Hüsnü Aktaş: “Siyonist liderlerden Ariel Şaron’un ifade ettiği siyonist projeye göre, artık asıl gaye, İsrail’in savunması değil, bölgedeki Arap devletlerinin parçalanmasıdır.”
Hüsnü Aktaş / Her Taraf
Geçtiğimiz ay TBMM’de yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘İsrail’in “vadedilmiş topraklar” hezeyanıyla hareket ettiğini, eylemlerini bu amaçla Lübnan’a taşıdığını ve İsrail’in bu saldırganlığının Türkiye’yi de kapsadığını söylemiştir. Devletin en yetkilisinin ağzından çıkan bu sözler, ülkenin fiili bir düşman tehdidi altında olduğunun beyanıdır. Bu beyan “Seçmeni konsolide etmek için söylenmiş basit bir iddia” olarak görülemeyecek kadar önemlidir.
Yahudilerin ‘Arz-ı Mev’ûd’ olarak bilinen genişleme ideallerinin, İsrail’i yönetenlerce bir vizyon olarak hayata geçirilmeye çalışıldığı gerçeği, ilk defa bir cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmiştir. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse; Arz-ı Mev’ûd tasavvurunun Türkiye açısından bir tehdit oluşturduğu gerçeği resmi kayıtlara geçirilmiştir. Bu noktada ‘Arz-ı Mev’ûd’ tabiri üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. İbrânîce’de “Erez Israel’ (Arz-ı İsrail) denen Arz-ı Mev‘ûd (Vaad Edilen Arz) tabirinin, ne Tevrat’ta, ne Kur’ân-ı Kerim’de geçmediği malûmdur.
Sadece muharref ‘Kitabı Mukaddes’ isimli eserin tekvin bölümünde yer almıştır. Mefhum olarak Arz-ı Mev‘ûd ile ilgili ilk ahid, Rab Yahova ile Hz. İbrahim arasında yapılmıştır. (Tekvîn, 15/18-21)
Siyonist liderlerden Ariel Şaron’un ifade ettiği siyonist projeye göre, artık asıl gaye, İsrail’in savunması değil, bölgedeki Arap devletlerinin parçalanmasıdır. Türkiye Yahudi cemaatinin yayın organı olan Şalom gazetesinde 8 Mart 1989 tarihli bir yazıda, “Allah’a inanmak, Yahudiliğin temel inancı değil, ancak Arz-ı Mev‘ûd, temel inançtır!” tesbiti yapılmıştır.
Bu siyaset anlayışı, Yahudiliğin nasıl muharref ilahî bir dinden tehlikeli bir ideolojiye dönüştüğünün en çarpıcı ifadesidir. Geçtiğimiz yüzyılın ilk yıllarında Theodor Herzl yurtlarının sınırlarını, “Kuzeyde Kapadokya dağlarından güneyde Süveyş Kanalına kadar olan alandır. Biz Davud’un ve Süleyman’ın Filistin’ine talibiz” şeklinde ifade etmiştir. Arz-ı Mev‘ûd’un (Büyük İsrail’in) kapsamına Urfa başta olmak üzere Türkiye’nin güney ve güneydoğu bölgesinden 22 il giriyor. Yahudiler için Kudüs’ten sonra ele geçirilecek en önemli şehir, Urfa’dır.
Çünkü Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin atası olan Hz. İbrahim, Urfa’da yaşamıştır. Son otuz yıldır tarımsal işbirliği adı altında birçok İsrailli uzmanın bölgeyi sık sık ziyaret ederek buralardan arazi aldıkları bilinmektedir. 1994 Ekim ayında bir televizyon programına konuk olan Türkiye Musevi Cemaati temsilcilerinden Nesim Levi, ‘Türkiye’den İsrail’e göç etmiş Yahudi ailelerinden bazılarının Türkiye’ye dönerek Urfa bölgesine yerleşmekte olduklarını’ belirtmiştir. Bu haber çok kısa bir süre sonra doğrulanmıştır. GAP bölgesine sistematik biçimde Yahudi nüfusu yerleştirilmektedir. Bu arada Türkiyenin derin devletinin bu gelişmeleri endişe ile izlediğini ifade etmek gerekir. Siyonist terör örgütü, son yıllarda devlet kimliği altında akla hayale gelmedik savaş suçlarını işlemektedir. Tek kelimeyle İsrail’in bütün dünyaya kafa tuttuğunu söylemek mümkündür. Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler Teşkilatı (her şeye rağmen) hâlihazırda hukuken ve fiilen mevcut olan ve dünyadaki 204 devletin 198’inin üye bulunduğu bir devletlerarası kuruluştur. Aynı zamanda kurum ve kuruluşlarıyla dünyadaki en geniş ve hukuken en büyük yetkilere sahip milletlerarası teşkilattır. Peki bu teşkilat, İsrail terör devletinin doğrudan kendisine karşı gerçekleştirdiği saldırıları nasıl kabulleniyor?
Bunca saldırı ve can kayıplarına rağmen, BM ölü sessizliğine bürünüp, nasıl tepkisiz kalabiliyor? İsrail’in BM’ye karşı küstahlığı, bugünün veya son birkaç yılın meselesi değildir. Siyonist İsrail daha Stern (Lehi), İrgun, Haganah gibi terör örgütlerinin temeli üzerinde, devletleşmeye çalışırken, yani 1947 öncesinden itibaren doğrudan BM görevlilerini hedef alarak öldürmeye başlamıştır. O gün bugündür bu cinayetler için hiçbir ciddi araştırma ve tahkikat yapılmamıştır.
Dolayısıyla İsrail Terör Devleti de hiçbir karşılık görmediği için saldırılarına devam ediyor. Sadece son bir yıldır, Gazze’de İsrail tarafından öldürülen BM Yardım Görevlisi sayısı iki yüzü geçmiştir. Başta UNRWA olmak üzere (BM Yakın Doğudaki Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu) beynelmilel kuruluşları yasa dışı terör örgütü olarak ilan etme küstahlığını ortaya koyabiliyor! Bununla da yetinmiyor. Bizatihi Birleşmiş Milletler Teşkilatının en yüksek bürokratı olan Genel Sekreterini “İstenmeyen Adam” ilan edebiliyor. Bundan daha büyük azgınlık, bundan daha fazla küstahlık olabilir mi? İsrail’in bu azgınlığı dünya düzeninin fiilen ortadan kalktığının da en çarpıcı bir belgesidir. Peki, ne olacak? İsrail azgınlığı nereye kadar tırmanacaktır? İsrail derken, perde arkasında (Aslına bakılırsa perdenin önünde) Yahudi Sermayesini, ABD’deki Siyonist Lobileri anlamak gerekiyor. İsrail bunlar tarafından devleştirilmiş cücedir haddizatında!.
Görünen odur ki, İsrail’i canavarlaştıran Amerika, bizzat bu canavarın saldırılarından kendisini korumakta fena hâlde aciz kalacak gibi görünüyor. Son bir yılda İsrail’e verilen kayıtsız-şartsız destek ve sınırsız yardımın, diğer ülkeler nazarında ABD’yi nasıl bir yere koyduğunu iyi değerlendirmek gerekir…
Amerika’nın müttefikliği, güvenilirliği artık daha çok tartışılacak ve daha çok şüphe ve tereddüt imal edecek. Bunun Amerika’ya maliyeti hiç de ucuz olmayacak!.. Ancak gelinen noktada pek bir şey yapma durumu da görünmüyor. Yani İsrail Amerika’yı resmen burnundan yakalamış, sürükleyip götürüyor. Nereye sürüklediğini siz söyleyin!.. Siyonist, terörist devletin bombaladığı okullar, hastaneler, ambulanslar, ibadet yerleri ve benzeri yapıların enkazı, bir şekilde er veya geç ona destek veren ülkelerin sırtına yüklenecektir. Ama bugün bambaşka bir hava estiriliyor. Siyonist İsrail bu ortamı devam ettirebileceğini hesaplıyor herhâlde… Aksi durumda bu derece pervasızlığa cüret edemezdi, edememesi gerekirdi. Fakat ilk günden itibaren İsrail’e meydan açan Batı, sonunda canavarı kendi elleriyle ne kadar büyüttüğünü görse de iş işten geçti. İsrail barış filan istemiyor ve düşünmüyor. Bu gayet açıktır. Aksi hâlde Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün mevzilerine saldırır mıydı? İsrail o kadar kontrolden çıktı ki, artık sivil yardım misyonlarını vurmakla yetinmiyor. Askerî güçlere de küstahça saldırıyor ve kimse kendisine bir şey demiyor. İşin feci tarafı burası…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, her vesileyle şunu tekrarlıyor, dünyaya hep haykırıyor: İsrail’e dur denilmeli…
Lakin kim dur diyecek? Bunu demesi gerekenler, çoktan İsrail’e daha doğrusu siyonizme teslim oldular. Bu utanç verici durum onları layık olduğu çukura yuvarlayacak. Temennimiz kaçınılmaz sonlarının erken gelmesi. Aksi hâlde dünya yaşanacak yer olmaktan çıkacak!..
Bu, İşaya’nın kehanetine göre Nil’den Fırat’a kadar uzanan Arz-ı Mev‘ûd=Büyük İsrail projesinin kapsamında Türkiye’nin de hedefte olduğunun ilanı demektir. Günümüz İsrail’inin Siyonist liderlerinden biri ise açıkça “İsrail’in güvenliği, Çanakkale boğazından başlar” demiştir. O halde İsrail, Osmanlı’nın parçalanmasıyla kurulduğu gibi, Büyük İsrail, Türkiye’nin parçalanmasıyla kurulacaktır. Kudüs düşerse Medine, İstanbul ve Saraybosna da düşecektir. Dolayısıyla Kudüs, Türkiye’nin bir numaralı meselesidir. Zulmün Zirveye Çıkması Zulüm, tarih boyunca insanlar arasında görülen bir şeydi. Ancak İsrail’in Filistin halkına yaptığı, yeryüzündeki zulmün zirveye çıkması, boyut değiştirmesidir. Bunun sebebi, İsrail’in yaptığını zulüm değil, adalet olarak görmesidir.
Onlara göre Tevrat’ın “öldürmeyeceksin” emri, Yahudiler için geçerlidir; Yahudi olmayanlar için değil. Menachem Mendel Schneerson (1902–1994) gibi, eski-yeni sayısız hahamın dile getirdiği gibi, Tanrı, sadece Yahudileri insan, Yahudi olmayanları ise Yahudilere hizmet için, öldürülebilecek hayvanlar olarak yaratmıştır: “Yahudi olmayan birinin ruhu, üç şeytanî kaynaktan gelirken, Yahudilerin ruhu, kutsalın içinden çıkar. Neden Yahudi olmayan biri, Yahudi olan bir cenini bile öldürdüğünde cezalandırılırken, bir Yahudi, Yahudi bir cenini bile öldürdüğünde cezalandırılmaz?
Cevap, Yahudiler ile Yahudi olmayanlar arasındaki genel farklılıkta yatar. Bir Yahudi, başka bir gayenin vesilesi olarak değil, bizzat gaye olarak yaratılmıştır. Tüm kâinat, sadece Yahudilere hizmet etmek için yaratılmıştır.
Genesis’in 1. âyetindeki “Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı” ifadesinin mânâsı, gökler ve yer, “Başlangıç” olarak isimlendirilen Yahudiler uğruna yaratılmışlardır. Bu demektir ki gökler ve yer dâhil her şey, tüm kâinat, tüm keşifler, yaratılış, Yahudilere nisbetle boştur. Önemli olan şey, Yahudilerdir, çünkü onlar, başka bir şey için var değil, bizzat ilahî gayedir.”
Hahamlar Yitzhak Shapira ve Yosef Elitzur, 2009 yılında yayınladıkları Kralın Tevratı adlı kitapta “Yılanın başını küçükken ezmeli” mantığıyla, büyüyünce Yahudilere düşman olacak Müslümanları (Filistinlileri) bebekken öldürmenin caiz olduğunu savunmuşlardı.
İsrail, Temmuz 2014’te saldırıların 17. gününde 700’den fazla Gazzeliyi katl ederken, Haham Dov Lior (1933–), İsrail ordusuna, “Filistinlilerin tamamı öldürülmeli, Gazze yeryüzünden silinmeli” çağrısı yaptı. Ona göre savaş zamanında sivil diye bir şey yoktur, Yahudi olmayan bin kişinin hayatı, bir Yahudi’nin tırnağına değmez.
Haham Ovadia Yosef (1920– 2013) de Filistinlileri öldüren ve sakat bırakan İsrail askerlerinin tanrı tarafından takdis edileceğini müjdelemiştir. (!)
Gelişmeler, bu korkunç zihniyetin Yahudi halkına küçüklükten aşılandığını gösterir. Bir Filistinli ailenin evini gasp etmeye çalışan genç bir İsrailli yerleşimci, “İsa’yı öldürdük, bununla gururluyuz, seni ve Filistinlileri de öldüreceğiz” diyordu. İsrailliler, gösterilerde “Filistinlilere ölüm; En iyi Arap, ölü Arap’tır” sloganları atmışlardır. Öldürmekten başka bir değeri, gayesi olmayan bir halkın hükmettiği yeryüzünün sonu nasıl olur? Netice olarak şunu söyleyebiliriz.
Arz-ı Mev’ûd tasavvuruna iman eden siyonist Yahudilere göre; Nil ve Fırat arasında kalan Türkiye, Lübnan, Filistin, İran, Mısır, Ürdün, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan toprakları, kısmen veya tamamen, aslında Yahudilerin gasp edilmiş topraklarıdır. Türkler, Araplar ve Farslar onların öz mallarına çökmüşler ve günün birinde Tanrı’dan sözünü aldıkları bu toprakları mutlaka geri alacaklardır.
Bu düşünce, dinine bağlı her Yahudinin imanında sarsılmaz bir esas, şüphe duyulmayacak bir düsturdur. Buna inanmayan ve bunun için çalışmayan bir Yahudi, tam Yahudi olamaz.
Bilindiği gibi Merhum Prof. Dr. Necmeddin Erbakan, bütün siyasi hayatı boyunca, mesaisinin önemli bir bölümünü Siyonistlerin insanlığı tehdit eden bu planlarını anlatmaya çalışmıştır. Siyonistlerle ilgili uyarıları “Bir İslamcının komplo teorileri” denilerek hep küçümsenmiş, alaya bile alınmıştır. Bugün geldiğimiz hazin noktada, merhumun Siyonist Yahudilerle ilgili ön görülerinin bir bir sahneye konulması veya bunların insanlara artık daha inandırıcı gelmeye başlaması, kaderin kendi hükmünü icrâsından başka bir şey değildir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *