Batı kulübünün tüm dünyaya empoze ettiği uluslararası insancıl hukuk, silahlı çatışan tarafları, sivilleri ve doğal varlıkları korumayı amaçlayan uluslararası antlaşma ve örf-adet kurallarını içermesine karşın, gerek ABD’nin gerekse İsrail’in zalim saldırıları söz konusu olduğunda tamamen devre dışı kalıyor, karşısındakileri ise tamamen bağlayıcı!
Siyonist rejimin abluka altındaki Gazze Şeridi’nde sivil Filistinli Müslümanları hedef alan saldırıları, “insancıl hukuku” ciddi şekilde ihlal etmesi sebebiyle “uluslararası hukuk normları” açısından savaş suçu teşkil ediyor.
İsrail’in ‘savaş suçları’
Siyonistlerin, Hamas’ın operasyonunun ardından abluka altındaki Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları bir kez daha “savaş suçları” başlığı altından tartışılmaya başlarken, AA muhabiri kavramın nasıl tanımlandığı ve arka planının hangi unsurlardan oluştuğunu derleyen bir haber hazırladı.
Tanıma göre savaş suçu, ‘savaş hukuku’ olarak da bilinen ‘insancıl hukuk’ kurallarının ciddi şekilde ihlali durumunda oluşuyor. Bu açıdan öncelikle uluslararası insancıl hukukun ne olduğunun doğru anlaşılması önem arz ediyor.
Uluslararası insancıl hukuk, silahlı çatışan tarafları, sivilleri ve doğal varlıkları korumayı amaçlayan uluslararası antlaşma ve örf-adet kurallarını içeriyor. Bu kurallar, çatışmanın taraflarının kullanabileceği silahları ve çatışma yöntemlerini sınırlıyor.
Savaş hukuku olarak da bilinen insancıl hukuk kurallarının ciddi şekilde ihlali durumunda ise savaş suçu oluşuyor. Örneğin, İsrail’in çatışmalarda kullanılması yasak olan beyaz fosforu Gazze’nin kuzeyinde Kerame bölgesinde Filistinlilere karşı kullanması, uluslararası insancıl hukukun ağır bir ihlali olması dolayısıyla savaş suçu oluşturuyor. Bu durumda beyaz fosforu kullanan, kullanılmasını emreden ve kullanmasını engelleme yükümlülüğü bulunan İsrailli askerlerin, komutanların ve devlet görevlilerinin “savaş suçu” işlediği görülüyor.
Uluslararası insancıl hukuk ve savaş hukuku ayrımı nedir?
“Savaş” tabiri iki devletin orduları arasındaki çatışmalar için kullanılırken, silahlı örgütlerin de çatışmaların tarafı haline gelmesiyle birlikte “savaş” terimi yerine “silahlı çatışma” ibaresi kullanılmaya başlandı.
Taraflarından birinin sadece devlet olmayan silahlı örgütlerin teşkil ettiği çatışmalara “uluslararası olmayan silahlı çatışma” deniyor, eğer her iki tarafta da bir devlet çatışmaya kısmen de olsa katılırsa “uluslararası silahlı çatışma” ibaresi kullanılıyor.
Bu iki hukuk dalı büyük oranda aynı şeyi ifade ediyor. Daha önceden sadece devletler arasındaki savaşa ilişkin olması ve merkezine sadece askeri amaçları alması sebebiyle “savaş hukuku” olarak da adlandırılan bu hukuk dalı, artık merkezine insanın korunmasını ve savaş dışındaki silahlı çatışmaları da ele almasıyla birlikte “insancıl hukuk” ifadesiyle tanımlanıyor.
Uluslararası insancıl hukuk batıda tasarlandı
Uluslararası insancıl hukukun kaynakları yüzyıllar boyunca insanlığın ortaklaşa ürettiği ve yazılı olmayan “silahlı çatışmalara ilişkin teamül kuralları” ve yazılı anlaşmalardan oluşuyor.
Teamül kuralları İslam hukukunda da yer alan esirlerin öldürülmemesi, teslim olanlara eziyet çektirilmemesi ve düşmanın aşağılanmaması gibi çok çeşitli kuralları içeriyor.
Uluslararası insancıl hukukun yazılı kuralları ise temelde Lahey sözleşmeleri ve Cenevre Konvansiyonları olarak iki grupta toplandı.
İlk olarak 1864 tarihli Cenevre Sözleşmesi ile başlayan bu sözleşmeler, temelde insana eziyet veren ve kullanılmaması gereken savaş yöntemlerini ve araçlarını belirliyor.
Silah teknolojilerindeki gelişmeler ve özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda görülen insani yardım ihtiyacını karşılamak için ortaya çıkan 1949 Cenevre Sözleşmeleri, 1925 Cenevre Protokolü, 1977’deki ek protokoller, 1993 Kimyasal Silahlar Sözleşmesi, 1997 Antipersonel Mayınlar Sözleşmeleri ve 1998 tarihli Roma Statüsü insancıl hukukun başlıca kaynaklarını oluşturuyor.
Siyonist rejim, insancıl hukuk sözleşmelerinden bazılarına taraf olmasa da söz konusu kuralların büyük kısmının teamül hukuku olması sebebiyle, Gazze’ye yönelik operasyonlarında insancıl hukuk siyonist rejimi de bağlayan bir hukuk rejimi olarak kabul ediliyor.
Öte yandan işgalci İsrail’in söz konusu saldırıları “Hamas’ın terör saldırıları” olarak nitelendirerek, insancıl hukukun ekseninden çıkarmayı amaçlaması da geçerli bir hukuki neden olarak görülmüyor zira söz konusu karşılıklı saldırıların “silahlı çatışma” boyutuna varmış olması sebebiyle işgalci, her durumda, haklı ya da haksız taraf olmasına bakılmaksızın insancıl hukuk kurallarıyla bağlı bulunuyor.
Uluslararası insancıl hukukun temel kuralları neler?
Batının ürettiği uluslararası insancıl hukuk, çatışmalarda sözde temel kuralları belirliyor. Bu antlaşmalar, sivil halkın, yaralıların, hastaların ve savaş esirlerinin korunması, silah kullanımının sınırlanması ve insani yardımın sağlanması konularında uluslararası standartları belirliyor. Buna ek olarak, sivil halk ve savaşçılar arasında ayırım yapmayı, sivillere toplu veya bireysel saldırıları yasaklıyor. Teslim olan veya çatışmaların dışında kalan kişilere saygı göstermeyi, yaralıların ve hastaların özel korunmasını sağlıyor.
Öyle ki çatışmalarda yaralanan ve artık savaşamayacak durumda olan bir kişi de tedavi gördüğü esnada “savaşan” statüsünde değil “sivil” statüsünde yer alıyor. İnsancıl hukuk, sağlık personeli ve tesislerinin korunması, Kızılhaç veya Kızılay amblemine saygı gösterilmesini de gerektiriyor.
Tutsak askerlerin ve sivillerin yaşam, onur, kişisel haklar ve aileleriyle iletişim haklarına saygı gösterilmesi de bu hukukun ayrılmaz bir parçası. Buradan yapılan bir çıkarımla, uluslararası insancıl hukukun, rehine alma ve sivilleri tutsak etmeye ilişkin kategorik bir yasak getirmediği kabul ediliyor.
Siyonist rejim, Birleşmiş Milletler nazarında işgali altında bulunan Gazze Şeridi’ndekileri, Cenevre Sözleşmeleri kapsamında çatışma hukuku çerçevesinde birtakım kurallara uymak şartıyla tahliye edebiliyor ancak bu, Gazze’dekilerin kitlesel olarak ve geleceği belirsiz şekilde yerlerinden çıkartılabileceği anlamına gelmiyor.
Üstelik böyle bir durumda dahi, yerinden edilecek kişilerin sağlıklı, güvenli ve makul bir şekilde yeni yerlerine geçmesinin beklenmesi, geri dönüş hakları ile buna ilişkin tedbirlerin alınması gerekiyor. Bu açıdan siyonist rejimin Gazze’nin güneyine geçmeye çalışan sivillere yönelik saldırılarının da açık bir savaş suçu olduğu görülüyor. Ayrıca işgal rejimi İsrail, zorla göç ettirdiği sivillerin geri dönüşleri konusunda da bir plan sunmuyor.
Buna ek olarak, siyonist yetkililerin Gazze’deki halkın ülke dışına, özellikle Mısır’a sürülmesi kabilinden niyetleri insancıl hukuk anlamında bir tahliye olmayıp insancıl hukukun temel amacına aykırı bir durum olarak kendini gösteriyor.
İnsancıl hukuk kimleri bağlıyor?
Uluslararası insancıl hukuk, silahlı çatışmanın tüm taraflarını bağlaması öngörülüyor. Söz konusu kuralların bir çoğu teamül niteliğinde olduğundan, bir devletin ya da silahlı örgütün, herhangi bir uluslararası anlaşmaya taraf olmasına bakılmaksızın, insancıl hukukun kurallarına uyması zorunlu.
Ayrıca, 2010 itibarıyla dünya genelinde 194 devlet Cenevre Sözleşmeleri’ne taraf olurken, 170 devlet sözleşmelerin I. protokolüne ve 165 devlet II. protokolüne katıldı. Bu geniş katılımın, sözleşmelerin evrenselliğini gösterdiği öne sürülüyor.
Eski Yugoslavya mahkemesinin içtihadına göre, bu kuralların önemli bir kısmı, uluslararası olmayan nitelikteki silahlı çatışmaları da kapsıyor. İsrail-Filistin olayında, işgalci İsrail ordusu, Hamas, Batı Şeria’daki Filistin yönetimi başta olmak üzere çatışmaya katılan ve destek veren tüm taraflar, insancıl hukuk kurallarıyla bağlı sanılıyor.
Öte yandan, Akdeniz’e savaş gemisi gönderen ABD, savaş gemisi göndereceğini açıklayan İngiltere, Fransa gibi devletler ile Gazze’ye kara operasyonu yapılması durumunda çatışmaya katılacağı düşünülen Hizbullah ve Husiler gibi silahlı gruplar da yine insancıl hukukla bağlı oluyor.
Uluslararası insancıl hukuk, hangi durumlarda uygulanıyor?
Uluslararası insancıl hukuk, iki durumda uygulanıyor ve iki farklı koruma sistemi sunuyor:
İlk olarak; uluslararası silahlı çatışmalarda Cenevre Sözleşmeleri ve I. ek protokol geçerli olurken, bu kapsamda, kara ve deniz savaşlarında yaralı veya hasta askerler, sağlık hizmetleri mensupları, savaş esirleri, sivil halk (örneğin, savaş taraflarının topraklarında bulunan yabancı siviller, işgal altındaki bölgelerdeki siviller, sivil tutuklular ve sağlık personeli) korunur.
Filistin örneğinde olduğu üzere, ulusal bağımsızlık savaşları da uluslararası silahlı çatışma kategorisine dahil ediliyor. Bu sebeple İsrail-Hamas arasındaki çatışmalar, Gazze’nin işgal altında olması ve bağımsızlık savaşı yürütmesi bakımından uluslararası nitelikteki bir silahlı çatışma olup, İsrail ve Hamas’ın fiileri açısından insancıl hukuk tüm kurallarıyla uygulama alanı buluyor.
İkinci olarak uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda ise dört Cenevre Sözleşmesi’nin ortak 3. maddesi, I. ek protokol ve bazı durumlarda II. ek protokol uygulanıyor. Bu durumda, yaralı veya hasta muharip askerler, çatışma nedeniyle özgürlüklerinden mahrum edilmiş kişiler, sivil halk, sağlık personeli ve din adamları koruma altında bulunuyor.
Gazze’nin elektriğini ve suyunu kesmek
Batının tanımladığı uluslararası insancıl hukuk kapsamında abluka, çatışan taraflardan birinin, diğer tarafın üçüncü devletlerle ilişkilerini engellemek amacıyla uygulanan bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Savaşan taraflardan biri, diğerinin limanlarını kuşatarak, tüm gemi ve uçakların abluka hattını geçişlerini denetim altına alarak gerçekleştiriyor.
Bu yöntem, abluka altındaki tarafın açık denizlere çıkışını ve ticari ilişkilerini sürdürme yeteneğini azaltmayı hedefliyor. Abluka, savaşan grupların dışında sivil halkın temel yaşamını ciddi derecede etkilemesi ve sivil halkı cezalandırıcı boyuta ulaşması durumunda insancıl hukukun ihlalini oluşturuyor. Dolayısıyla insancıl hukuk, Gazze’ye uygulanan tam abluka gibi toplu cezalandırmayı da yasaklıyor. Burada işgalci güç sayılan İsrail’in, su ve elektriği kesmesi, savaş hukukunun açık bir ihlali olup, savaş suçu teşkil ediyor.
Söz konusu elektrik ve su altyapılarının Hamas tarafından da kullanılıyor olması, Gazze’deki 2 milyondan fazla halkın cezalandırılmasına meşruiyet sağlamıyor. Hamas’ın elektrik ve suya erişimini engellemek için tüm Gazze halkının ve 2 milyondan fazla sivilin temel insani imkanlardan mahrum bırakılması insancıl hukukun orantılılık ve gereklilik ilkelerine aykırılık teşkil ederek savaş suçu oluşturuyor.
Silahlı çatışmalarda mağdurlara insanı yardım sağlama zorunluluğu var mı?
İnsancıl hukuka göre devletlerin, silahlı çatışma mağdurlarının hayatta kalabilmeleri için hayati öneme sahip malzeme yardımı sağlama yükümlülüğü bulunuyor. Bu hakkın kapsamı, 1977 tarihli ek protokol ile daha da genişletildi. Uluslararası bir silahlı çatışmada, yardım alma hakkı sivil halkın hayatta kalabilmesi için gerekli malzemelerin serbest geçişini de içeriyor.
İşgalci gücün, işgal ettiği topraklardaki halka temel malzemeleri sağlama görevi bulunuyor. Gazze’deki mevcut durumda, siyonist İsrail’in gıda ve ilaç dahil insani yardımların sağlanmasını engellemesi savaş hukukunun açık bir ihlali olup, savaş suçu teşkil ediyor.
Savaş suçu durumunda ne oluyor?
Uluslararası insancıl hukukun uygulanması için çatışan tarafların denetlenmesi gerekiyor. İnsancıl hukukun ihlali durumunda savaş suçları söz konusu oluyor ve bu suçlara ilişkin yargılanmalar hem yerel mahkemeler hem de uluslararası mahkemeler tarafından yapılabiliyor.
Her sivil kaybı savaş suçu sayılmıyor
Silahlı çatışmalarda sivil kaybının yaşanması her durumda savaş suçu anlamına gelmemekle birlikte, sivillerin doğrudan hedef alındığı durumlarda savaş suçu teşkil edebiliyor. Özellikle askeri amaçla kullanıldığı iddia edilen bir sivil hedefin, söz konusu askeri amaçla kullanıldığına ilişkin gerçekçi deliller olmaması durumunda savaş suçu meydana gelebiliyor.
Öte yandan, askeri bir hedefe yapılan saldırı sebebiyle meydana gelebilecek sivil kayıplarının da hesaplanması ve eğer söz konusu saldırı sebebiyle meydana gelebilecek muhtemel sivil kaybı saldırıyla elde edilecek askeri avantajı aşıyorsa bu saldırının düzenlenmemesi gerekiyor.
Örneğin, işgalci İsrail’in Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesine düzenlediği, yüzlerce kişinin ölümüne yol açan saldırıda, söz konusu hastanenin Hamas tarafından kullanıldığı düşünülse dahi; saldırının İsrail’e askeri açıdan fayda sağlaması yeterli olmayıp, binanın hastane olması, buradakilerin yaralı ve tedavi gören insanlar olması ve tamamına yakınının sivillerden oluşması sebebiyle söz konusu saldırı insancıl hukukun ihlali anlamına geliyor. Bir başka deyişle, savaşılan gruba ait bir yerin imha edilmesi için yüzlerce sivilin öldürülmesi, meşru bir askeri hareket olarak kabul edilmiyor ve insancıl hukukun ağır bir ihlali olması sebebiyle savaş suçu olarak değerlendiriliyor.
Savaş suçları nasıl soruşturuluyor?
Devletler, insancıl hukukun ciddi ihlallerinden şüphelenilen kişileri yargılamak için gerekli yasal önlemleri almakla yükümlü. Bu ihlalleri gerçekleştiren kişilerin, savunma yaptıkları yer ya da milliyetlerine bakılmaksızın evrensel yargı ilkesine göre araştırılıp cezalandırılması gerekiyor.
Örneğin Suriye’deki iç savaşta insancıl hukuku ihlal edenlerin mülteci olarak gittikleri Finlandiya, İsveç, Almanya, Avusturya ve Fransa gibi ülkelerde savaş suçlarından yargılandıkları görülüyor.
Öte yandan Ruanda, eski Yugoslavya ve Kamboçya’da işlenen savaş suçu ve diğer uluslararası suçlar için kurulan uluslararası statüdeki mahkemeler eliyle de yargılama yapılabiliyor.
Bu bağlamda, Yugoslavya ve Ruanda için BM Güvenlik Konseyi tarafından kurulan Uluslararası Ceza Mahkemeleri, bu ülkelerdeki savaş suçlarından sorumlu tutulan kişilerin yargılanmasında önemli bir rol oynadı.
Hollanda’daki Uluslararası Ceza Mahkemesi ne iş yapıyor?
Günümüzde savaş suçlarının soruşturulması görevini aktif olarak sürdüren mahkeme ise Hollanda’nın idari başkentindeki Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM).
UCM, Filistin’in mahkemeye taraf ülke olması sebebiyle; Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten oluşan Filistin topraklarında işlenen savaş suçu, insanlığa karşı suç ve soykırım suçlarını, faillerin nereli olduğuna bakılmaksızın soruşturabiliyor. Mahkeme, bu suçlardan birini işlediği tespit edilen üst düzey devlet görevlileri hakkında hapis cezası verebiliyor.
Fakat bu mahkeme, Rusya-Ukrayna konusunda süreci hızlı ilerleterek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında yakalama kararı çıkartırken, Filistin konusunda tam tersi hareket ederek 13 Haziran 2014’te başlayan süreç neticesinde herhangi bir siyonist İsrailli hakkında dava açılmadı ve yakalama kararı çıkartılmadı.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *