Unutmamak gerekir ki: “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” (Enam/59)
Nihat Güç / İslam ve Hayat
Kader; imanın önemli meselelerinden biridir. Ayetlerde direkt olarak: “Kadere iman edin!” diye bir emir bulunmamaktadır. “Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık. Ve bizim buyruğumuz tektir, göz açıp kapayıncaya kadar olup biter.” (Kamer/49-50) ayetinde “kader” kelimesi kullanılmıştır. Ancak buradaki kader kelimesi yaratılan varlıkların, içinde yaşadıkları ortamın ve yaşam şartlarının bir ölçüye göre yaratıldığını ifade etmektedir. “Allah’ın taktir ettiği yani kader olarak sunduğu bu ölçünün dışına çıkmak isterse bir insan, çıkabilir mi, yoksa çıkamaz mı?” sorusu kader konusunda aydınlatıcı bir yol sunacaktır bize. Ancak kadr (kudret) kavramı Kur’an’da 100’den fazla yerde isim ve fiil kalıplarında Allah’a nisbet edilmiştir.
“Allah, her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin artırdığı şeyi ve eksilttiği şeyi bilir. Her şey O’nun katında bir ölçü iledir.” (Rad/8) ayetinde de her şeyin bir ölçüye göre dizayn edildiği bildirilmektedir. Bu ölçünün dışına çıkmak mümkün değildir. Ancak bu ölçünün nerede başladığını bilemediğimiz gibi nerede bittiğini de bilemeyiz.
“Allah’ın kendisine helal kıldığı bir işi yapmasında Peygamber’e bir vebal ve engel yoktur. Önceden gelip geçen peygamberler hakkında da Allah’ın takdir ve icraatı böyle cari olmuştur. Allah ne emrederse, o tam yerinde ve kesinlikle uygulanması gereken bir takdirdir.” (Ahzap/38) Allah’ın emrinin ve taktirinin dışında bir durumun husule geleceğini düşünmek mümkün değildir.
Abdullah b. Ömer’den (r.a.) nakledilen bir hadis-i şerife göre, Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her şey bir kadere (ölçü ve plana) göredir…” (Müslim, Kader, 18; Muvatta’, Kader, 1)
Bu konuya şöyle bir olayı resmederek başlamak istiyorum. Geniş bir coğrafyada cereyan eden ve her türlü silahın kullanıldığı bir savaşı getirelim gözlerimizin önüne. Yüzlerce, binlerce belki de milyonlarca asker savaşın çeşitli kademelerinde görev almakta, silah kullanmaktadırlar. Savaşa katılmayan askerlerin sayısından çok daha fazla insan evinde ve gücünde dünya hayatına devam etmektedirler. Savaşın ölmek ve öldürmek üzere kurgulandığını da hiçbir zaman unutmayalım. Şiddetli muharebelere sahne olan bu savaşın sonunda binlerce, on binlerce asker can verebilir, binlerce on binlerce asker de belki burunları dahi kanamadan geri dönebilirler. Savaşta can veren askerlerin tedbirsizlikten öldüklerini hiç kimse iddia edemez, burnu dahi kanamadan geri dönen askerler için de hiç kimse “korkak insanlardı, cepheden kaçtılar” yaftasını vuramaz.
Savaşta yer alan bu askerlerin durumunu biraz önce zikrettiğimiz ayeti kerimeyi göz önüne getirerek düşünelim. Hangi ölçüye göre öldürüldüler veya hangi ölçüye göre sağ salim geri döndüler? Yarılı olan askerleri neye göre açıklayacağız?
“Kaderinde ölüm yazılmış olan askerler savaş meydanında can verdiler. Ve yine kaderinde yaşayacaklarına dair hüküm bulunanlar da geri döndüler” demekten başka bir söz yakışmaz Müslümanın ağzına. “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz.” (Al-i İmran/145) Bu ayet sayesinde ölen her insanın Allah’ın izniyle can verdiğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Savaşta öldürülen askerler, şayet savaşa gitmemiş olsalardı ölmezlerdi/öldürülmezlerdi demenin iman eden ve teslim olan Müslüman şahıslara yakışan bir durum olmadığını bildiren ayeti kerime ise şöyledir: “Ey iman edenler! Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında, “Onlar bizim yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi” diyen inkarcılar gibi olmayın. Allah, bunu (bu düşünceyi) onların kalplerine bir hasret (yarası) olarak koydu. Allah, yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir.” (Al-i İmran/156)
Savaş, deprem, tsunami, yangın, sel, çığ, trafik veya herhangi bir olayda hayatını kaybeden insanları kader konusunun dışında tanımlamak mümkün değildir. Unutmamak gerekir ki: “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” (Enam/59)
Ölen veya geri dönen askerlerin Allah’ın bilgisi ve izni olmadan, taktir ettiği ölçünün dışında meydana geldiğini iddia etmek akıl karı değildir.
Müslüman olduğunu söyleyip de kaderi inkar edenler de var, kaderi günah keçisine çevirip tüm günahlarını yükleyerek yardan aşağı atamak suretiyle yakasını kurtarmak isteyenler da var bu dünyada. Biraz önce de zikrettiğimiz gibi “Kadere iman edin” diye bir ayet elbette Kur’an-ı Kerimde yoktur. Ancak kader konusunu dile getiren yüzlerce ayet, onlarca hadis literatürümüzde mevcuttur. Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kalbi yamuk olan insanların bazı durumları anlamasında sıkıntı yaşayabilirler. “Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Teğabun/11) Kader konusunun Kur’an’da da geçtiğini anlayabilmek adına bu ve bunun gibi diğer bir çok ayetin mevcudiyetine şahit olmak yeterli olacağını sanıyorum.
Elhamdülillah, hangi ağacın hangi dalından hangi yaprağın, esecek hangi rüzgarla ne zaman ve nereye düşeceğini bilen bir rabbimiz var. Buna imanımız sonsuzdur. Teslimiyetimizin sınırı yoktur. Sayısını hesaplayamayacağımız ağaçların her bir yaprağının durumunu bilen rabbimiz; bir imtihan için yaratılan biz insanların ister bugün ister yarın ne yapacağını, başlarına nelerin geleceğini, ifa edecekleri iş ve işlemleri bilemez mi?
Allah’ın yarını bilemeyeceğini kim neye göre iddia edebilir?
Kainatın sahibi olan Allah’ın meydana gelen veya meydana gelecek olan olaylardan bihaber olduğunu iddia etmek O’nun ilahlığına halel getirmek demek değil midir? Olaylardan habersiz veya bilgisiz olan bir varlık ilah olabilir mi?
Allah alimdir, her şeyi bilendir. Dünü bildiği gibi bugünü de bilir yarını da bilir. Eğer Allah’ın dün meydana gelen olayları bilmiyor, şimdiki iş ve işlemlerden habersiz ya da yarın nelerin olacağının farkında olmayan bir varlık olmuş olsaydı o zaman ilah olamazdı. “Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Şu’ara/220) “Allah, size ayetleri açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nur/18)
Allah’ın her şeyi biliyor olması özellikle ibadet yapmak üzere yaratılan varlıklar olan insanlar ve cinler (Zümer/56) üzerinde her hangi bir zorlama olarak değerlendirilmemelidir. Zorlamanın varlığını iddia etmek imtihanın kıymetini ve değerini ortadan kaldırmak demektir. “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekun iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?” (Yunus/99)
İman ederek teslim olmak veya kafir olarak bir hayat sürdürmek tamamıyla isteğe bağlıdır. “Dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları reddeder de Allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir ve bilir.” (Bakara/256)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *