Her dönemde Firavunlara karşı ne yapılacağının yolunu, yöntemini en iyi bilen ve kendisine müracaat edilecek yegane referans, Musa’nın Rabbi Allah’tır. O’nun kitabı elimizdedir ve Firavun sisteminin hiçbir şubesi/neferi onu yakmakla kendi sonundan kurtulamayacaktır.
İsa Dervişoğlu / Gazete İpekyol
İnsan fıtratı gereği bir otoriteye ihtiyaç duyar. Başka bir ifadeyle insan, mutlaka bir otoriteye tabidir. Bu otoritenin bir gücü veya yaptırım uygulama özelliğinin olup olmaması fark etmez.
En üst otorite Allah’ tır/ilahtır.
Bir otoriteye/rehbere/sınırlayıcıya/uyarıcıya/emredene/men edene… ihtiyaç duymayan insan/toplum, insanlık için hangi riskleri taşır ve ne gibi tehlikeli sonuçlar doğurabilir?
Bu sonuçların tümü sadece kendisini mi etkiler?
İnsanın potansiyeli sınır tanımadığı için, sadece kendisine vereceği zararla kalmaz; haddini aştığında küresel tahribatlara yol açabilir.
İslam, Allah’ tan başka ilah/otorite tanımama şartı ile kapısını insana açar. İslam’ın ilk ve aslında tek şartı da budur.
İblis/Şeytan/kötülük, bu otoriteyi reddetti…
“Hayır! Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli gördüğü için çizgiyi aşar.” Alak: 6-7
Bu ayetler, çok çarpıcı bir özetidir insanın. İnsanın aşmaması gereken çizgiden/sınırlardan bahseder. Her ilah, kendi çizgileri ile (had) emir ve yasaklarla sınırlar koyar. Bu yetki, insanda değildir. Çizgiyi aşmak, insanın kendini yeterli görmesi/ilahı/Allah’ ı devreden çıkarması ile gerçekleşir. Aslında ilk adım, insanın kendini yeterli görmesidir. Yani Allah’a ihtiyaç duymamasıdır. Allah ile doğru ilişki sistematiğinden çıkmasıdır. Allah ile olan doğru ilişki bozulduğunda; diğer ilişkiler de fesada uğrar.
Allah’a gerek duymadığında, uyacağı/uymak zorunda olduğu sınırlar da anlamsızlaşır ve insan/toplum/yapı/ülke, kendi gücü ve potansiyeli oranında Allah’ ın ona çizdiği çizgi dışında manevralara başlar, bu doğrultuda bir hayat kurar, bu doğrultuda toplum ve ilişkiler kurar, bu doğrultuda fıtratı, nesli, ekini, aklı, dini, dengeyi, adaleti, sonraki nesillerin haklarını, havayı, suyu, atmosferi tahrip eder.
Allah’ ın devrede olmadığı tüm bu gidişat, haddi aşma/azma olarak ifade edilmiştir. Bir hayvanın azması sınırlı bir tehlike iken bir insanın/toplumun azması çok daha büyük tehlikedir. Neticede bugün kurulu olan küresel seküler sistemler, yapılan bunca yıkım, tarihte kitlesel kıyımlar, soykırımlar, atom bombaları ile yapılanlar gibi büyük felaketlerin ana nedeni insanın haddi aşmasıdır.
Bu haddi aşma durumu, Kapitalizm/Emperyalizm tarzıyla sistemleşmiştir.
Günümüzün azgın egemen Firavun’ u Atlantik’ tir. Atlantik; Kuruluşu ile başlayan küresel bozgunculuğuna devam etmekte, bu, küresel yıkıcılığı ve azgınlığını sınırlayabilecek bir rakip çıkmaması ve tek kutuplu/tek egemen güç olarak varlığını sürdürebilmesi için durmadan küresel çapta bozgunculuğa devam etmekte, yeni savaşlar çıkarmaktadır. Tüm gücünü ve imkanlarını bunun için harcamaktadır.
İnsan, otoriteden hoşlanmaz. Kendini yeterli görür, muhtaç olmadığını/olmayacağını ve yapıp ettiklerinin ilahi otoriteden değil; kendisinden/çevreden kaynaklandığını düşünür. Bu hüküm, kendini otorite/ilah olarak görmektir.
İnsan, yaşamı boyunca da insan-ilah ilişkisinden farklı olarak farklı otoritelere ihtiyaç duyar ya da farklı otoritelerin etkisine maruz kalır. İsteyerek veya istemeyerek, fark ederek veya fark etmeden. Ama bu da çok gereklidir.
Öğretmen, usta, anne, baba, komutan vs.
Bu, ilah dışındaki otoritelere bir ilahlık atfedilemez ve bu otoritelerin niteliği/kimliği ve bunlarla ilişkinin şekli ve boyutlarının da aslında en üst otorite tarafından kurallara bağlandığını unutmamalıyız.
İnsan-otorite ilişkisinin insanlık tarihi açısından ele alınabileceği derinlikte yönleri olduğu gibi, insanın/insanlığın/varlığın serüveni ve mahiyeti ile mevcut yaşamın/toplumun/insanın dizayn edilmesi ve gelecekle ilgili yönleri de mevcuttur.
Aslında tüm sorunların temelinde insan-otorite sorunu yatmaktadır denebilir. Zira insan-otorite ilişkisi, insanın diğer tüm olgu ve unsurlarla ilişkisinin temellendiği bir yapı arz eder.
Bu yönüyle insan-otorite ilişkisinin sağlıklı/meşru olması; insan-doğa, insan-insan ilişkisi ile özetlenebilecek tüm ilişkilerin de olumlu olması anlamına gelecektir.
Postmodern süreçlerin insanı bireyselleştirerek otoriteden azad ettikleri yanılgısını bu bağlamda ele alabiliriz. Yüzeysel ifadelerle bireylerin eşit olduğu ve özgür yaşadığı, her bireyin eşit şansa/imkana sahip olduğu algısı ile övünülür. Oysa hakikat hiç de öyle değildir.
İnsanın otoriteden beri olmasının onu itibarlı ve değerli kılacağı yanılgısı, aslında birçok otoriteyi gizlemektedir…
Peki insan, haddi aştığında; onu kim durduracak. Aslında insanın/insanlığın temel sorunsalı budur. Cevabı ise yine insandır.
“Firavun’ a git! O hakikaten azdı” Naziat: 17
Herkes kendi Firavununa gitmeli ve her tolum iş birliği yaparak küresel Firavuna gitmeli. Özeti budur. Onun sihirbazları olan bankaları, finans sistemleri, askerleri ve silahları, modern oyunları, üretim ve tüketim tarzları, medyası, kuklaları, dayattığı değerleri, yaptırımları, teröristleri, demokrasileri, kukla yöneticileri, üsleri, filmleri, sapkın projeleri, tekelleri…
Bugünün iyilerinin, kendilerini bu sistemleşmiş zincirlerden kurtarmasının yolunu en iyi bilen elbette ki Allah’ tır. Zira Firavun’a giden Musa’ nın arkasında Allah vardır.
Her dönemde Firavunlara karşı ne yapılacağının yolunu, yöntemini en iyi bilen ve kendisine müracaat edilecek yegane referans, Musa’nın Rabbi Allah’tır. O’nun kitabı elimizdedir ve Firavun sisteminin hiçbir şubesi/neferi onu yakmakla kendi sonundan kurtulamayacaktır.
Sonuç olarak; otorite bir gerekliliktir. Modern yaşam pratisyenleri, tüm araç ve argümanlarıyla üzerimizde bir ilahlık otoritesi kurmuşlardır. Buna küresel hegemonya diyebiliriz.
İnsanın, diğer varlıklarla kuracağı/kurduğu otorite ile ilgili/hiyerarşi, Allah/ilah ile olan ilişkiden farklıdır. Bunun niteliğini de Allah belirlemiştir.
Çok sevdiğimiz bir yakınımız veya annemiz, babamız bile olsa, güvendiğimiz, niyetinin iyi olduğuna inandığımız bir otoritenin, yaptığı tüm yıkım ve yanlışlarının hoş karşılanması, fark edilmeden onu ilah edinmeye götürebilir. Yanlışı düzeltmeye çalışmak farzdır.
Küresel hegemonya, kurum ve kuruluşlarıyla, kanun ve sistemleriyle hayatımızın tüm alanlarını kuşatmıştır. Her sömürdüğü topluma, onlara benzeyen birini atayabilme gücü vardır. Bize, emeğimizi sömürebileceği tüketim tarzı dışında bir yaşam şekli ve alanı bırakmak istememektedir. Üstelik bunu da özgürlük olarak tanımlamaktadır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *