıdır. Din ile kurulacak sahih ve sahici bir yöntemi dün kurduğu gibi bugün de dünün o sahih ve sahici yöntemini de dikkate alarak bu yeni durumu gözetecek yeni bir bakışı yeniden ortaya koyabilir. Entelektüel zeminde bu müzakere adap içinde gerçekleştirilmelidir. Bunun ipuçları hep vardı ve bugünde var olmaya devam etmektedir. Sorun, içinde var olduğumuz koşulların baskın karakterini yenerek ondan kurtulmaya yönelik iradi varlığımızın zaaf taşımasıdır. O zaman öncelikle bu iradenin güçlendirilmesi esas olmalıdır. İradenin güçlendirilmesi ise muhatap olduğumuz modern dünyanın neliği konusunda bir açık fikre sahip olmayı zorunlu kılmaktadır.

Ümmeti yeniden diriltecek ve yeniden hayata döndürecek, kendisine yapılan zulmü ortadan kaldıracak ve kendisini yanlışa sürükleyen yalanlarla baş etmenin yollarını vahyin ifadesi ile Müslümanlar ‘yeniden iman’ ederek sağlayabilecektir. Yeniden iman, yenilenen iman kadar, imana bulaşmış her türlü nakısadan kurtuluşu da içermelidir. Kuran, Sünnet ve peygamber sonrası gerçekleşmiş kültürel doku yeniden ele alınmalı ve yol gösterici Elçi’nin rehberliğinde yolu yürümeye başlamalıdır. Bu arada manevi gücünü elde etmeli, dünya ile arasındaki doğru mesafeyi yeniden kurmalı ve ilahi rızaya eksenli bir hayatı temel düstur kılarak varlığını ‘davaya’ adamalıdır.

Bu durumun gerçekleştirilmesi için gereken şey; adalet, merhamet, iyilik, şefkat, hakkı teslim ve liyakat ile ehliyeti taşıyan ve bir bilgi ile hareket etmektir.  Olguyu besleyici olan ise; feragat etme, fedakârlık yapma ve rızai bari dışında bir rıza arayışına girmemektir.

Yani bir şekilde ümmi olma vasfını taşırken, ilmi olana yönelik büyük iştiyak ile hareket etmeyi başaran bir grup var olmalıdır.  Bir dost topluluğu, arkadaş yoldaşlığı yeni bir sosyal gerçekliği inşa ederek yeni bir kurtuluş umudunu diriltebilir… Ümmetin yeni bir nüvesi olarak öne çıkarak, ümmetin dirilişini sağlayacak bir ruhu ayağa kaldırabilir.  Bir rüzgâr gibi bütün Müslümanları ayaklandırarak dini mübini İslam’ı tekrar hayatın merkezine oturtabilir.

Bunu gerçekleştirmek için buna inanan bir elit insan grubu yeterlidir. Buradaki elit olma hali; her şeyini bu uğurda verebilecek bir iradeye sahip olmayı içermektedir. Her şeye rağmen davasına olan bağlılığını muhafaza eden ve bu uğurda kendisi dâhil esirgeyeceği bir şeyi bulunmayandır.

Bu insanların varlığına inanıyorum, ama bir arada değiller ve bunları bir araya getirecek bir olgusal durum yoktur. Umarım tez zamanda bu olgusal zemin inşa edilir ve ümmet kendi dirilişini sağlayacak zemini kurabilir… Bu sorumluluk her müslüman olduğunu iddia eden mümin ve mümine’ye düşen bir sorumluluktur.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *