“Uluslararası sistemin ya da daha doğru bir deyişle küresel düzenin bir ham hayal olduğu ve küresel ölçekte sorumlu düzenleyici kurumların işlemediği bir fetret devrindeyiz. Dolayısıyla bölgesel ve orta ölçekli devletlerin daha proaktif olduğu bir dönem yaklaşıyor. Bu da daha fazla belirsizlik ve gerilim anlamına geliyor.”
Dr. Hüseyin Korkmaz / AA
Asya-Pasifik bölgesi küresel rekabetin yeni merkezi olmuş durumda. Bölgenin ekonomik ağırlığının artması jeopolitik olarak da öne çıkmasını sağlıyor. Amerika Birleşik Devleti (ABD)-Çin rekabetinin derinleşmesi bölgede artan stratejik çabaları daha da görünür kılıyor. İki ülkenin de tüm ağırlığını bölgeye yönlendirdiği ve rekabetin muhtevasının yayıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Dolayısıyla söz konusu rekabet bize uluslararası sistemin geleceği konusunda birçok şey anlatabilir. 2023 yılında ABD-Çin ilişkileri; teknoloji, ticaret ve askeri alanda belirgin hale geldi. ABD, Çin’e karşı özellikle çip alanında yaptırımlar uygulayarak “teknolojik bir çevreleme”yi yoğunlaştıracağını gösterdi. ABD ayrıca Güney Çin Denizi ve Tayvan civarındaki askeri varlığını daha fazla güçlendirdi. Çin ise Tayvan’a yönelik retoriğini keskinleştirdiği bir aşamaya geçti.
ABD Savunma Bakanı Lloyd James Austin’in sene içinde güvenlik alanında gerçekleştirilen Shangri-La Diyaloğu’nda yaptığı açıklamada, Güney Çin Denizi’nde serbest dolaşımın korunması ve bölgesel müttefiklerine destek taahhüdü çerçevesinde ABD’nin askeri varlığını güçlendireceklerine dönük sözleri özellikle Tayvan Boğazı’nda artan askeri aktivitelere ve Çin’in bölgedeki iddialı tutumuna bir yanıt olarak görülüyor.
Diğer taraftan ABD’nin 2024 yılı için 886 milyar dolar tutarında bir savunma bütçesini onaylaması dikkati çekti. Söz konusu bütçede Pasifik Caydırıcılık Girişimi kapsamında yaklaşık 9 milyar dolarlık kilit yatırımlar yer alıyor. ABD Savunma Bakanı daha önce yaptığı açıklamalarda yeni bütçede Hint-Pasifik’e yapılacak harcamalara odaklanacaklarını söylemişti. ABD savunma bütçesi Çin’in çevrelenmesine dönük bir yaklaşımı sürdürmeye devam ediyor. Japonya’nın duyurduğu ve bir rekor olan 56 milyar dolarlık savunma bütçesi ile beraber düşünüldüğünde Asya-Pasifik bölgesinde silahlanmanın önü sonuna kadar açılmış durumda.
Rekabet işbirliğinin önüne geçiyor
ABD ve Çin arasında yüksek seviyeli diplomatik müzakerelerin yaşandığı bir yıl geçirildi. Sene başında “casus balon” krizi üzerinden kötüleşen ve kopma noktasına gelen ilişkiler, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Pekin ziyareti ile biraz düzelse de gergin kalmaya devam etti. Öte yandan askeri anlamda iki ordunun iletişim kanallarının uzun süredir kesik olması bir başka problem alanı olarak öne çıktı.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve ABD Başkanı Joe Biden’ın kasımda San Francisco’daki zirvede bir araya gelmesi “işbirliği” umutlarını artırsa da yapısal bir karakter sergileyen ABD-Çin rekabetinin estetize edilmiş diplomatik görüşmelere rağmen yoğunlaşarak devam ettiği görüldü.
Liderler, ikili ilişkilerde istikrarı sağlamaya ve küresel sorunları çözmek için işbirliği yapmaya kararlı olduklarını açıkladı ancak somut olarak iki ordu arasında kesik olan iletişimin yeniden tesis edilmesi dışında bir gelişme olmadığı görüldü. İki ülkenin de giderek belirginleşen yeni bir soğuk savaş ortamında pozisyonlarını netleştirdiklerini söylemek mümkün.
Öte yandan ABD’nin G20 zirvesinde duyurduğu Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) küresel ölçekte büyük yankı uyandırdı. Çin ve Rusya’nın BRICS zirvesi ile çok kutupluluğu gündeme taşımaları ve BRICS’in genişlemesi dikkat çeken diğer hususlar olarak göze çarptı. ABD, IMEC ile küresel altyapı alanında Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne bir alternatif yaratmaya çabalarken Çin ise BRICS ve ŞİÖ gibi mekanizmalar ile çok kutuplu bir küresel yaklaşımı tetiklemeye çabalıyor.
Bölgesel güçler ve “riskten kaçınma” çabaları
Japonya, Avustralya ve Filipinler gibi ülkeler ABD ile ittifaklarını konsolide ederken Hindistan gibi büyük güçlerin ABD’ye yakın ama nötr bir dış politika izledikleri görülüyor. Aslında Japonya ve Avustralya gibi ülkelerin dış politikalarındaki tek alamet-i farika ABD ile kurulan tarihsel ittifak. Bu nedenle geniş bir manevra alanlarının olmadığını söylemek mümkün.
Asya-Pasifik bölgesinde yer alan diğer ülkelerin ise ABD-Çin rekabetine uygun bir şekilde kümelenerek daha çok riskten kaçınmaya dönük bir yaklaşım izlediklerini söyleyebiliriz. 2024 yılında iki ülke arasında cereyan eden rekabetin derinleşeceğini ve gerginliğin devam edeceğini söylemek mümkün. Tayvan ve Güney Çin Denizi gibi parlama noktalarının önemini koruyacağı ancak olası bir çatışmanın beklenmediği iki ülkenin de askeri anlamda faaliyetlerini yoğunlaştırmaya devam ettiği bir döneme girdiğimiz aşikar. Kuzey Kore’nin olası bir kriz merkezi haline gelmesi gibi gelişmeler gündeme gelebilir.
Özellikle Tayvan’da 2024 yılının hemen başında gerçekleşecek seçimler son derece mühim. Ancak tarafların statükoyu korumaya çabalayacakları bir belirsizlik dönemine girdik. Kayda değer olan şu ki ABD, askeri anlamda Tayvan’ı teçhiz etmeye devam ederken Çin de bölgedeki askeri modernizasyonunu ve yoğunluğunu artırıyor.
Küresel jeopolitik önümüzdeki dönemde artan çatışmalarla karakterize olacak gibi görünüyor. Bu nedenle yeni soğuk savaş ortamının derinleşmesi ve kutuplaşmaların artması beklenebilir. Çin ve Rusya’nın ilan edilmemiş ittifakının daha da gelişeceği ve bunun küresel ayrışmada önemli bir rol üstlenebileceği söylenebilir. Öte yandan orta ölçekli güçlerin bölgesel anlamda ön plana çıkabileceği bir konjonktürün oluşacağı tahmin edebilir.
Müesses uluslararası nizam ile çok kutupluluk yaklaşımı karşı karşıya
Sonuç olarak Asya-Pasifik bölgesinin küresel jeopolitikteki yerinin gelecek yıllarda daha da önemli hale gelebileceği söylenebilir. ABD-Çin rekabeti ve Çin’in yükselişi, 21. yüzyılın en belirleyici unsurları arasında yer alıyor. Öte yandan ABD’nin küresel hegemonyasının sorgulandığı ve gücünün aşınmaya başlandığı bir dönemden geçiliyor. ABD, son yıllarda dış politikada izlediği tutarsız yaklaşımlar nedeniyle zorluklar yaşarken bu durum diğer büyük güçlerin, özellikle de Çin’in çok kutupluluk söyleminin daha fazla dille getirilmesini sağlıyor.
İki ülkenin de kendi ulusal çıkarlarını maksimize etmeye çalıştığını ve ek olarak ABD’nin mevcut düzenin sürdürülmesine odaklandığı söylenebilir. Çin ise mevcut düzenin artık “işleyemediği” ve alternatif yaklaşımların da değerlendirilmesi gerektiği argümanı üzerinden bir yaklaşım inşa etmeye çabalıyor. İki ülkenin birbirlerini nasıl algıladıkları, bu algıların politikalarını nasıl etkilediği ve uluslararası normların bu ilişkilerde nasıl bir rol oynadığı hususu belki de bu rekabetin bam telini oluşturuyor.
Ezcümle, bu rekabetin uluslararası sistemi yeniden şekillendireceği net. Çin’in yükselişi, müesses uluslararası nizamın ABD liderliğindeki yapısını sorgulatıyor ve çok kutuplu bir dünya düzenine doğru eğilim göstermesine neden oluyor. Uluslararası sistemin ya da daha doğru bir deyişle küresel düzenin bir ham hayal olduğu ve küresel ölçekte sorumlu düzenleyici kurumların işlemediği bir fetret devrindeyiz. Dolayısıyla bölgesel ve orta ölçekli devletlerin daha proaktif olduğu bir dönem yaklaşıyor. Bu da daha fazla belirsizlik ve gerilim anlamına geliyor.
[Dr. Hüseyin Korkmaz, Bağımsız araştırmacı. 2021 yılında “Küresel Organik Kriz ve Yeni Soğuk Savaş: ABD ve Çin’in Sınırsız Stratejik Rekabeti” başlıklı kitabı yayınlanan yazarın çalışma alanları arasında Küresel hegemonya, ABD-Çin ilişkileri ve Çin’in Dış Politikası bulunuyor.]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *