Dünyanın hemen her ülkesinde sokaklara dökülen milyonlarca insan, Gazze’de Müslümanlara soykırım yapıldığını haykırırken G7 üyesi demokratik Almanya’nın tıpkı diğer batılılar gibi, İsrail’i uluslararası hukukun üzerinde ve dokunulmaz gören tavrı, geçmişinden aldığı dersin ne kadar tutarlı ve ahlaki olduğunu da tartışmaya açıyor. Almanya, Gazze’de kullanabilmesi için İsrail’e silah ihracatını da artırmış durumda.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz, 2 Mart 2022’de işgalci İsrail’e ilk ziyaretinde, Yad Vashem Holokost Anıtı’na giderek ziyaretçi defterine, “İnsanlığa karşı işlenen suç Shoah (Holokost) insanlığa uçurumun bir görüntüsünü verdi. Yahudilere yönelik toplu katliama Almanya önayak oldu. Almanlar tarafından planlandı ve uygulandı. Bundan her Alman hükümetinin İsrail devletinin güvenliği ve Yahudi yaşamının korunmasına yönelik sonsuz sorumluluğu doğar. Milyonlarca acıyı ve mağdurları asla unutmayacağız!” ifadelerini yazarak bir anlamda Almanya’nın yahudilere karşı tarihi sorumluluğunun işgalci İsrail’e yönelik ebedi bir yükümlülük anlamına da geldiğini kayıtlara geçirmiş oldu.
AA’nın aktardığına göre, Olaf Scholz’un üstlenmeyi tercih ettiği bu “sonsuz sorumluluğun” gerçekte neleri kapsadığı, 7 Ekim sonrasında daha iyi anlaşılmaya başlandı.
Merkel de İsrail’i Almanya’nın ‘varlık nedeni’ saymıştı
Esasen Almanya’nın siyonist rejime karşı hissettiği tarihi sorumluluğu benzer netlikte ilk ifade eden lider, Mart 2008’de dönemin Alman Başbakanı Angela Merkel olmuştu. Söz konusu tarihteki ziyaretinde siyonist İsrail Meclisi Knesset’te konuşan Merkel, işgalci İsrail’in güvenliğinin Almanya için “varlık nedeni” olduğunu vurgulamıştı.
Aynı ifade Merkel’in halefi Olaf Scholz tarafından 15 yıl sonra, İsrail’in Gazze’ye yönelik hedef gözetmeyen yoğun bombardımanlarının sürdüğü 12 Ekim’de Federal Alman Meclisi Bundestag’da tekrarlandı. Olaf Scholz, söz konusu konuşmasında “Şimdi Almanya’nın duracağı tek bir yer var, o da İsrail’in yanıdır. İsrail’in güvenliğinin Almanya’nın varlık nedeni olduğunu söylediğimizde kastettiğimiz budur. Almanya’nın tarihi ve Holokost sebebiyle sahip olduğu sorumluluk, İsrail’in mevcudiyeti ve güvenliğini sürdürmemizi gerektirir.” ifadelerini kullandı.
Olaf Scholz’un ifadesiyle Almanya’nın Holokost’tan kaynaklanan “sonsuz sorumluluğu”, 7 Ekim sonrasındaki süreçte Gazze’de işgalci İsrail ordusunca, yasaklanmış mühimmat kullanımı dahil savaş suçları işlenirken sadece siyasi destekle taşınabilecek bir yük değildi. Almanya’nın askeri yardım dahil işgal rejimine her türlü desteği vermesi gerekliydi.
Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim sabahı, işgalci İsrail’in “Filistinlilere ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere kutsal değerlerine yönelik” süren ihlallerine karşılık verme gerekçesiyle kapsamlı saldırı düzenlerken, işgalci İsrail ordusu da Gazze Şeridi’ne yoğun hava bombardımanını başlatmıştı. Bu süreçte saldırılarını yoğunlaştırarak hastaneler, ambulanslar, okullar, ekmek fırınları, mülteci kampları ve BM çalışanlarını da hedef alan, Gazzelilerin suyunu, elektriğini, gıdaya ve internete erişimi ile hastanelerin faaliyetlerine devam edebilmesi için hayati önemdeki akaryakıtını kesen işgalci, güneye gitmelerini söylediği Müslüman sivillerin konvoylarını da zaman zaman hedef alırken bir yönüyle Almanya dahil Batılı demokratik ülkelerden gelen sınırsız destek açıklamalarından kaynaklanan özgüvenini de sergiliyor, adeta dünyaya uluslararası hukukun üzerinde olduğunu haykırıyordu.
Olaf Scholz, 7 Ekim sonrası ilk destek ziyareti yapan demokratik lider oldu
Siyonist İsrail’i 7 Ekim sonrasında ziyaret eden ilk yabancı hükümet başkanı olan Olaf Scholz, Holokost’tan 3 yıl sonra, 1948’de kurulan işgal rejimine karşı Almanya’nın duyduğu “sonsuz sorumluluğun” da gereğini yerine getirmekteydi. Olaf Scholz, 17 Ekim’de işgalci İsrail’i ziyaret ederken Alman hükümeti bu esnada Tel Aviv yönetimine silah ihracatı sözleşmelerine onayı hızlandırmakla meşguldü.
Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, işgalci İsrail’den kiralanan iki Heron silahlı insansız hava aracının Gazze’de kullanılması için İsrail’e iade edildiğini duyururken Almanya’nın İsrail’e silah ihracatının ekimde yoğunlaştığı ve bu yılın ilk 10 ayında yaklaşık 10 kat artarak 303 milyon avroya yükseldiği Alman basınına yansımıştı.
Alman halkının Filistin’e destek gösterileri
Filistin’e destek gösterileri 7 Ekim sonrası süreçte Gazze’deki sivil kayıpların artmasıyla paralel şekilde tüm dünyada yaygınlaşırken Alman makamları antisemitizmle mücadele gerekçesiyle, gösterileri engellemekle meşguldü. Ülkede bu süreçte Filistin yanlısı yaklaşık 100 gösterinin düzenlenmesine izin verilmezken başkent Berlin’de öğrencilerin Filistin şalı ve üzerinde Filistin bayraklarının bulunduğu çıkartmalar taşıması yasaklandı. Bavyera eyaletinde ise Filistin yanlısı gösterilerde kullanılan “Nehirden denize” sloganına, antisemitik olduğu gerekçesiyle yasak getirildi.
Almanya’da terör örgütleri listesinde bulunan PKK’nın gösterilerine bile göz yumulurken sivillerin katledilmemesi ve ateşkes çağrısıyla düzenlenen Filistin yanlısı gösterilere karşı bu katı yaklaşım, uluslararası insan hakları kuruluşlarından da eleştiri aldı.
Uluslararası Af Örgütü, işgalci İsrail’e karşı barışçıl protestoların bir güvenlik sorunu gibi görülemeyeceğini, bazı Avrupa ülkelerinde Filistinlilerle dayanışma gösterilerinin yasaklanmasının, bu kapsamda görüşlerini ifade edenlerin taciz edilmesi ya da gözaltına alınmasının, bu tür faaliyetlere katılan yabancıların sınır dışı edilebileceği yönündeki uyarıların veya bu gerekçeyle işten çıkarılmaların bu ülkelerin insan hakları yükümlülükleriyle çeliştiği uyarısında bulundu.
İşgalci İsrail’le ilgili tavrı bağlamında Almanya’ya en dikkat çekici eleştiri, 17 Kasım’da Berlin’i ziyaret eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi. Berlin ziyaretinde Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Başbakan Olaf Scholz’la görüşen Erdoğan, Scholz’la ortak basın toplantısında, “Tevrat’ta bunların hiçbirisi yoktur. Yapamazsın. İnsan hakları beyannamesinde yapamazsın. Ama burada görüldüğü gibi bu çocuklar nasıl vuruluyor? Hastanelerde bunlar nasıl öldürülüyor? Bunlar karşısında biz elimiz, kolumuz bağlı mı duracağız? Buna karşı hiç sesimizi çıkarmayacak mıyız? Eğer burada elimiz, kolumuz, dilimiz bağlı kalırsak bunun tarihe hesabını veremeyiz. Onun için bir borçluluk psikolojisi içerisinde İsrail-Filistin savaşını değerlendirmemek gerekir. Bakın ben rahat konuşuyorum. Çünkü bizim İsrail’e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamayız. Ama borçlu olanlar, rahat konuşamıyorlar. Biz Holokost cenderesinden geçmedik.” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın bu sözleri Avrupa basınında geniş yer bulurken İngiliz The Telegraph gazetesi, “Erdoğan, Almanya’nın Holokost nedeniyle İsrail-Hamas savaşı hakkında konuşamadığını ima ediyor” başlığını attı.
Almanya’nın Holokost’tan ders aldığı anlamını ihtiva eden “Bir daha asla” sloganını ne kadar doğru anladığını, bütün soykırımlara mı yoksa sadece yahudi soykırımına mı karşı olduğunu göstermek için süresi hızla azalıyor.
Rusya ve Ukrayna arasında, Avrupa’nın istikrar ve güvenliğine de risk oluşturan savaş sürerken Almanya ve Avrupa Birliği’nin işgalci İsrail sorununa hakkaniyetli bir tutum benimsemesi mümkün görülmezken, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD merkezli düzenin sık sık test edilerek zorlandığı bir dönemde küresel barışın, yalancılıkları ile malul bu devletlerin kontrolünde olduğu gerçeği, geleceğe ilişkin endişeleri de artıyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *