İslam ubudiyyet bütünlüğünde bir kulluk öğretisidir. (Zariyat, 51/56). İslam, hayatı Allah’a göre ve Allah için yaşama bilincinin adıdır. (En’am, 6/162-163). Bu kulluk öğretisi, fert ve toplulukları kulla kulluk zilletinden kurtarıp yalnız âlemlerin Rabbi’ne kulluk izzetine kavuşturacak yegâne öğretidir…
Rabbimizin inayetiyle idrak etmekte olduğumuz Ramazan ayının temel anlamı, Kur’an ayı oluşudur. Rabbimiz bu hususa özel vurgu yapmakta ve adeta Ramazan denilince aklımıza ilk elde Kur’an’ın gelmesini murat etmektedir.
Bakara suresi 185. ayette Ramazan’ı Ramazan yapan hususun Kur’an’ın bu ayda inmiş olmasına, Kur’an’ın apaçık belgeler içeren hidayet rehberi ve hakla bâtılı ayırt eden Furkan oluşuna da vurgu yaparak dikkat çekilmektedir. Kadir suresi ve Duhan suresi ilk dört ayet de, Kur’an’ın inzal edilmeye başlandığı Kadir gecesi çerçevesinde Ramazan’ın Kur’an ayı oluşuna güçlü vurgular olma özelliği taşırlar.
Rasulullah (a.s.) ve beraberindeki ilk neslin (Kutub’un deyimiyle ilk Kur’an neslinin) hayatında da Ramazan’ın tam anlamıyla bir Kur’an ayı olarak anlaşılıp öylece idrak edildiğini görmekteyiz. Kur’an’ı anlama ve hayata tatbik etmeye dayalı tertilen okuma bilincinden epey uzaklaştırılmış olup daha çok formel bir okumaya indirgenmiş olsa da, Ramazan’daki mukabele geleneği Rasululah ve ilk neslin bu yöndeki uygulamasına dayanmaktadır.
Ramazan, Müslüman muhayyilesinde Kur’an ayı olmanın yanında, Kur’an’ın talim ettiği birçok İslami değer ve tutumla da özdeşleştirilmiş ve özdeşleştirilmektedir. Bu anlamda, takva ayı, sabır ayı, rahmet ayı, arınma ayı, diriliş ve direniş ayı, muhasebe ayı ve tevbe ayı gibi terkiplerin Ramazan bağlamında akıllara düşüp dillere döküldüğünü görmekteyiz.
Tüm bu kavram ve değerler, aslında bir mü’min fert ve topluluk için sürekli gündemde ve aktif olan, olması gereken değerlerdir. Zira İslam özel gün ve geceler dini değil, bir hayat nizamıdır ve dolayısıyla öğretileri hayatın her an ve alanında geçerli ve işlevseldir. Bununla birlikte Ramazan, bir kulluk öğretisi olan İslam’ın müntesipleri için vaz ettiği bir “kulluk kampı” niteliğine haiz olarak, tüm bu kavram ve değerlerin daha yoğun gündeme geldiği bir zaman dilimi olmaktadır.
Evet İslam ubudiyyet bütünlüğünde bir kulluk öğretisidir. (Zariyat, 51/56). İslam, hayatı Allah’a göre ve Allah için yaşama bilincinin adıdır. (En’am, 6/162-163). Bu kulluk öğretisi, fert ve toplulukları kulla kulluk zilletinden kurtarıp yalnız âlemlerin Rabbi’ne kulluk izzetine kavuşturacak yegâne öğretidir. Ki Rabbimizin kullarına çağrısı bu yöndedir:
“De ki: ‘Ey kitap ehli! Aramızda eşit olan bir söze gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp birbirimizi rab edinmeyelim.’ Eğer yüz çevirirlerse deyin ki: Şahit olun ki, biz Müslümanlarız.” (Âl-i İmran, 3/64)
İşte hayatı ubudiyyet bütünlüğünde idrak etmek ve yalnız Allah’a kul olma bilinciyle yaşamak noktasında Ramazan yukarıda da belirttiğimiz gibi bir “kulluk kampı” işlevine sahiptir. Üstelik öyle bir kamptır ki bünyesinde bulundurduğu itikaf ibadetiyle de bize kulluk bilincimizi bilemek ve say u gayretimizin kalitesini artırmak noktasında kamp içi kamp imkânı da sunmaktadır.
Tarihsel süreçte İslam’ın birçok değer, mefhum ve ibadetinin ubudiyyet bütünlüğünden koparılıp âdet ve ritüele indirgenmiş olma sorunu acı bir gerçektir. Ramazan ve Rabbimizin onda takva öğrenim ve eğitiminin önemli bir ameliyesi olarak bize emrettiği oruç (sıyam) ibadeti de, söz konusu bu “âdete indirgenme ve ritüelleştirilme” sorununa maruz bırakılmış Rabbâni değerlerdendir.
Hayatı âlemlerin Rabbi Allah’a göre ve O’nun için yaşama bilinci demek olan ubudiyyet kavrayışından bağımsızlaştırılıp “dini bir âdet” ve hayatı inşa iddiasından koparılmış bir ritüele indirgenen Ramazan ve oruç, Kur’an’ın bildirdiği ve Rasulullah (a.s.)’la ilk neslin idrak ettiği Ramazan ve oruç değildir.
Kur’ani/Nebevi Ramazan ve oruç, Bakara 183 ve 185. ayetlerde vurgu yapılan, takva, hidayet, beyyinat, Furkan, Allah’ı tekbir etme ve O’na şükür/itaat etme kavramları çerçevesinde ubudiyyet bütünlüğünün inşai bir parçası olarak anlam kazanan ve hayatı anlamlandıran mefhumlardır.
İşte Ramazan’ı ve onda Rabbimizin bize emrettiği oruç ibadetini bu bilinçle kavrayıp idrak ettiğimizde, fert ve topluluklar anlamında Ramazan ve oruç bizi Rabbimizin murat ettiği yönde inşa ve ihya edecektir.
Aksi halde nasıl ki bugün yaşadığımız ülkede binlerce caminin minaresinden her gün beş defa yükselen tekbirler, bâtılı imha, hakkı ikame anlamı hiç dikkate alınmadan ve gündem edilmeden dillendirilmekte ve böylece gök kubbede hoş bir sada olmaktan ibaret kalmakta ise, Ramazan ve oruç da toplumsal bir âdet olarak hoş bir sada bırakıp gitmeye mahkûm edilmeye devam edilecektir.
Evvâbinden Olmak
İslam’ın ubudiyyet (kulluk) öğretisinde muhasebe, murakebe ve tevbenin önemli bir yeri vardır. Zira bir insanın Hesap Günü bilinci üzere olarak o çetin günün hesabına muhatap olmadan kendisini hesaba çekmesi, muhasebesini yapıp sürekli Rabbine dönük bir bilinçle yaşaması, kullukta istikrar ve istikameti temin edecek ameliyelerdir. Tabii ki bu fertler planında olduğu gibi, topluluklar planında da böyledir.
Bir mü’min fert ve topluluk her zaman muhasebe, murakabe ve tevbe bilinci üzere yaşar, yaşamalıdır. Nitekim Rabbimiz Kitab-ı Keriminde tevbe mefhumuna çok özel vurgular yapmakta, tevbe bilincini sürekli aktif tutacak bir yoğunlukta gündemimize getirmektedir. Rasulullah (a.s.)’ı özel olarak muhatap alan birçok tevbe ayetinin varlığı, konunun önemini kavramak için yeterli olsa gerektir.
Kur’an’da mü’min şahsiyeti tanımlamak için kullanılan kavramlardan biri de “evvâbin”dir. “Tevbe ile Allah’a dönüş yapan” anlamındaki “evvâb” kelimesinin çoğulu olan “evvâbin”, mü’minlerin olmazsa olmaz bir özelliğine işaret etmektedir. Rabbimiz Âl-i İmran suresi 135. ayette mü’minleri tanımlarken; “Onlar bir kötülük yaptıklarında yahut kendi kendilerine haksızlık ettiklerinde Allah’ı hatırlar ve günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” buyurmaktadır.
İşte evvâbinden olmak budur. Muhasebe, murakabe ve tevbeyi sürekli aktif tutmak, günaha düşmemek için azami bir hassasiyet ve gayret göstermek, günaha düşme gibi bir durumda ise hemen tevbeye yönelmek ve tevbe halinde, taat halinde sebatkâr olmak. Zaten tevbe, halin ıslahını ve günahtan kesin olarak vazgeçmeyi ifade etmektedir:
“Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde onlara de ki: Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bilmeden bir günah işler de sonra tevbe eder ve halini ıslah ederse, şüphesiz O bağışlayandır, esirgeyendir.” (Enam, 6/54)
Üstelik Kitab-ı Kerim’den öğrenmekteyiz ki, tevbe ve istiğfar ile Rabbimize yönelmek için illa ki bir günah işlemiş olmak da gerekmemektedir. Mü’min bir fert ve topluluk her an muhasebe ve tevbe üzere olmalı, bu şekilde Rabbe yönelimi aktif, dinamik tutmalıdır.
Mekke’nin fethiyle ilgili olarak Rabbimizin, fetih müjdesi gerçekleştiğinde tesbih, hamd, istiğfar ve tevbe ile kendisine yönelmesi konusunda Rasulullah’a ve onun üzerinden mü’minlere verdiği mesaj, bu noktada dikkate şayandır. Rasulullah’ın Mekke’ye muzaffer bir komutan edasında değil, başını devesinin hörgücüne değecek şekilde eğmiş, Allah’ı tesbih ve hamd üzere, istiğfar ve tevbe ile girmiş olması, Nasr suresinin Rasulullah’ın pratiğindeki karşılığını ifade etmektedir.
“Onların dediklerine sabret ve güçlü kulumuz Davud’u an. Çünkü o, tevbe ile Allah’a yönelen bir kuldu.” (Sâd, 38/17)
“Davud’a Süleyman’ı bahşettik. O ne güzel bir kuldu. Tevbe ile Allah’a yönelen biriydi.” (Sâd, 38/30)
Evet, tevbe ehli olmak, evvâbinden (sürekli muhasebe ve tevbe ile Allah’a dönük yaşayanlardan) olmak… Mü’mini mü’min yapan, mü’min bir topluluğu mü’minlik vasfında daim kılan önemli bir vasıf. Bu vasıf üzere olmak, mü’min olma iddiasındaki her fert ve topluluğun üzerine borçtur.
Zira bir fert veya topluluk ya Allah’a dönük bir hayat yaşayacaktır, ya da kendi hevasına veya başkalarının hevasına. İşte tevbe bilincini aktif tutmak, tevbe ile sürekli Allah’a dönük yaşamak, bizi hevamıza uymaktan koruyacak ve Rabbimize dönük yaşamakta sebatkâr kılacaktır.
Gelin bu Ramazan’ı hassaten muhasebe, murakabe ve tevbe ayı olarak idrak edelim. Hem fert hem topluluk planında tevbe bilincimizi bileyelim, daha da aktif kılalım. Mekke’yi fethi sırasında Rasulullah ve arkadaşlarına lazım olan tevbe ve istiğfarın, bugünün cahili kuşatmaları altında ferdi ve dar ictimai gayretlerle İslam’ı mahkûm bir konumda yaşamaya çalışan bizler açısından ne kadar elzem olduğunu unutmayalım.
Allah’a göre ve Allah için olmak yerine, bilakis Allah’a rağmen bir hayat kurgusuyla alabildiğince kirletilmiş, tuğyanın, şirkin egemenliği altındaki bir dünya ve coğrafyada mü’min olarak yaşama gayreti, tevbeye, takvaya, ihlas ve ihsana sımsıkı sarılmakla mümkün olabilir ancak. Bu konuda Ramazan’ı fırsat bilmek, fırsata dönüştürmek gerekir.
Son çeyrek asırda, yaşadığımız ülkede, bâtılın her türü ve tonundan ve sağ-sol tüm aktörlerinden teberri bilinci noktasında yaşanan savrulmaları hatırladığımızda, tevbe bilincini sürekli aktif tutmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kavramış oluruz.
Rabbimizin bize akidevi temeldeki bir emri olan “ruczdan hicret” (Müddesssir, 74/5) yerine, tersi bir yönelimle “rucza hicret” gibi bir ziyan süreci yaşanıyorsa, bu gidişata son verecek ve Rabbimizin bildirdiği istikameti yeniden muhatapların gündemine taşıyacak olan, sürecin muhasebesini yapmak ve nasuh tevbe ile yeniden Rabbimize, O’nun bize bildirdiği apaçık ölçülere yönelmek olacaktır.
Rabbimiz ne kadar merhametli ki, bize tevbe kapısını açık tutmakta, kendimizi sorgulama, yanlışlarımızdan pişmanlık ile rahmetine sığınma ve halimizi ıslah konusunda bize fırsat tanıyor, bizi tevbe imkânından mahrum bırakmıyor. Bize düşen, tevbenin ne büyük bir imkân olduğunun farkına varmak ve onu hayatımızda sürekli aktif tutmayı bilmektir.
Tevbe, asla Allah’a itaatsizliğe verilen bir prim değil, bilakis insanların Allah’a itaat bilincini sürekli ve aktif kılan bir rahmet kapısıdır. Tevbe, kulun Rabbine itaat üzere sabit kadem olacağına dair sürekli tazelenen bir akdidir. Akibetinde hayatının hesabını vermek için Allah’a dönecek olan insanın, hayatını her an Allah’a dönme (tevbe) bilinciyle yaşamaktan başka çıkar yolu var mıdır?
1444 yılı Ramazanımızı, muhasebe, murakabe ve tevbe bilincimizi bilediğimiz, evvâbinden olma ve o hal üzere yaşama cehdimizi artırdığımız bir Ramazan olarak idrak edelim. Ramazan bizde, tüm ömrümüzü Allah’a dönük olarak yaşama irademizi güçlendiren izler bıraksın, bizim için bu yönüyle de bereketli bir ay olsun.
Rabbimizden temennimiz, ömrümüzü Ramazan, ahirimizi bayram kılmasıdır.
İKTİBAS (İktibas, sayı 532 Yorum)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *