Hemen herkesin üzerinde anlaştığı noktalardan biri Çin’in artık küresel bir aktör olmada ABD ve Rusya’dan ayrı düşünülemeyeceği. Belki de kimi alanlarda iki rakibinin de önünde olduğu ve bu nedenle içinde bulunduğumuz dönem ‘Çin Yüzyılı’ olarak adlandırılıyor…
TRT Haber’den Sertaç Aksan’ın haberi
Türkiye’nin seçime odaklandığı bu dönemde yaşanan kimi küresel gelişmeler her ne kadar kamuoyunda tartışılma imkanı bulmasa da hem bu sürecin muhtemel sonuçları hem de Ankara’nın pozisyonuna etkileri nedeniyle aslında son derece kritik.
Suudi Arabistan ile İran gibi bölgedeki iki ezeli rakibin arasında 7 yıl sonra diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılmasıyla sonuçlanan girişim de bu gelişmelerden biri. Bilindiği üzere bu gelişmenin başrolünde Çin var.
Yakın geçmişe kadar Afrika özelinde daha çok duyduğumuz Pekin’in gölgesini belli ki önümüzdeki dönemde Orta Doğu’da da çok göreceğiz.
Peki, ABD’nin açtığı derin izlerle bildiğimiz Orta Doğu’ya Çin’in nüfuz etmesi yeni bir başlangıç anlamına gelebilir mi? Pekin’in bölgedeki hedefleri ne? Ve en önemlisi tüm bu yaşananlar Ankara’dan nasıl görünüyor?
Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Öğretim Görevlisi Diren Doğan ile tüm bu soruların yanıtını konuştuk.
Çin Orta Doğu’da neyi hedefliyor?
Diren Doğan bu soruya yanıt verirken Çin’i Orta Doğu’ya çeken parametrelerin neler olduğunu sorgulamak gerektiği görüşünde. “Çin tarafından gerçekleştirilen Orta Doğu açılımı aynı zamanda iddialı bir duruşun göstergesi” cümlesiyle özetliyor süreci.
Tabii ki bu noktada gözümüzü ayırmamamız gereken temel unsur enerji… Dünyanın üretim ve kısmen de olsa tüketim merkezi olan Çin için en hayati mesele enerji. Orta Doğu’nun bonkör enerji rezervleri düşünüldüğünde Pekin’in bölgedeki varlığı daha da anlam kazanıyor.
Aslında Çin’in çok ciddi enerji kaynaklarına sahip olduğunu da unutmamak gerek. Ancak Diren Doğan önemli bir uyarıda bulunuyor ve “Her ne kadar kömür, doğal gaz ve petrol anlamında zengin kaynaklara sahip bir ülke olsa da Çin dünyanın birincil enerji tüketicisi. Küresel sistemin tedarik zincirlerini döndüren bu dev ülkede çarkların sürekliliği için Suudi Arabistan’ın petrolü ve Katar’ın doğal gazı başta olmak üzere bölgenin enerji kaynaklarına ulaşmak elzem” diyor.
Bu kapsamda Çin’in bölgedeki ilk askeri üssünün Cibuti de olduğunu, enerji arz güvenliğinin sağlanması için Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi’nin güvenliğini sağlanmanın Çin için önemli bir öncelik olduğunu da atlamamak gerekiyor.
ABD’nin bölgedeki etkisini kırmak mümkün mü?
Hemen herkesin üzerinde anlaştığı noktalardan biri Çin’in artık küresel bir aktör olmada ABD ve Rusya’dan ayrı düşünülemeyeceği. Belki de kimi alanlarda iki rakibinin de önünde olduğu ve bu nedenle içinde bulunduğumuz dönemin ‘Çin Yüzyılı’ olarak adlandırıldığını unutmamak gerek.
Tüm bunlara rağmen ABD’nin küresel hegemonyası halen listenin başında. Peki bu gerçekliğe rağmen Çin, Orta Doğu’da Washington’un etkisi kırabilir mi?
Diren Doğan, önemli bir ayrıntıya işaret ediyor bu soruya yanıt verirken… Pekin’in Orta Doğu açılımının, ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde yürüttüğü ‘Çin’i çevreleme stratejisine karşı bir hamle’ niteliği taşıdığını söylüyor.
“Ancak bu hamlenin Orta Doğu’da yarattığı etki Çin’in küresel rolünün sorgulanması noktasında önemli bir mihenk taşı oldu” diyor Doğan. Çin’in arabulucu rolünün yanı sıra ikili ilişkilerini geliştirdiği başkentlerle askeri, teknoloji, 5G, uzay başta olmak üzere pek çok alanda işbirliğine açık olduklarını beyan etmesi bir diğer kritik husus.
Ekonomide Çin, savunmada ABD
Bölge ülkelerini incelediğimizde ekonomide Çin üzerinden ilerlenen ortaklığa rağmen savunma alanında ABD ile bağların halen çok güçlü olduğu resmi ortaya çıkıyor. Diren Doğan’a bu durumu da soruyoruz:
“Asya-Pasifik’te de görülebilen, ekonomik anlamda Çin’den savunma anlamında ABD’den beslenen ülkelerin yarattığı bu denge, küresel sistemin geleceğine yönelik bazı ipuçları veriyor.
Bu noktada Çin’in Orta Doğu açılımının ABD’nin küresel sistemdeki mevcut konumunu sorgulattığı ve çok kutupluluk tartışmalarını artırdığı bir gerçek. Ancak bu sürecin yaratacağı etkiyi bilmek için ‘Büyük güç rekabeti’ denilen mücadelenin neticesini beklemek gerek.”
İçişlerine karışmamak en önemli anahtar
Çin’in başka bir ülkeyle yol alırken karşı tarafın içişlerine neredeyse hiç karışmama modelini seçtiğini biliyoruz. Bu reçete Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu’daki ülkeler tarafından ilgi görüyor.
“İran-Suudi Arabistan örneğinden yola çıkarsak bu tür arabuluculuk çabalarının barışın sağlanması noktasında faydalı olduğu aşikar. Ancak Çin tarzı küresel sistemin nihayetinde Çin yol haritalarıyla uyumlu hale gelen, başında bizzat Çin’in bulunduğu hiyerarşik bir sistem olduğunu hatırlamak gerek. Çin’in getireceği rüzgara razı olan bölgelerin Çin reçetelerine uydukları sürece uyumla yaşayacakları bir sisteme entegre olma ihtimali yüksek” uyarısında bulunuyor Doğan.
Bu durumda söz konusu ülkelerin bir taraftan Çin ile her geçen gün bağlarını güçlendirirken diğer taraftan Çin’i dengelemek üzere ABD kartını ellerinde tutmaya devam etmek isteyecekleri bir projeksiyon ortaya çıkıyor.
Çin’in Orta Doğu’daki adımları Türkiye için ne anlama geliyor?
Pekin yönetiminin Orta Doğu’daki yol haritası ve bunun küresel etkileri üç aşağı beş yukarı böyle… Madalyonun diğer yüzünde bu adımların Ankara’dan nasıl göründüğü var.
Diren Doğan, bu durumun yalnız Türkiye’nin değil günden güne keskinleşen ABD-Çin arasındaki rekabette gri alanda kalmak isteyen her aktörün dikkatle ele aldığı bir konu olduğuna değiniyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Bu noktada esasında Avrupa Birliği’nin günümüzde yaşadığı dilemma ve Macron ile başlayan stratejik özerklik tartışmaları pek çok ülke için dikkatle analiz edilmesi gereken bir süreç.
Diğer taraftan Asya kıtasının yükselişi, bölgeyle güçlü bağlara sahip ve bu bağlarını Yeniden Asya Girişimi başta olmak üzere; Türk Devletleri Teşkilatı, Şanghay İş birliği Örgütü, CICA gibi mekanizmalarla güçlendiren Türkiye açısından içinde ciddi potansiyeller barındıran bir gelişme.
Benzer şekilde Ukrayna işgalinin ardından işlerliğini yitiren Kuzey Koridoruna alternatif olarak Türkiye öncülüğünde yürütülen Orta Koridor projesinin ön plana çıkması, bölge ülkeleri nezdinde Türkiye’nin taşıdığı jeopolitik önemi göstermek için yerinde bir örnek.
Türkiye’nin ABD-Çin arasında cereyan eden ve büyük güç rekabeti olarak adlandırılan mücadelede jeopolitik konumu ve tarihsel anlatıları paralelinde denge mekanizmasına yönelmesi ve her iki tarafla diyalog kanallarını açık tutarak ülke menfaatlerini önceliklendiren pragmatik bir yaklaşım yürütmesi muhtemel.
Bu noktada küresel ekonomik sistemin bütün kılcal damarlarına yayılmış bir Çin’in göz ardı edilmesi reelpolitiğin dışında bir ihtimal. Ancak tam anlamıyla yüzünü doğuya dönen bir Türkiye portresi, kuruluşundan itibaren Batı tarzı politikalarla yoğurulan ve demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi normatif değerlere sahip bir Türkiye için uzak bir gerçeklik olur.
Avrupa’nın en doğusundaki Asyalı, Asya’nın en batısındaki Avrupalı olarak, mevcut düzlemde olduğu gibi Türkiye çok taraflılığı önceliklendirmeli. Küresel sistemdeki bütün aktörlere diyalog kapılarını açık tutmalı ve sistemin iyice kutuplaştığı noktada ise tarihsel olarak yürüttüğü bir strateji olan denge politikasını uygulamalı.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *