Lokman (a.s.)’ın oğluna vasiyet ederken; iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan bir ibadet olarak özetlediği ve azmi gerektiren işler (Lokman 17) olarak tanımladığı namaz, işte bizim Namaz’ımızdır. Aynı namaz tüm Peygamberlerin ortak ibadetidir. Ve içerisinde tekbir, kıraat, kıyam, rükû, secde, dua ve selam olan bir bütündür.
Rabbim! Beni ve soyumu namaza devam edenlerden eyle; Rabbimiz! Duamı kabul et! (14/40)
Biliyorsunuz ki, bizim “namaz” olarak isimlendirdiğimiz ve Kur’an’ı Azîm’üş-şan’da “es-salât” olarak geçen kelimenin içeriği hakkında ezelden beridir türlü türlü tartışmalar yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Bu tartışmaların bir kısmı iyi niyetli, bir kısmı ise maalesef kötü niyetlidir. Bazı zan sahipleri, Kur’an’da geçen “salat” kelimesinin “Müminlerin birbirine dua etmesi” veya “insanlar arası bir iletişim ağı oluşturma” gibi garabet dolu yorumlara imza atmayı denemektedirler. Oysa ki bu tam bir saptırmadır.
“Namaz” kelimesinin Farsça’daki anlamı “ateşin karşısında saygı ile eğilmek”tir. Arapça, İbranice, Aramca ve hatta Sanskritçe (Hindu) dilinin atası ve kadim bir dil olan Akadça’da ise “salat” kelimesi kullanılır ve adamak, ateşli taraftar, bağlılar, dindar, sofu, fanatik, hayran anlamlarına gelmektedir. Arapça’da da kelimenin anlamı bu minvaldedir.
Eski Yunan putperest halkından tutun da, Yahudi ve Hristiyanlara kadar namaz, her zaman Yaradan’ı tazim ve itaat göstergesi olarak bütün insanlık boyunca uygulanagelmiştir. Samiriler 2500 yıldır Müslümanların namazına benzeyen bir namaz kılmaktadırlar. Ancak Kur’an’ın tüm bunlardan farklılaştırarak “es-salat” olarak bildirdiği bu tevhid eylemine çok özel bir anlam yüklemiş ve “sadece Allah için” olduğu vurgusu yaparak Müslümanlara has hale getirmiştir. Dolayısı ile “es-salat”, sadece Allah’a gönülden bağlı olanların, kendilerini Allah’a adayan taraftarların, yine O’na tazim ve itaat hareketi olarak tanımlayabiliriz.
Secde ve rükû etmeyi, neredeyse jimnastik ve spor hareketlerine indirgeyen seküler Batılı zihinlerin aksine; Müslümanların namazı Hz. Şuayb’in namazı gibi müşriklere “Atalarının dinini terk etmelerini ve mallarını diledikleri gibi tasarruf edemeyeceklerini” (Hud 87) söyler. Kişinin kendi nefsini kötülüklerden arındırıp hayâsızlığı önlemesini ön plana çıkartan mistik görüşler, “secde”nin tek olan Allah’tan başkasına itaat etmeyi ve O’nun rızası dışında otoritelerin rızasını aramayı engelleyen tavrını; tüm sistemlere, ideolojilere, partilere, hiziplere, beşer yasalarına ve bunların ürettiği fitnelere karşı bir “kıyam” hareketi olduğunu nedense seslendirmezler.
Diğer taraftan “es-salat” kavramına güya “Müminin Mümine duasıdır, fiziksel hareketlere indirgemek namazın içeriğini anlamamak demektir” şeklinde getirilen tarifler; kendi müşrik halkını (hatta babasını) terk ederek kurak ve çorak Bekke’deki Beyt’in temellerini yükselten Hz. İbrahim’in “tek bir Allah’a itaat” dâvâsının simgesi olan namazın temellerini inşaa ettiğini ve soyunun da bu tevhidi duruşu terk etmemesi için Rabbi’nden dilediği yardımı ve ciğerinin köşesinde yanan yangını hiç anlamamışlar demektir. Lokman (a.s.)’ın oğluna vasiyet ederken; iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan bir ibadet olarak özetlediği ve azmi gerektiren işler (Lokman 17) olarak tanımladığı namaz, işte bizim Namaz’ımızdır. Aynı namaz tüm Peygamberlerin ortak ibadetidir. Ve içerisinde tekbir, kıraat, kıyam, rükû, secde, dua ve selam olan bir bütündür. Günün her dakikasında, her saniyesinde güneş ve ayın hareketleri ile birlikte; yeryüzünün farklı bir coğrafyasında yeni bir namaz vakti girmekte, Müslümanlara emredilen bu kıyam hareketi sürekli yeniden yaratılmaktadır.
Müşriklerin namazı ise asırlar öncesinde olduğu gibi halen, “duaları ve sözde namazları, yalnızca ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan ibarettir.”(Enfâl 35)
Rabbimiz’in bizlerden istediği gibi, “Ailemize namazı emredip, kendimizin de ona devam etmesi” (Taha 132) Müslümanlar üzerine yazılıdır. Muhakkak ki Allah (c.c.) en doğrusunu bilendir…
(Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *