Darbecilerle iş birliği yapan siyasetçilerin bir kısmı silinip gitti. Bir kısmı halen siyasetin içinde, eski günlerinin hayaliyle nefes alıp veriyor. Başka bir kısmı ise ya gerçeği gördüğü için ya da günün konjonktür gereği darbecilere lanet okuyor.
Murat Güzel / Star-Açık Görüş
28 Şubat’taki algı operasyonlarının faturası mağdurlara kesildi. Gayrı Safi Milli Hasıla’nın 3’te 1’i buharlaştı. Onlarca banka batırılıp, milyarlarca dolar zarar milletin sırtına yüklendi. Dönemin kuvvetli ve kudretli bir paşası “28 Şubat bin yıl sürecek” demişti. 28 Şubat bin yıl sürmedi şüphesiz ama ülkeye verdiği zararlar hala sürüyor.
Günümüzden 114 yıl önce Sultan 2. Abdülhamid Han tahttan indirilmişti. “Hasta adam” olarak nitelenen Osmanlı’yı, 33 sene boyunca denge siyasetiyle ayakta tutmayı başarmış Sultan 2. Abdülhamid Han, “Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet” naralarıyla milleti galeyana getirenlerin marifetiyle tahttan indirilmişti. Bu sürecin fitili ise, bir ayaklanmayla ateşlenmiş, akabindeki gelişmeler neticesinde, bir askeri darbe olmuş ve Osmanlı’nın parçalanma süreci başlamıştı. Sultan 2. Abdülhamid Han’dan sonraki 10 yılda, Osmanlı Devleti’nin tarihin tozlu sayfalarındaki yeri hazırdı.
Osmanlı’nın mirasçısı olarak kurulan, ancak resmi olarak mirası reddeden Türkiye Cumhuriyeti ise, ilk askeri darbesini 27 Mayıs 1960’ta yaşadı. O günden sonra hemen her 10 yılda bir, ya bir askeri darbeye ya da muhtıraya maruz bırakıldı. 1971 ve 1979’da muhtıra, 1980’de askeri darbe yaşadık. Takvim yaprakları 28 Şubat 1997’yi gösterdiğinde ise “Post modern darbeyle” tanıştık.
Demokrasiye balans ayarı
Süreç, 28 Şubat 1997’de Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller’in kurduğu koalisyon hükümetinin, silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlanmasıyla yaşandı. 12 Mart, 27 Mayıs ve 12 Eylül’ün aksine, askerler yönetime bizzat el koymadı. Medya üzerinden bir savaş verildi o dönemde. Askerlerin yönetimi zorla ele almaması, onun yerine zorla başkasına verilmesini sağlaması sebebiyle 28 Şubat’a “post-modern darbe” adı verildi. Onların deyimiyle “Demokrasiye balans ayarı” yapıldı. Ülkenin tarihinin büyük bir kısmında koalisyon hükümetleri olmuştu. 28 Şubat’ta da bir koalisyon vardı. “İşadamı” “Medya” ve “Asker“den oluşan üçlü koalisyon, korku senaryoları ve tanklarla seçimle gelen hükümeti yıktı. Refah Partisi kapatılırken, yöneticilerine de siyasi yasak getirildi.
Bir medya darbesi
Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında kurulan REFAHYOL koalisyon hükümeti dönemin komutanları ve Cumhurbaşkanı Demirel’in verdiği destek ile iktidardan indirildi. Darbe sürecinde her türlü yayın organını ele geçiren ve kendi isteğine göre yayın yaptıran Genelkurmay, gazete manşetlerine de el atmıştı. Hemen her fırsatta irtica ve şeriat yaygarası yapan 28 Şubat’ın “bir kısım medyası” post-modern darbe sürecinin fiili yaptırımcısıydı adeta.
Algı operasyonları başarılı olmuş, sürecin bütün faturası da mağdurlara kesilmişti. Gayrı safi milli hasılanın 3’te 1’i buharlaştı. Onlarca banka batırılıp, milyarlarca dolar zarar milletin sırtına yüklendi. Dönemin kuvvetli ve kudretli bir paşası “28 Şubat bin yıl sürecek” demişti. 28 Şubat bin yıl sürmedi şüphesiz ama, ülkeye verdiği zararlar hala sürüyor.
Asker ne emrederse…
Toplum üzerinde derin izler bırakan “28 Şubat” bir sürecin adıydı. “28 Şubat“ı duyan yaşı kemâle ermişlerimizin bir kısmı, üniversite kapısında bekleyen başörtülü kızları düşünür. Kimimiz darbe destekçisi gazetecileri hatırlar. Bir kısmımız ise, ülkenin getirildiği ekonomik dar boğazı düşünerek; bugünlere şükreder. “Çevik” paşaları vardır 28 Şubat’ın. Müslüm Gündüzleri, Fadime Şahinleri vardır o sürecin. Bankaları hortumlayanlara ses çıkaramayan siyasetçileri vardır mesela. O siyasetçilerin kimisi “Asker ne emrederse ben onu yaparım” diyerek partisinden istifa edip hükümeti düşürme derdine düşmüştür. Kimisi bakanlık koltuğunda “Alınan kararları sonuna kadar uygulayacağım” diyerek emir-komuta zincirine selam çakar. Bir kısmı ise imam hatiplileri yarasalara benzeterek, “Siyasi geleceğime mal olsa da, eğitim sistemini değiştireceğim” diyerek sonsuz itaatini dillendirir.
Binlerce gencin eğitim hakkı elinden alındı
Medyayı elinde tutan, öğrencilerin eğitim hakkını kısıtlayan, sahte şeyh ve tarikatlarla insanların bilinçaltına işleyen dönemin, sembol isimlerinin rol aldığı darbe süreci; adım adım ilerledi.
“Şeriat geliyor” şeklinde suni korku politikasının akabinde, başörtüsüyle okumak isteyenlere korkunç bir linç kampanyası başlatıldı. Tek istekleri eğitimlerine devam etmek olan imam hatip ve üniversite öğrencilerine okul kapıları kapatıldı. Yüzbinlerce insan el ele tutuşarak, hiçbir taşkınlık yapmadan özgürlük zinciri oluşturdu. İstanbul merkezli eylem, tüm Türkiye’ye yayıldı. Eylemlerde birçok kişi gözaltına alındı. Tutuklanıp idamla yargılandı. Kız öğrenciler giremedikleri üniversitelerin önlerinde aylarca eylem yaptı. Polis çemberinde mücadele kırılmak istendi. Tazyikli su ve coplarla yapılan müdahalelerde, karnındaki bebeğini düşüren genç anneleri bile gözleri görmedi.
Kapatılan Refah Partisi’nin yerine kurulan Fazilet Partisi, 1999’daki seçimlerde 111 milletvekili çıkardı. Vekillerin arasında en çok dikkat çekeni ise Merve Kavakçı’ydı. Başörtülüydü Merve Kavakçı. Hal böyle olunca vekil seçilmesiyle Türkiye Büyük Millet Meclis’nde, başörtüsüyle yemin edip etmeyeceği tartışmaları yapılmıştı. Meclis’in geçici başkanı Ali Rıza Septioğlu’na ise Mustafa Kemal Atatürk’ün kıyafet kararnamesi gösterilip, Merve Kavakçı’nın başörtüsüyle Genel Kurul’a giremeyeceği ve yemin edemeyeceği hatırlatılıyordu. İstanbul Milletvekili seçilen Merve Kavakçı, 2 Mayıs 1999 Pazartesi günü mazbatasını aldıktan sonra, Meclisin açılış oturumuna katılmak için Genel Kurul Salonu’na girdi. Demokratik Sol Parti milletvekilleri sıralara vurarak ve yuhalayarak protesto ediyordu başörtülü milletvekilini. Protestolardan akılda kalan en çarpıcı sözler ise, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’ten geliyordu. “Burası hiç kimsenin özel yaşam mekanı değildir. Burası devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar, devletin kurallarına uymak zorundadırlar. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!” sözleri, aradan geçen bunca zamana rağmen, halen akıllardan çıkmıyor. DSP’nin gösterdiği tepkinin sınırı yoktu. Meclis’teki diğer partiler gayet sakindi.
Rakamlarla 28 Şubat
Post modern darbe sonucunda bankalardan 46 milyar dolar hortumlandı.
Darbecilerin borazanlığını yapan medyaya 428 milyon dolar aktarıldı.
İrtica gerekçesiyle 281 vali ve kaymakam kovuşturmaya uğradı.
Süreçte 6 milyon vatandaş fişlendi.
1997-2001 arasında kılık-kıyafet sebebiyle 33 bin 272 öğretmen soruşturmaya uğradı.
İrticai faaliyette bulunmak iddiasıyla 27 vakıf-dernek kapatıldı.
İrtica suçlamasıyla bin 635 asker TSK’dan atıldı.
Ülkemiz, post modern darbe sürecine girdiği 28 Şubat 1997’den bugüne kadar, birçok badire atlattı. Hükümetlere muhtıra vermeye kalkışanlar, darbe yapmaya yeltenenler, kendilerince hükümetlere had bildirme teşebbüsünde bulunanlar, eski günlerini mumla arar oldu. Bu millet hepsine ayrı ayrı ceza kesti. Darbecilerle iş birliği yapan siyasetçilerin bir kısmı silinip gitti. Bir kısmı halen siyasetin içinde, eski günlerinin hayaliyle nefes alıp veriyor. Başka bir kısmı ise ya gerçeği gördüğü için ya da günün konjonktür gereği darbecilere lanet okuyor. Millet iradesini tahrip etmeye çalışan her girişimin, bertaraf olduğunu gördük. “Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat, millet iradesiyle tarihe gömülüp gitti.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *