Bir oyunla insanların hayatına giren, bireyler tarafından algoritmalarla yönlendirilen yapay zekanın gelecekte kontrol altında tutulup tutulamayacağı tartışılıyor. İnsanlar adına karar veren yapay zeka teknolojilerinin ‘etik değerler’ dışında doğrudan tehdit olup olmayacağı ise bilinmiyor.
Yapay zeka kimilerinin ütopyası kimilerinin ise distopyası
Herşey 1950’de “Makineler düşünebilir mi?” diye başladı. Almanların çözülemez dediği Enigma şifre sistemini çözen Alan Mathison Turing’in makine ve insanın iş yapma kapasitesini değerlendiği “Turing testi” yapay zeka teknolojilerinin bilinen ilk deneyi.
Yıllar önce Turing tarafından bilgisayar üzerine uyarlanan bir oyunla başlayan taklit deneyine göre, bir kişi yan odadan iki makineyle mesajlaşıyor. Deneyde, kişi diğer odadan yazıştığı kişilerden hangisinin insan hangisinin bilgisayar olduğunu tahmin etmeye çalışıyor. O günlerden bugüne kadar sıradan insanın bilse de bilmese de hayatının bir parçasına dönüşen bu sistemler, zaman içinde öğrenebilen algoritmasıyla kimine göre verimli, hızlı, düşük maliyetli, kimine göre ise tehlikeli.
Yapay zekanın temel amacı karmaşık sorunları insanlar gibi düşünüp, taklit ederek birçok görevi sorunsuz yerine getirmek. Ancak bu teknoloji insan zekasını taklit ederek gelişen algoritmasıyla yediden yetmişe herkesin hayatına kontrolsüz şekilde girmiş durumda. Halihazırda çoğu kullanıcı yapay zeka ya da algoritmanın kelime anlamını dahi bilmeden günlük yaşantısından sağlık ve eğitim bilgilerine, tüketim harcamalarına kadar tüm özelini bu algoritmayla paylaşıyor.
Normal şartlarda tanımadığı biriyle bahse konu hiçbir kişisel bilgisini paylaşmayacak insanlar, üstüne para ödeyerek yediği yemekten, gittiği restorana, anne karnındaki çocuğunun röntgen fotoğrafına varana kadar tüm kişisel bilgilerini özellikle fotoğraf ve video yoluyla sergiliyor. Bu bilgilerini yapay zeka algoritmasının “emin ellerine” teslim ediyor.
İnsanların elinden düşürmediği, yıllarca “Alo” demek için kullandığı telefonlarla farkında olmasa da yapay zeka sistemleri ile daima etkileşim halinde.
Yapay zeka teknolojileri sayesinde bir yerden başka bir yere gitmek için navigasyon uygulamasıyla yol bulunuyor, banka önlerinde kuyrukta beklemeye gerek kalmıyor hatta bazı ülkelerde market siparişleri yapay zeka robotları ile insanların ayağına kadar getiriliyor.
Son 20 yılda yapay zeka teknolojisine bu denli entegre toplumlardan biri Estonya. Estonya’da, yapay zeka tabanlı uygulamalarla kamu hizmetleri daha pratik yapılıyor.
AA muhabiri, Estonya merkezli Yapay Zeka ve Robotik Merkezi’nde (AIRE) Yapay Zeka Başkanı Otto Mattas ile bu teknolojinin etkin bir şekilde kamu hizmetlerinde kullanılması hakkında konuştu.
Mattas, Estonya’nın geleceğini belirleyen müzakerelerin geçtiği parlamentoda stenografların yerini artık yapay zekanın aldığını belirtiyor ve bunu yapay zekanın hayatı kolaylaştıran olumlu bir örneği olarak tanımlıyor.
Ancak, yapay zeka ve robotik araçlarla insanların işlerini kaybetme korkusu tam da burada devreye giriyor.
İnsanlar temel hafıza becerilerini kaybedebilir mi?
Mattas, insan beyni kapasitesinde son yıllarda küçülme olduğuna dair yayınlanan makaleler okuduğunu ve bunun doğru olabileceğine zira bazı alanlarda insanların artık hafızasını kullanmak zorunda olmadığına işaret etti.
“Veri tabanları kullanılıyor, kimse cep telefonu numaralarını akılda tutmak zorunda değil. Google kullanarak ya da çevrim içi bir arama motoru kullanarak aradığımız her cevabı bulabiliriz.” diyen Mattas, bireylerin bu anlamda becerilerini, yeteneklerini kaybedebileceğini söylüyor.
Mattas, navigasyon uygulamaları sayesinde, taksi şoförlerinin dahi tüm şehri aklında tutmak zorunda olmadığını hatırlatarak bu ve benzeri durumlarda insan hafızasının zayıflayabileceğini belirtiyor. Bununla birlikte Mattas, gelecekte akıllı buzdolaplarıyla ilgili bir teori üzerinden, yapay zeka konusunda iyimser bir tablo da çiziyor.
Mattas’a göre, sıklıkla alışveriş yapılan bir markete yapay zeka teknolojileriyle entegre bir buzdolabı, eksilen ürünleri doğrudan markete sipariş geçiyor ve ev sahibi daha ürünün yokluğunu hissetmeden kapısında hazır buluyor. Teorik olarak kulağa hoş gelse de bazılarına göre ise bu durum çok distopik bir tablo. Zira sistem bireyin görüşünü almadan eksik olarak gördüğü bir ürünü doğrudan tedarik etme yoluna gidiyor.
Yapay zekayı destekleyenler ise insanların bunları düşünmek yerine başka işlerle veya kendini geliştirmek istediği alanlarda zaman kazanabileceğini savunuyor. Konuyu iflah olmaz bir iyimserlikle değerlendirenler, “Zamandan kazanarak topluma daha nasıl faydalı olabileceğimi düşünebilirim.” tavrıyla yaklaşıyor.
Yapay zekanın belirlediği “makbul vatandaşlar”
Dünya genelinde yapay zeka ve bununla ilgili teknolojiler insanlara güzel ambalajlarıyla sunuluyor. Ancak birçok kişi bunların faydası kadar zararı olduğu görüşünde.
Kimilerinin ütopyası olan yapay zeka, kimilerinin ise distopyası olmuş durumda.
Yüz tanıma sistemlerinin kullanılarak insanların vatandaşlıklarının puanlanarak “makbul vatandaşın” belirlendiği Çin’deki senaryoda distopik bir profil çizen yapay zeka sistemleri, Batı’da insanlara kullanıcı dostu bir aparat gibi sunulabiliyor.
George Orwell’ın 1984 adlı romanındaki “büyük birader”in gözünün üzerinde olduğu distopik bir dünyada yaşam örneğinin uygulandığı Çin, Batı’da şiddetle eleştiriliyor. Ancak dünya genelinde neredeyse tüm ülkeler bu teknolojilerden faydalanarak farklı isimler altında takip tarassudu geliştiriyor.
Yapay zeka sayesinde sağlık ve eğitim alanındaki gelişmeler özellikle teknoloji geliştiricileri tarafından faydaları öncelenerek sunuluyor. Diğer yandan bunun yan etkileri ise bilimsel bir çerçevede tartışılmadan komplo teorilerinin malzemelerine dönüşüyor.
Çin örneğinde “gücün hissedilebildiği ancak kesin olarak bilinemeyeceği” bir çerçevede hayatın her aşamasında hissedilen yapay zeka uygulamaları, Batı örneğinde ise “hayatı kolaylaştırması ve zamandan tasarruf” mantığıyla yaşamın parçası olsa da farklı sorunlara kapı açıyor. Bireylerin kim olduğu, ne yaptığı, ne istediği gibi soruların yanıtlarını detaylarıyla hafızasına kazıyan yapay zeka artık insanoğlunu yanıltabiliyor ve gerçek ile sahteyi ayırt etmeyi zorlaştırıyor.
Gelişmiş algoritmalarla, “deep fake” uygulamasıyla bireylere söylemediği sözler söyletiliyor, yapılmayan eylemler yapılmış gibi gösteriliyor. Birçok alanda kullanılabilen bu uygulamanın siyasi nedenlerle kullanımına dünya yakın zamanda şahit oldu. 2022’de paylaşılan bir görüntüde, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, kendi halkına silah bırakma ve Rus askerlerine teslim olma çağrısında bulunmuştu ancak bu tamamen Deep Fake uygulamasıyla yapılmıştı.
İnsanoğlu, bu denli insan zekasını aldatmaya yönelik uygulamalara, bilgilerin bir havuzda toplanmasına, bu verilerin nerede ve nasıl kullanılacağının bilinmemesine rağmen yapay zekayla tüm bilgilerini paylaşmaya devam ediyor.
Güvenlik, mahremiyet endişelerine göre daha ağır basıyor
İnsanlar, zaman zaman tereddüt etmeden bilgilerini yapay zekayla paylaşıyor.
Almanya’da yapay zekanın toplum üzerindeki etkileri üzerine araştırmalar yapan ve alanında eğitim veren Dr. Wilhelm Bielert, “Bireyler bazı nedenlerden dolayı yapay zeka ile bilgilerini paylaşmaktan çekinmiyor. Bir kesim, yapay zeka destekli gözetimin kapsam ve sonuçlarından habersiz, bazıları da hükümete ya da diğer kuruluşlara verileri sorumlu şekilde kullanma konusunda güveniyor olabilir.” değerlendirmesinde bulundu.
Bunun yanı sıra Bielert, bazı durumlarda, suç oranlarının azalması veya kamu güvenliğinin sağlamlaştırılması için bireylerin mahremiyet endişelerinden taviz verdiğini kaydetti.
Bireyler için güvenlik meselesi, mahremiyet endişesine göre daha ağır basıyor.
Bielert, yapay zeka destekli gözetimin potansiyel sonuçlarını, etkilerini dikkatli bir şekilde değerlendirmenin ve bunun etik bir şekilde kullanılmasını sağlamanın toplum için çok önemli olduğunu belirterek “Yapay zeka geliştikçe veri toplamanın çok daha fazla yolu olacak. Gözetim yolu da dahil olmak üzere veri toplandığını kabul etmek zorundayız.” diye konuştu.
İnsanlar, günlük hayatta sohbet robotları, otonom araçlar ve sesli komutla çalışan dijital asistanlarla aslında sadece “dar ve zayıf yapay zekayı” kullanıyor.
Yıllar içinde algoritmaların, “süper zeka” noktasına ulaşmasıyla gelecekte insanı taklit etmekten öteye gidip gitmeyeceği tartışma konusu.
Yapay zekanın zamanla insan zekasının üstüne çıkması kimi uzmanlara göre insanlık için olumlu bir tablo çiziyor kimi uzmanlara göre ise bir felaketin başlangıcı olarak görülüyor.
Tesla Üst Yöneticisi (CEO) Elon Musk da yapay zekanın insanlık için bir felaket olabileceği gerekçesiyle şimdiden çalışmalara ara verilmesini istiyor.
“Tekillik” olarak adlandırılan varsayıma göre, yapay zeka bir gün insan zekasını taklit etmenin ötesine gidecek. Bu varsayımla, insan üstü bir varlık olma iddiasındaki yapay zekanın bu boyuta ulaşıp ulaşmayacağı ise spekülasyonlara açık bir teori. İnsan eliyle üretilen sınırları belirlenmiş bir algoritmanın insan üstü olma iddiası teolojik ve dini açıdan da tartışmalara konu ediliyor. Bazı uzmanlara göre yapay zekanın insan üstü evrimi sadece basit bir komplo teorisi. Zira uzmanlar yapay zekanın da algoritma ve alt kodlarının da yine vicdan ve duygu gibi hasletlere sahip insanoğlu tarafından yazıldığının unutulmaması gerektiğini vurguluyor.
Almanya’da yapay zekanın toplum üzerindeki etkileri üzerine araştırmalar yapan ve Dijital Dönüşüm alanında Hamburg Üniversitesinde ders veren Dr. Wilhelm Bielert, bu konuya dair bilinmeyen en büyük meselenin “süper yapay zeka” olduğunu belirtiyor ve bu kavramın insan zekasını aşan, hala büyük ölçüde spekülatif ve alanın uzmanları arasında tartışmaya açık olduğunu ifade ediyor.
Yapay zeka teknolojisinin, böyle bir sistem geliştirmesinin mümkün olabileceğini belirten Bielert, ancak bunun ne zaman gerçekleşeceğinin ve sonuçlarının ne olacağının belirsizliğine dikkati çekiyor.
Bielert, “tekillik” boyutunun karmaşık küresel sorunları çözmek, yaşam standartlarını iyileştirmek, bilimsel ve teknolojik ilerlemeyi geliştirmek gibi faydalar sağlayabileceğini savunuyor. Ancak Bielert bile gizlilik ve güvenlik endişeleri başta olmak üzere istihdam sorunu oluşturması hatta yapay zekanın geliştireceği önyargı ile “istemeden zarar verme potansiyeli” olduğunu savunuyor.
Günümüzde, algoritmaları insanların tasarlayıp programladığına işaret eden Bielert, gelecekte yapay zekanın kendi kendine komut verebilme ihtimalinin ve yapay zekanın bir canlı gibi hareket etmesinin tartışma konusu olduğunu kaydediyor.
Bielert, olası riskler ve sağlayabilecek faydalar göz önüne alındığında, toplumun yapay zeka gelişimine dikkatle “sorumlu ve etik” bir şekilde yaklaşmasının önemli olduğunu vurguluyor.
Ancak Bielert gibi yapay zekayı destekleyenler dahi bu teknolojideki “kilit sorunun böyle bir sistemin kontrol edilip edilememesi olduğunu” söylüyor. Hatta Bielert, yapay zekanın bahsedilen “süper yapay zeka” seviyesinde kendi hedefleri olduğu varsayımıyla zararlı olabileceğinin ve kontrol edilemeyeceğinin hesaba katılması gerektiğini ifade ediyor.
İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Ulvi Türkbağ ise bilgisayar teknolojisinin, bir gün “süper zeka seviyesine geçtiğinde, dünyayı baştan aşağı yeniden dizayn etmek isteyebileceğini” savunuyor.
Türkbağ, “Tekillik denmesinin sebebi şu; bugüne kadar hiçbir örneği yok, daha önce yaşanmadı böyle bir şey. Tarihte hiçbir şekilde örnek alınacak benzetme yapacağınız bir kesitiniz yok çünkü böyle bir şey yok. Bunun adı tekillik ve tekillikten herkes korkuyor.” dedi.
Erlangen-Nürnberg Üniversitesinde Yapay Zeka Etiği ve Felsefesi üzerine çalışan Prof. Dr. Vincent C. Müller, yapay zekanın kontrol altında tutulup tutulmayacağı sorusuna, “Düşünün işçilerin olduğu bir fabrikanız var ve kendinize ‘bu insanlar benim kontrolüm altında mı’ diye sorabilirsiniz. İşçinin arkasında durup vidayı al, buraya yerleştir, sonra bir tane daha al diye yönlendirebilirsiniz ve bu kişi sizin kontrolünüz altında olur ama siz fabrikayı böyle mi yönetmek istiyorsunuz?” ifadelerini kullandı.
Konuya ilişkin başka bir örnek daha veren Müller, “Bir sekreterim var ve her gün sekreterimin arkasından işlerini kontrol etmeye kalkışabilirim, işi yapıp yapmadığına bakabilirim ama sürekli iş takibi yaparsam sekreterin bir anlamı olmaz. Her zaman kontrol etmem gerekecek, bu anlamsız ve zaman kaybı olacak.” dedi.
Müller, kendi perspektifine göre yapay zekayı denetlemenin bu teknolojiyi anlamsız kılacağını savunuyor.
Yapay zeka ve gelecek nesil
Bielert, yapay zeka teknolojisinin, toplum ve gelecek nesil üzerinde karmaşık ve çok yönlü etkisi olacağını belirtiyor.
“Yapay zekanın toplum ve gelecek nesil üzerindeki etkisi; nasıl geliştirildiğine, benimsendiğine ve düzenlendiğine bağlı olacak” diyen Bielert, “Toplumun potansiyel etkileri proaktif bir şekilde ele alması, yapay zekanın sorumlu ve etik bir şekilde geliştirilmesini ve uygulanmasını sağlaması çok önemli.” dedi.
Alman filozof Müller de “Şimdi, gençlerin ve daha küçük çocukların yaşam biçimlerine bakınız; Bu yeni kuşaklar ekranlarda yaşıyor.” diyerek, teknoloji ile birlikte gelişen yapay zekanın gençler ve küçük çocukların hayatını büyük ölçüde değiştirdiğini belirtti.
Bunun gençlerin ve daha küçük çocukların hayatını büyük ölçüde değiştirdiğini belirten Müller, oğlunu sürekli sokakta oyun oynaması ya da dışarıya çıkması için uyardığını aktardı.
“Oğlumdan sık sık telefonu alıp dışarı çıkması, futbol oynaması ya da ormana gitmek için uyarıyorum. Elindeki küçücük dijital ekranla iletişim kurmak yerine dünyayla fiziksel olarak iletişim kurun.” diyen Müller, bunun büyük bir değişime yol açtığını aktardı.
Müller, bu değişimin sadece olumsuz değil olumlu durumlara da kapı araladığını ifade ederek, “Harika üretkenlik kazanımları elde edebiliriz, bence en önemli şey bu, bu bize bağlı. Bu teknolojiyi nasıl kullanacağımıza biz insanlar karar veriyoruz.” diye konuştu.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *