Firavun “Ben sizin en büyük rabbinizim” dediğinde, kendisini rab ve ilah olarak tanımlarken Hz. Musa, Firavun’un dünyevi iktidarını, onun ölümlü rabliğini ve ilahlığını reddetmişti. Zira rablik ve ilahlık iddiası, tebaasını kendi heva ve hevesine göre şekillendirme, iktidarını ilahi olandan soyutlama gayesi taşımaktaydı.
Yakup Döğer
İnsanoğlu, tanrı tanımaz bir ruh haline büründüğünde ve tuğyanın sınırlarını zorladığında, bir damla atık sudan yaratıldığına bakmadan, yaratıcısına karşı hasım kesilir, apaçık bir düşman oluverir. Bu onun nefsini ilah olarak tanıması sonucunda, sınır tanımayan arzularının neticesidir. Dar veya geniş bir alanda dünyevi iktidarını kurmayı arzulaması, onu aynı zamanda ölümlü bir ilah konumuna sokar.
Bu konum tuğyanın ve müstağniliğin nirvanasıdır. İktidar olmak, şan şöhret kazanmak, bunları elde etmek için, her yol ve usul mubah olarak görülür. Herhangi bir ilke, kaide, tutarlılık aranmaz. Dün dündür, bugün bugündür. Haram helal gibi hudutlar ise nefsini ilah edinenlerin reddettiği, kabul etmediği sınırlardır. Bir tek gaye vardır: Güç ve iktidar sahibi olmak. Bu sebepten iktidarda olanlar ve iktidara talip olanlar için, belirleyici olan hiçbir kural yoktur. Tamamen çıkar üzerine hesaplar yapılır. İktidara talip olanların nefislerini ilah edinmeleri, heva ve heveslerinin peşinden koşmaları, iktidara sahip olabilmek içinidir.
Dünyevi iktidara talip olanlar iktidar özlemiyle yanıp tutuşurlar. Elde ettikleri güç ile fertten topluma, siyasetten hukuka ne varsa şekillendirmek isterler. Dünyevi kurallar, üretilmiş değerler ile toplumu yeni bir kalıba sokarak, egemen ideolojinin potasında eritmek isterler. Bu amaç onları –kendileri kabul etmese de– ölümlü birer ilah ve rab konumuna sokar. Her şey bir kişinin ya da elit bir grubun iki dudağı arasından çıkacak söze bağlıdır. Bu sebepten dünyevi iktidarın cezbedici özelliği vardır. İktidara talip olan odaklar kendi aralarında amansız bir mücadele verir.
Dünyevi iktidara talip olan her grup, halkın gözünde meşruiyetini sağlamak için bir söylem geliştirir. Bu söylem aracılığıyla arzulanan güç elde edilmek istenir. Bu söylem, kendilerinin olmadan işlerin yürümeyeceğini, her şeyin berbat olacağını, diğerine iktidarın teslim edilemeyeceğini ifade eder. İktidarın merkezine kendisini koyar. Aslında kendisinin de diğerlerinden farkı yoktur. Lakin o, kendisinin her zaman diğerlerinden daha anlamlı olduğunu ileri sürer.
Aynı paradigma sınırlarında iktidar mücadelesi verenlerin, mahiyet olarak birbirlerinden farkı yoktur. Zira her iki taraf da mevcut düzeni daha iyi kimin sürdürebileceğinin propagandasını yapar. Her ikisi de aynı iddialarda bulunur. Kavganın sebebi ise, iktidarın dünyevi nimetlerinden yararlanma kavgasıdır. Her iki taraf da ilahlığa ve toplum üzerinde rabliğe soyunmuştur. Kimin söylemi güçlü, propagandası başarılı olur da iktidara gelirse, topluma ilahlık ve rablik taslayacak olan o olur. Biri diğerinden farklı değildir.
İktidara gelmek isteyenlerin ve gelenlerin asıl amacı, toplumu dünyevi iktidar lehine dönüştürmek, iktidar-itaat ilişkisini düzenlemektir. Sağlanmaya çalışılan iktidar-itaat ilişkisi, toplumdan gelecek her türlü olumsuz muhalefetin önüne geçmeyi amaçlar. Fertten topluma bütün unsurlar yeniden kurulur. Dünyevi iktidara ve onların ölümlü ilahlarına ortak koşmak asla müsamaha ile karşılanmaz. Dünyevi iktidarın karşısında tebaa, herhangi bir nesneden farksızdır. Azarlanır, cezalandırılır, bağışlanır, lutfedilir fakat asla esasa dair muhalefete ve müdahaleye müsaade edilmez. Nihai gaye, dünyevi iktidarın potasında özlerini emerek eritmektir. Bu gayenin sonucunda toplumdan geriye edilgen bir kitleden başka hiçbir şey kalmaz. Tebaa, tâbi olur.
Dünyevi iktidarın köşe başlarında bulunan bütün unsurlar müdebbir birer ilah ve rab gibidir. Kötü davrandığı herhangi bir kimse, kendisine neden kötü davranıldığını sorgulayamaz. O istediği için kötü davranmıştır. İstediğini defalarca bağışlama imtiyazına sahiptir. Onlarca suç kaydı olan birini bağışlasa, aynı kişi tekrar aynı suçu işlese ve cezalandırmayıp tekrar bağışlasa, kimse kendisinden hesap soramaz. Nitekim yazılı ve görsel basında yer alan birçok haberde, onlarca suç kaydı bulunanların serbestçe dolaştığı ve yeniden suç işlerken yakalandığını toplum görmektedir. Dünyevi iktidarın cezalandırma ve bağışlama sistemi, kendi varlığını ve layüselliğini en açık tarzda gösterme biçimidir.
Herhangi bir hadisede, on binlerce insanın ölmesi, yersiz yurtsuz kalması, işinden gücünden olması, her şeyini kaybetmesi, dünyevi iktidarın ve o iktidara vaziyet edenlerin sorumlu olduğuna dair bir anlam taşımaz. Hadise olmuş, mesele kapanmıştır. Bundan sonra ise iktidar olmanın gereklerini yeterli ya da yetersiz olarak yerine getirmekle meşruiyet sağlamaya çalışır. Zira iktidar olmak, diğerleri üzerinde söz sahibi olmaktır. Yaptığı işin doğru ya da yanlış olmasının konuşulması bir anlam taşımadığı gibi, buna gerek de yoktur.
Dünyevi iktidarı tanımlayan en önemli husus, onun kendi dışındakiler üzerindeki doğrudan ve dolaysız olarak etkide bulunması, sağladığı bu etki karşısında ise herhangi bir muhalefet ve itirazla karşılaşmaması, muhalefet ve itiraza giden yolları kapatmasıdır. Kurum ve kuruluşlarıyla, paradigma dışı olan muhalefetin bütün olanaklarını ortadan kaldırır. Dünyevi iktidarın karşı kutbu diye bir şey yoktur.
Dünyevi iktidarlar ve iktidarın ölümlü ilahlarıyla mücadeleyi tarih boyunca sürdüregelen yalnızca Müslümanlar olmuştur. Bunun en açık misali Peygamberlerle dönemin iktidarları arasında yaşanan mücadelelerdir. Bütün nebiler ve onlara tâbi olan iman ehli, kendi dönemlerinin iktidar odaklarıyla itiraz ve reddiye odaklı ilişki içinde olmuştur. Bütün maslahat tanımları, haramlar ve helaller dairesinde yapılmıştır. Bir uygulama, karar, hüküm, kanun, emir vb. haram ya da helal dairesinde değerlendirilmiş, değerlendirme sonucunda uyum veya muhalefet görülmüştür.
İktidar-itaat ilişkisinde merkeze alınan esas, meselelerin çözümünde neyin referans alınacağına dair olmuştur. Siyaset, iktisat, hukuk, içtimai yapı hangi esaslara göre kurgulanacak, hangi esaslar referans alınacaktır. Firavun “Ben sizin en büyük rabbinizim” dediğinde, kendisini rab ve ilah olarak tanımlarken Hz. Musa, Firavun’un dünyevi iktidarını, onun ölümlü rabliğini ve ilahlığını reddetmişti. Zira rablik ve ilahlık iddiası, tebaasını kendi heva ve hevesine göre şekillendirme, iktidarını ilahi olandan soyutlama gayesi taşımaktaydı.
Klasik tarihi süreçten modern döneme kadar ve günümüzde de dünyevi iktidarın tavrı değişmediği gibi, bu iktidar tipine muhalefet eden Müslümanların da tavrı değişmemiştir. Dünyevi iktidarın tebaası üzerinde ilahlık ve rablik iddiası sürerken, Müslümanların da dünyevi iktidara, bu ölümlü ilahlara karşı itirazı tartışmadan uzak olarak kesintisiz devam etmektedir.
Dünyevi iktidarlar için, paradigma için, muhalefet gerekliliktir. Bu onların tebaa nazarında meşruiyetini sağlar. Fakat egemen ideolojinin dışından bir muhalefet kabul edilemez. Zira dışarıdan gelen bir muhalefet ortaya meşruiyet sorunu çıkarır. Bu ise dünyevi iktidarın asla istemeyeceği bir şeydir. Bu sebepten kendi açısından meşruiyet sorunu çıkaracak hiçbir eylem ve düşünceye müsaade etmez. Bu tür gelişmelere, ikna ya da cebir–şiddet yolu ile mukabelede bulunur.
Modern dönem dünyevi iktidarlar kendilerini klasik dönemden ayıracak birçok özelliğe sahiptir. En başta gelen özelliği ferdin ve toplumun özüne nüfuz ederek her alanda kontrol edebilmesidir. Nüfuz edip, kontrol dışında bıraktığı hiçbir alan neredeyse yoktur. Hatta denilebilir ki modern dünyevi iktidar, mahremiyete ait alan dahi bırakmamıştır. İnsanlara ait mahremiyet alanı dahi bırakmaması, ilahlık ve rablik iddiasında bulunduğunun en bariz göstergesidir. Modern dünyevi iktidarın mahremiyet müdahalesini engelleyecek herhangi bir mekanizma da yoktur. Bunun sebeplerinden birisi, kendisinin hüküm ve icra eylemlerinde sorgulanamaz olduğunu ileri sürmesidir.
İçinde yaşadığımız modern ulus devlet de dünyevi bir iktidar odağıdır. İdeolojik yapılanmasında ilahi olana yer yoktur ve dışlanmıştır. İktidar odağının ilahı ve rabbi Allah değil, ölümlülerdir. Her biri müdebbir birer rab gibi davranırlar. Bir müfessirin dediği gibi, bir zamanlar rablik hahamların ve papazların elinde iken, modern dönemde bu sıfatı hahamların elinden parlamenterler almıştır. Her parlamenter toplum üzerinde ilahlık ve rablik iddiasında bulunur. Yasamada, yürütmede ve yargıda hiçbir zaman Allah’ın ne dediği göz önünde bulundurulmadığı için, Allah ilah ve rab olarak kabul edilmez. Dünyevi iktidarın ve o iktidara vaziyet edenlerin bizatihi kendisi ilahlık ve rablik taslar.
Dünyevi iktidarlar, klasik dönemde olduğu gibi, modern dönemde de iktidar-itaat ilişkisini kendi lehine sağlamak için her türlü girişimde bulunur, gereğini yapmaktan geri durmaz. Resulullahın Adî b. Hâtim’le aralarında geçen diyaloğun ete kemiğe bürünmüş hali olarak bugünkü modern iktidarları görebiliriz. Klasik dönemden çok daha farklı ve etkili iktidar yapısıyla ilahlık, rablik ve hükümranlık konularında kendisine hiçbir şekilde ortak/şerik kabul etmez.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *