Hizbullah’ın Lübnan’da önemli bir faktör olduğunu belirten Lübnan’ın önemli isimlerinden Fadi Alameh, “Hizbullah, diğer siyasi gruplar gibi mecliste yer alırken, Emel Hareketi ile olan ittifakı, yasama süreçlerinde ve devlet politikalarının şekillendirilmesinde önemli bir rol oynuyor.” diyor.
Fadi Alameh, Lübnan Parlamentosu’nda önemli bir siyasi figür ve aynı zamanda Lübnan’ın Dışişleri ve Göçmenler Komitesi’nin başkanı olarak görev yapmakta. Hizbullah ile ilişkilerine gelince, Lübnan’ın birçok siyasi figürü gibi, Alameh de Hizbullah ile olan ilişkilerini, ülkenin mevcut siyasi dengeleri çerçevesinde dikkatli bir şekilde yürütüyor. Fadi Alameh’in parlamentodaki ağırlığı ve komite başkanlığı, Lübnan’ın dış politikasının şekillendirilmesinde önemli bir etkiye sahip.
Fadi Alameh, Habertürk’ten Çetiner Çetin’in sorularını yanıtladı:
Çetiner Çetin : Lübnan Meclis Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı olarak, Lübnan’ın bölgesel ittifaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle İran ve Suudi Arabistan gibi güçlerle olan ilişkilerde nasıl bir denge politikası izlemeyi öneriyorsunuz?
Fadi Alameh: Öncelikle bugünkü buluşma için televizyonunuza ve yöneticilerinize teşekkür etmek istiyorum. Lübnan’ın şu anki zor koşulları herkesin malumu. Coğrafi konumumuz stratejik bir öneme sahip, ancak bu avantaj aynı zamanda büyük zorlukları da beraberinde getiriyor. Sınırlarımızın bir kısmı hâlâ İsrail işgali altında ve bu bölge çok hassas bir durumda. Lübnan, bölgedeki istikrarın korunmasına katkı sağlamalı; aksi takdirde, istikrarsızlık dalgası tüm bölgeyi etkileyebilir.
Bu bağlamda, Arap ülkeleri ve İran arasında diyalog ve iş birliğini güçlü şekilde destekliyoruz. Çünkü bu tür açılımlar, hem Lübnan’a hem de bölgeye istikrar ve barış getirme potansiyeline sahip.
“Lübnan’ın hedefi, güçlü bir cumhuriyet olmak”
Çetiner Çetin: İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırıları ve Güney Lübnan’daki güvenlik tehditleri karşısında, Lübnan’ın uzun vadeli savunma stratejisinin nasıl şekillendirilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Emel Hareketi olarak bu konuda ne tür önlemler almayı planlıyorsunuz?
Fadi Alameh: Lübnan’ın yapısı, birçok izleyici tarafından tam olarak bilinmeyebilir; ülkede yaklaşık 18 farklı mezhep bulunuyor ve bu mezheplerin çoğu, birbirinden farklı vizyonlara sahip siyasi partiler altında toplanmış durumda. Bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük zorluk, bu partiler arasında bir uyum ve ittifak oluşturmak, böylece Lübnan’ın anayasal çerçevede, özellikle Taif Anlaşması’na uygun olarak, üzerine düşeni gerçekleştirebilmesidir. Lübnan’ın hedefi, güçlü bir cumhuriyet olma yolunda ilerlemektir ve bu çerçevede Emel Hareketi’nin de önemli bir rolü var.
Geçtiğimiz günlerde Başbakan, Meclis Başkanı ve lider Velid Canbolat, geniş bir kesim tarafından benimsenen bir yol haritası sundular. Bu yol haritasının ilk adımı ateşkesin sağlanması, ardından 17-01 meselesinin çözüme kavuşturulması ve nihayetinde bir cumhurbaşkanının seçilmesidir. Sorunuza cevap olarak, amacımız bu yol haritasını hayata geçirerek Lübnan halkının çıkarlarını korumaktır.
“Hizbullah’ın siyasi gücü de Lübnan’da etkili”
Çetiner Çetin: Hizbullah ile Emel Hareketi arasındaki ittifak, Lübnan’ın iç siyasetinde nasıl bir rol oynamaktadır? Hizbullah’ın hem askeri hem siyasi kanadının Lübnan devlet yapısına olan etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fadi Alameh: Daha önce de belirttiğim gibi, Lübnan farklı unsurlar, partiler ve siyasi bloklardan oluşan bir ülke. Bu çerçevede Hizbullah ve Emel Hareketi, Lübnan’ın iç siyasetinde önemli bir ittifak oluşturuyor. Hizbullah, hem siyasi hem de askeri kanadıyla Lübnan’ın devlet yapısı üzerinde kayda değer bir etki yaratıyor. Hizbullah, diğer siyasi gruplar gibi mecliste yer alırken, Emel Hareketi ile olan ittifakı, yasama süreçlerinde ve devlet politikalarının şekillendirilmesinde önemli bir rol oynuyor.
Hizbullah ile sürekli bir diyalog sürdürülmesi, kurumların devamlılığını sağlamak açısından da kritik bir önem taşıyor. Bu durum sadece Hizbullah’a özgü değil; tüm Lübnan partileri arasında bu tür ilişkiler mevcut. Bugünkü yasama süreçlerinde partiler, farklı etnik ve dini kimliklere sahip olmalarına rağmen, iş birliği yapmak zorundalar. Özellikle Hizbullah ile Emel Hareketi’nin ittifakı, yasa tasarılarının geçirilmesi ve siyasi denge kurulması açısından belirleyici oluyor.
Bu ittifak, genellikle yasa ve kararların kabul edilmesinde etkin bir güç sağlıyor. Dolayısıyla, Hizbullah’ın askeri gücü kadar siyasi etkisi de Lübnan siyasetinde ağırlığını hissettiriyor.
“İsrail saldırıları daha fazla direniş doğuruyor”
Çetiner Çetin: Sizce Lübnan’daki Şii hareketlerin (Emel ve Hizbullah) gelecekteki siyasi hedefleri nedir? Bu hedefler Lübnan’ın mezhepsel denge ve ulusal birliği açısından nasıl bir etki yaratabilir?
Fadi Alameh: Bu sürekli itiraz ve direniş hareketleri, İsrail’in Lübnan üzerindeki mevcut işgaline karşı yürütülmektedir. 1701 sayılı BM kararı, 2006 savaşı sonrasında ve Mavi Hat’ın çizilmesiyle, İsrail’in uluslararası hukuka uygun olarak geri çekilmesini zorunlu kılıyordu. Ancak Lübnan, sadece Mavi Hat sınırlarını değil, 1949 yılında Birleşmiş Milletler tarafından tanınan ve kendi egemenliğini korumak için savunduğu sınırları esas alıyor.
Bugüne kadar beklentimiz, İsrail’in bu sınırları tanıyarak geri çekilmesi ve Lübnan’ın güneyindeki egemenliğinin tam olarak geri kazanılmasıydı. Ancak, bugün İsrail’in bu sınırları ihlal etme ve Lübnan topraklarına girme niyetinden bahsediliyor. Bu durum, kaçınılmaz olarak daha fazla direniş ve güçlü bir muhalefet doğuracaktır. Şu anda tanık olduğumuz süreç de tam olarak budur.
Lübnan’ın talebi çok net: Güneydeki tüm topraklarının, uluslararası hukuka ve BM kararlarına uygun şekilde geri alınmasıdır. Bu sınırlar, 1949’da BM tarafından tanındığı gibi sabitlenmelidir. Eğer bölgede uzun vadeli bir istikrar sağlanacaksa, bu egemenlik taleplerinin karşılanması büyük bir önem taşımaktadır.
“Türkiye’nin yardımları çok önemli”
Çetiner Çetin : Dış ilişkilerde, Lübnan’ın Batı ile olan ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD ve Avrupa ülkelerinin Lübnan’a yönelik politikalarını göz önünde bulundurarak, bu ilişkileri nasıl geliştirebilir ya da dengeleyebiliriz?
Fadi Alameh: Lübnan, Doğu’da ve Batı’da dostlarıyla güçlü ilişkiler kurmuş bir ülke. Bu dostluklar arasında Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ile olan ilişkiler de önemli bir yer tutuyor. ABD’nin özellikle Lübnan’ın İsrail tarafından işgal edilen topraklarını geri alma talebine yönelik arabuluculuk rolü burada dikkat çekiyor. ABD’li temsilci Amos Hochstein, birçok kez Lübnan’a gelerek Meclis Başkanı Nabih Berri ile görüşmeler gerçekleştirdi. Bu temaslar, Lübnan’ın hak ettiği topraklarını diplomatik yollarla geri alması ve bölgeye istikrar getirmesi adına önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.
Lübnan, bu tür diplomatik ilişkiler sayesinde Batı ile olan bağlarını güçlendirebilir. Başbakan Mikati’nin uluslararası arenada yürüttüğü aktif diplomasi, ABD ve Avrupa ile ilişkileri pekiştirmeyi hedefliyor. Bu diplomatik çabalar, Lübnan’ın sadece güvenlik ve siyasi alanlarda değil, insani yardımlar açısından da fayda sağlamasına olanak tanıyor. Örneğin, Türkiye’nin Lübnan’a sunduğu büyük sağlık yardımları ve insani destekler, bu diplomatik ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Ancak, ABD ve Avrupa’nın Lübnan’a yönelik politikaları, özellikle Hizbullah’ın Lübnan’daki varlığı ve bölgedeki etkisiyle karmaşık bir hal alıyor. Hizbullah’ın hem askeri hem de siyasi gücü, Batı’nın Lübnan’a yönelik yaklaşımlarını belirleyen en önemli faktörlerden biri. Bu nedenle, Lübnan Batı ile ilişkilerini geliştirmek ve dengelemek için hem diplomasiye hem de iç politikadaki mezhepsel dengelere dikkat etmek zorunda.
Lübnan’ın Batı ile olan ilişkilerini geliştirmek için diplomatik açılımı sürdürmesi, bölgedeki istikrarı koruması ve iç politikadaki dengeyi sağlaması büyük önem taşıyor. Hem ABD hem de Avrupa ülkeleriyle kurulan bu ilişkiler, Lübnan’ın uzun vadeli kalkınmasına ve bölgesel barışa katkı sağlayabilir.
Eğer 1982’ye dönersek, İsrail’in askeri bir operasyon düzenleyerek Filistinlileri Lübnan’dan çıkarmak amacıyla hareket ettiğini görüyoruz. İsrail, bu operasyonla Filistinlileri Lübnan’dan çıkardı ve 5-6 gün içinde Beyrut’a ulaştı. Yani, neler olabileceği konusunda sınır yok. Umudumuz sınırlı; Amerika’nın bölgede istikrarı sağlama ve İsrail’e yeterli baskı yaparak bu düşmanca eylemleri durdurma konusunda kararlı olmasını bekliyoruz. Bu saldırılar, sivillere zarar veriyor ve Lübnan’ın altyapısını tahrip ediyor.
“Bölgesel çatışmalar tetiklenir”
Çetiner Çetin: İsrail’in Hizbullah liderlerine yönelik son saldırıları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu suikast girişimlerinin Lübnan’daki siyasi ve askeri dengeler üzerindeki etkisi ne olabilir? Sizce Hizbullah’ın bu duruma tepkisi nasıl şekillenecek?
Fadi Alameh: Tüm bu saldırılar, Lübnan’ın ulusal egemenliğine açık bir ihlaldir ve yalnızca belirli bir gruba değil, tüm Lübnan’a yönelik bir saldırı olarak kabul edilmelidir. Bugün gördüğümüz üzere, bu saldırıların mağdurları çoğunlukla siviller. Özellikle dün, Beyrut’un merkezinde bir konut binası hedef alındı ve bu saldırı sonucunda 22 kişi hayatını kaybetti, 120-130 kadar masum insan yaralandı. Bu kurbanların çoğu, Lübnan’ın güneyi, Bekaa ve Baalbek’ten kaçıp Beyrut’a sığınan mülteci durumundaki insanlardı. Bu tür saldırılar, uluslararası hukuka ve Cenevre Sözleşmesi gibi insan haklarına dair anlaşmalara tamamen aykırıdır.
Dün sivillere yönelik saldırılarla sınırlı kalmadı; bugün de, 50’den fazla ülkenin askerlerinin görev yaptığı UNIFIL güçlerine saldırılar düzenlendi ve bu saldırılar sonucunda bazı askerler yaralandı.
İsrail’in Hizbullah liderlerine yönelik son suikast girişimleri, Lübnan’daki siyasi ve askeri dengeleri ciddi şekilde etkileyebilir. Bu tür saldırılar, yalnızca Hizbullah ile İsrail arasındaki gerilimi artırmakla kalmaz, aynı zamanda Lübnan’ın iç politik dengelerini de sarsabilir. Özellikle Hizbullah’ın askeri gücüne ve lider kadrosuna yönelik saldırılar, hareketin tepkisini kaçınılmaz hale getirir. Hizbullah’ın askeri kanadı, böyle bir durumda misilleme yapabilir ve bu da bölgede daha geniş çaplı bir çatışmayı tetikleyebilir.
“Lübnanlılar birlikte hareket ediyor”
Çetiner Çetin: Hizbullah’ın üst düzey liderlerine yönelik suikastların artması, Lübnan’daki direniş hareketlerinin geleceğini nasıl etkiler? Hizbullah’ın siyasi ve askeri kanadı bu tehditlerle nasıl başa çıkmayı planlıyor?
Fadi Alameh: Bu sorunun asıl muhatapları elbette Hizbullah milletvekilleri ve onların bloğundaki diğer temsilcilerdir. Ancak, İsrail’in Lübnan topraklarındaki işgali sürdüğü müddetçe, Lübnan halkının büyük çoğunluğunun bu işgale karşı birleştiği ve işgali sona erdirmek için her türlü yola başvurmaya hazır olduğu açıkça ortadadır.
Bugün Lübnan’da yaşanan kriz, sadece mülteci akını ile sınırlı değil, aynı zamanda bu durumun getirdiği insani ve sosyal zorluklarla da derinleşmiş durumda. Bir milyondan fazla mülteci ülkeye sığınmış durumda ve onları yollarda sıkça görmek mümkün. Şu ana kadar iki binden fazla şehit verildi ve on binlerce insan yaralandı. Bu acılar, Lübnan halkını bir araya getirdi. Her yeni saldırı ve her yeni tehdit, Lübnanlıların daha fazla kenetlenmesine ve birlik içinde hareket etmesine yol açıyor.
Siyasi olarak farklı görüşlere sahip olsalar da, Lübnanlılar bugün bu farklılıkları bir kenara koyarak, birlikte hareket ediyor ve birbirlerine destek oluyorlar. Mültecilerin acılarını hafifletmek için büyük bir dayanışma örneği sergileniyor. Bu durum, işgale ve dış tehditlere karşı ulusal bir birliğin oluşmasına zemin hazırlıyor. Her ne kadar siyasi farklılıklar devam etse de, şu an öncelikli mesele, bu krizle başa çıkmak ve ülke içindeki dayanışmayı güçlü tutmak.
Gelecekte, bu kriz sona erdiğinde, Lübnan’ın siyasi geleceği ve ulusal birliği hakkında daha fazla konuşulacaktır. Ancak şu anda, işgale karşı verilen mücadele ve ülke içindeki krize yönelik gösterilen birlik, Lübnan’ın hem iç hem dış politikasında önemli bir rol oynamaktadır. Krizler, Lübnan halkının bir araya gelmesine sebep oluyor ve bu süreçte, işgale karşı ortak bir duruş sergilenmesi, ülkenin gelecekteki siyasi yapısını da derinden etkileyebilir.
Çetiner Çetin : Türkiye’nin son dönemde Gazze ve Lübnan konusundaki politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin bu bölgedeki diplomatik girişimleri ve Filistin davasına verdiği destek, Lübnan’ın bölgesel politikalarıyla nasıl örtüşüyor veya ayrışıyor?
Fadi Alameh: Şöyle söyleyelim, Orta Doğu’daki krizlerin ve gerginliklerin temel kaynağı, İsrail-Filistin anlaşmazlığıdır. Bu herkesin bildiği bir gerçek, biz Lübnan olarak özellikle 2000 ya da 2002’de Beyrut’ta alınan kararla iki devletli çözümü destekliyoruz. Bu çözüme inanıyoruz.
Türkiye’nin bu konuda oynayabileceği rol ise son derece kritik ve derin. Tarihi, bölgesel ve siyasi bağları sayesinde Türkiye, İsrail ile Filistin arasında barışın sağlanmasında önemli bir arabulucu olabilir. Türkiye, hem Batı ile olan ilişkileri hem de bölgedeki güçlü varlığı ile iki taraf arasında denge kurabilecek stratejik bir konuma sahip. Ayrıca, Türkiye’nin Filistin halkına yönelik uzun süredir devam eden desteği ve uluslararası platformlarda Filistin davasını savunması, bu süreçte ona büyük bir avantaj sağlıyor. Türkiye, sadece diplomatik arenada değil, insani yardımlarla da Filistin’e büyük katkılarda bulunuyor.
Türkiye’nin Arap dünyası ile güçlü ilişkileri de bu süreçte önemli bir faktör. Türkiye, hem Arap ülkeleri hem de İsrail ile kurduğu diplomatik köprüler sayesinde, bu krizden çıkış yolu bulmada etkili bir lider olabilir. Türkiye’nin sadece coğrafi konumu değil, tarihi ve politik etkisi de göz önüne alındığında, Filistin-İsrail sorununun çözümünde çok önemli bir rol oynayabileceği açıktır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin söylemi de aynıydı: Gazze’deki savaşın durması gerektiği gibi, Lübnan’daki savaşın da durması gerektiği vurgulandı. Eğer gerçekten savaşı durdurma yönünde bir istek varsa, her mesele ayrı olsa bile, başlangıç noktası ateşkes olmalıdır. Ateşkesten sonra her dosya ayrı ayrı ele alınabilir. Ancak tüm bu meseleleri birleştiren temel nokta, Filistin sorunu ve iki devletli çözümün zorunluluğudur.
Bölgedeki sorunların asıl kaynağı budur. Bazen bu sorunlar iç meseleler gibi görünse de, bölgedeki istikrarsızlığın temel nedeni İsrail’in tutumu ve Filistin halkının kendi devleti ve topraklarına sahip olma hakkının tanınmamasıdır. Geleceğe dair bir çözüm arayışında olan herkes, iki devletli çözümün gerekliliğini anlamalıdır. Bu çözüm, tüm bölgeye istikrar ve barış getirecek tek yoldur.
(Kaynak: Habertürk)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *