Siyasi erkin ve belediyelerin yapı denetim süreçlerinden çıkarılması gerektiğini savunan Yapı Denetim Kuruluşları Birliği İstanbul Şubesi Başkan Yardımcısı İnşaat ve Jeoloji Mühendisi Mehmet Emin Çelik, “imar barışı kararlarının sistemin altını oyduğunu” söyledi.
Yapı Denetim Kuruluşları Birliği İstanbul Şubesi Başkan Yardımcısı İnşaat ve Jeoloji Mühendisi Mehmet Emin Çelik, Euronews Türkçe’ye Türkiye’nin yapı denetim sistemini, son depremlerin gösterdiklerini ve beklenen İstanbul depremine ilişkin olası riskleri anlattı.
Çelik, deprem sonrası yapılacağı söylenen imar planlarına ilişkin uyarılarda bulunarak “İlk etapta 30 bin bina yapılacağını söylüyorlar. Şudur, çok hızlı yaparsınız ama onlar da yıkılır. Yıkılmaması için zemin etüdünün iyi yapılması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
Euronews: Yapı denetim süreçleri genel hatlarıyla nasıl işliyor, ne gibi zorunluluklar var?
Mühendis Mehmet Emin Çelik: “Türkiye’de 1999 yılına kadar yapı denetim yoktu. Bu iş daha çok mühendis ve mimarların gözetim ve denetimi altındaydı. 99 depreminden sonra 2001 yılında bir yapı denetim kanunu çıkarıldı. Ve yapı denetim kuruluşları adı altında kuruluşlar oluşturuldu.
Bu kuruluşlar yapının hem projesini hem de bu projenin doğru bir şekilde uygulanıp uygulanmadığını denetleyen, yeri geldiğinde inşaatı durdurabilen yetkilere sahip kurumlar.
Bu süre içerisinde çeşitli değişimlere uğradı. İlk başta çok iyi çalışıyordu bu kurumlar. Sonra bazı gevşemeler yapıldı. Sonra bunun zararları görüldükten sonra tekrardan sıkılaşmalar yapıldı.
2019’dan sonra deprem yönetmeliği değiştirildi. Hem en iyi deprem yönetmeliğine sahibiz, Japonya’dan bile daha iyi bir deprem yönetmeliğimiz var. Hem de müthiş çalışan yapı denetim kuruluşlarımız var. Tabii aksaklıklar var, eksiklikler de var.
Bir yapı yapmak istediğinizde belediyeye gidiyorsunuz. Projelerinizi hazırlıyorsunuz. Ben şu projeyi burada uygulamak istiyorum diyorsunuz. Ve bakanlık size bir yapı denetim tayin ediyor. Şu kuruluş, kamu adına ve benim adıma sizi denetleyecek, diyor. Ücretini de yapı sahibinden alıyor. Yapı denetim denetimini yaptıkça bakanlıklar ücretini takdim ediyor ve işin bitiminde de belediyenin de kontrolüyle burada yapıların iskan dediğimiz yapı kullanım izin belgesi veriliyor. Ve insanlar orada yaşayabiliyor artık. Bu teknik bir süreç. Ancak bu teknik sürece maalesef çeşitli siyasal süreçler dahil oluyor.”
Euronews: Belediyenin izin verdiği, başkanın imzasının olduğu bir proje, sizden geri dönmesi halinde yine belediyenin baskısıyla bir şekilde geçiyor mu yoksa son kararı siz mi veriyorsunuz?
Mehmet Emin Çelik: “Biz bu işi almıyoruz diyoruz ama bu iş başka birine gidiyor. Ama düzeltilerek mi gidiliyor yoksa düzeltilmeden mi gidiyor, onu bilemiyoruz. Mesela Avcılar Belediyesi’nde bize sürekli güçlendirme projeleri gelirdi ve biz hiçbirini almazdık. Çünkü kusur görürdük. Ve daha sonra geçen sene eylül ayında imar biriminde 17-18 kişi rüşvetten tutuklandı. Bu projeler bazı siyasi baskılarla, mahkeme süreci başladığı için bunu söyleyebiliyoruz, veya çeşitli menfaat elde etme amacıyla onaylanabiliyor.
Bu durum daha önce daha iyi bir koruma altındaydı, projeleri Mimarlar ve Mühendisler Odası onaylardı. Sonra bize gelirdi. Biz de onaylardık. Ve hayata geçerdi. Bizim çok güzel bir yapı denetim sistemimiz var. Ancak yapı denetim sistemimizin içerisinden siyasi erki, belediyeleri çıkarmamız lazım. Bu yalnızca yapı deneyim sürecinde de değil, mesela deprem toplanma alanlarının hepsinin imara açılması veya parsel bazlı imar planlarında da aynı.
‘Bu imar barışı değil, imar katliamıdır’
Mehmet Emin Çelik: “Bir de şu var mesela bir yapı geliyor, biz yapıyı denetliyoruz, projeye uygun yapılmadığını görüyoruz. Ve yapıyı mühürlüyoruz, durduruyoruz. Sonra bir bakıyoruz ki yapı, belediyenin normalde sürekli onu gözetlemesi gerekirken bir şekilde yapılıyor. Ve buna elektrik veriliyor, su veriliyor. Bir iki sene içerisinde de imar affı, imar barışı çıkıyor. Bu yapı sanki denetimli süreçten geçmiş gibi yapı kullanım izin belgesini alıyor.”
Euronews: Biraz cesaretlendirmek gibi değil mi?
Mehmet Emin Çelik: “İmar barışı konusunda, ben barış kelimesinin burada kullanılmasından hicap duyuyorum. Bu imar katliamıdır. (Biz imar affı, imar barışı ifadelerini reddediyoruz. İnsanlık tarihinde on binlerce insanın ölümüne sebep olmamıştır.) İnsanlar da belediye buraya izin verdiyse devlete güvenerek orayı satın alıyor.
Kat irtifakı denen bir şey var. Siz belediyeden yapı kullanım izin belgesi almadan dairelerinizi satabiliyorsunuz. Halk da biraz daha uygun fiyatlı olduğu için bunları alıyor. Ve kredi de çıkıyor. Banka da bunu tanıyor, devlet de tanıyor. Yapı kullanım izin belgesi almamış bir yeri devletin tanımaması lazım. Çünkü orası henüz bütün şartları sağladığını ispatlamamıştır. Ama devlet yapının yüzde 80’i tamamlandığı zaman satışına izin veriyor. Satın alan insanlarsa birkaç ay sonra yapı kullanım belgesi alamadığını görüyor. Ve bazen oralara hiçbir zaman yapı kullanım izin belgesi verilmiyor. Yine de yaşamaya devam ediyor insanlar. Devlet burayı tanıyor çünkü satışına izin veriyor. Tapu veriliyor.
Ancak bundan daha kötüsü var. Bunlar bir yere kadar yapı denetimine gitmiş. Hiç yapı denetimsiz, kaçak yapılan yerlere devlet imar affıyla, imar barışıyla, kullanım izni veriyor. Bu, normal yapı denetimi yapan müteahhiti cezalandırmaktır. O bütün kurallara uygun yapıyor. Öbürü kurala uygun olmadan yapıyor. İkisi de aynı seviyeye geliyorlar. Bu ne yapıyor? Bu sistemin altını oyuyor.”
Euronews: İstanbul’da kentsel dönüşüme giren alanlar var. Peki kentsel dönüşüm kapsamında yenilenen binalar, her zaman işin kuralına uygun oluyor mu ? Beklenen depreme karşı dayanıklılar mı?
Mehmet Emin Çelik:“Yapı denetim süreci iyi işlememişse onlar da uygun olmuyor. Ama yüzde 90 oranda uygun olduğunu düşünebiliriz. Çünkü kentsel dönüşümlerde bakanlık bir nebze daha işin içinde. Belediyeler biraz daha dışında, merkezi otorite biraz daha işin içindedir. Düşük faizli kredilerle yapıldıkları için daha sağlam olduklarını söyleyebiliriz. Ama dediğim gibi bazı siyasi kararlar yüzünden… En basitinden size şunu söyleyeyim:Bizim İstanbul’da mikro ölçekli fay haritamız var. Yani fayın nerede olduğu belli. Binaların fayın üzerine yapılmaması lazım ama siyasi kararlar o fayın üzerine de yapılmasına izin veriyor.
Fay hattı üzerinde olduğu zaman istediğiniz kadar iyi yapın, bina depremde hasar alıyor. Fayın tam üzerinde, toprak kayıyor.”
Euronews: Birkaç metrelik farklar bile önemli, değil mi?
Mehmet Emin Çelik: “Depremin büyüklüğü vardır, bir de depremin şiddeti vardır. Depremin büyüklüğü merkez üssünden ölçülür, 7.4 denir. Ancak bu bazı yerlerde 5 şiddetinde hissedilir. Bazı yerlerde 8 şiddetinde hissedilir. Daha yüksek de hissedilebiliyor. Bugün Hatay’ın Kahramanmaraş’tan daha fazla yıkılmasının sebebi bu.Merkez üssü aslında Hatay olmamasına rağmen Hatay’da daha yüksek şiddetle hissedildi.
Bu neye bağlı? Zemine bağlı. İyi bir zemin deprem dalgasını sönümler, dolayısıyla şiddetini düşünür. Kötü bir zemin deprem dalgasının olduğu gibi binaya yansımasına sebep olur.
Ben deprem bölgesine gittiğimde en çok yıkımın Hatay’da olduğunu gördüm. Bunun birinci sebebi çok fazla eski yapı bulunması olabilir, evet. Ama bizim ülkemizde her yerde eski yapı var. Ben bunun öncelikli sebebinin zemin olduğunu düşünüyorum. Ovada olması, Asi nehrinin kıyısında yapılmış olması ve buraya uygun, zemin etüdüne uygun binalar yapılmamış olmasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Hiç camı kırılmamış binalar da gördük biz.
2019 sonrası deprem yönetmeliğini harfiyen uygulayan binaların yıkılması çok zor. Böyle bir depremde bile o binalar ayakta kaldıysa…
Bu depremler normal değildi. Bazı hocalarımıza göre üç deprem oldu. Ve bunun bir tanesi Hatay’a çok yakın oldu. Biz normalde yapıları DD-2 (Deprem Yer Hareketi Düzeyi-2) kategorisindeki depremlere dayanıklı yaparız. Ancak bu deprem DD-1’den daha şiddetli bir depremdi. Bu da şu demek oluyor: Biz DD-2’ye göre yapıyoruz ama aslında DD-1’i de karşılıyoruz. Yıkılmamış binaları gördük.”
‘İstanbul’da fay hatlarına biriken enerji daha büyük bir depreme sebebiyet verebilir’
Mehmet Emin Çelik: “Ancak bu depremde şunu da gördük ki, demek ki DD-1 bile bizim ülkemizde yaşanabiliyor. Yani ivmesi çok büyük depremler. Bizim normalde simüle ettiğimizden daha yüksek depremler de yaşanabiliyor. Bu İstanbul depremin için de geçerli. Biz şu anda 7.4, 7.5 büyüklüğünde bir deprem tahmin ediyoruz. Ama gün geçtikçe fay hatlarına biriken enerji miktarı artıyor. Ve bu daha büyük bir depreme sebebiyet verebilir.”
Euronews: 99 yılı öncesi yapılan binaların çok daha riskli olduğunu söyleyebiliriz miyiz?
Mehmet Emin Çelik: “Tabii ki. 2019 sonrası evler çok daha sağlam. 2001 öncesi evler ise çok kötü. 5 ya da 6 büyüklüğündeki bir depreme bile dayanmayacak evler.”
Euronews: Fakat Hatay’da çok eski evlerin sağlam kalıp da yeni evlerin yıkıldığı da söylendi. Mesela üç senelik bina, 2019’da yapılmış ama yıkıldı.
Mehmet Emin Çelik: “Burada zemine geliyoruz. Mesela ev yeni ama bakıyorsunuz bina çökmemiş, devrilmiş. Devrilmesinin sebebi zemin. Oraya mesela fore kazık yapılması gerekirdi. Fore kazıklar orayı tutardı. Yeni bina olduğu için hiç yıkılmazdı. Ama zemin etütleri kopyala yapıştır mantığıyla yapıldığı için, yan taraf nasılsa orası da öyledir mantığıyla hareket edildiği için, maliyetten kaçınıldığı için, uğraşmak istenilmediği için ve bazen de siyasi otorite de işin içinde olduğu için, zemin etütleri iyi yapılmamış. Ayakta kalabilecek binaların devrildiğini gördük.
Biz orada zemin sıvılaşmasını da gördük. Normalde zemin sıvılaşması dediğimiz şey, deprem dalgası yüzünden zeminin bir anda çamurlaşması demek. Alttaki suyun yukarı çıkması ve çamurlaşması. Bu binanın devrilmesine sebep oluyor. Bununla ilgili mühendislik yöntemleri var, mesela fore kazık bunlardan biridir. Mühendislik çok ilerlemiş bir alan. Bugün 9 şiddetinde, 10 şiddetinde depreme göre de bina yapabilirsiniz. En basitinden izolatörler var.
Bugün bazı kamu kurumlarında, mesela 400 yataklı hastanelerde izolatörler zorunlu yapıldı. Ama bu yeni yapıldı. Bundan 10 sene önce yapılmış hastanelerde bu yok.”
Euronews: Kanun bu ama kesin yapılıyor mu?
Mehmet Emin Çelik: “Kamu kurumu olduğu için, kamu kendi yaptığı için yapılıyor. Mesela Kahramanmaraş’ta izalatörlü bir hastane vardı, yıkılmadı. Ve deprem anında ameliyat yapıldı bu hastanede. Mühendislik çok gelişti. Biz insanoğlu depreme boyun eğecek durumda değiliz aslında. Ama biz kendi hareketlerimizi kendi kültürümüzü değiştirmediğimiz için bu depremin altında kalabiliyoruz. Daha önce Ahmet Mete Işıkara hocamız vardı. O, deprem öldürmez, bina öldürür derdi.
Bugün TOKİ diyor ki, ben şu kadar yapı yapacağım. Bu imkansız bir şey, Türkiye zaten 19 yılda 1 milyon 170 bin yapı yapmış. 500-600 bin konutu şu anda yapması imkansız.”
Euronews: Depremden etkilenen bölgelerde bir ay içinde ev yapımına başlıyoruz dendi. Bu yeterli bir süre mi? Zemin etütleri açısından ya da bütün kontroller açısından, belki de kenti yeniden planlamak açısından yeterli bir süre mi sizce?
Mehmet Emin Çelik: “Şimdi başlamak çok muğlak bir cümledir. Plan, projesini yapmaya başlarsınız, başladım dersiniz. Bunu seçim öncesi hep görürüz. Temeller atılır, başladım denilir. Ama bitmesi önemli. Bizde şu an TOKİ’ler en kötü 2 sene sürüyor, ki normal kapasitesiyle çalıştığı zaman.
İlk etapta 30 bin bina yapılacağını söylüyorlar. Şudur, çok hızlı yaparsınız ama onlar da yıkılır. Yıkılmaması için zemin etüdünün iyi yapılması gerekiyor. Başlayacaktır biz buna inanıyoruz. Ama projesini, planını, zemine etüdünü yapmaya başlayacaktır. Ne zaman bu ete kemiğe bürünecek, ne zaman beton dökülecek, bunu biz de bilmiyoruz.
Yeni binalar yapı denetim sürecine girmiyor. 200 metrekare altında yapılar, yapı denetim sürecine girmiyorlar. Denetim sürecine giriyor ama yapı denetim kuruluşları sürecine girmiyorlar. Orada şöyle oluyor: Bir mühendis oluyor. O mühendis oranın mesulü oluyor. Yapının denetimi onun kontrolünde oluyor.”
Euronews: Yapı denetim maliyetli bir iş mi? Sadece yeni binalar için değil, var olan binaların kontrolü açısından da çok büyük bir maliyet mi?
Mehmet Emin Çelik: “Binanın maliyetinin yüzde 1,5’ine denk geliyor. Siz bir yapı denetim kuruluşuyla anlaştığınız zaman, ki bakanlık yönlendiriyor, siz kendiniz anlaşamıyorsunuz. Yüzde bir buçuğuna denk geliyor. Aslında bu bizim itiraz ettiğimiz bir şey, bir emlakçı bile dairenizi sattığı zaman dairenin ederinin yüzde 4’ünü alıyor.
Yapı denetim kuruluşları bir emlakçıdan daha düşük ücretlerle çalışıyor. Bu denetim mekanizmasının zayıflamasına sebep oluyor. Yani insanların bir geçinme kaygısı olursa dolayısıyla yanlış kararlara imza atma olasılığı daha fazla artar. Biz bu konuda bakanlıktantan da bunun yükseltilmesini istedik istiyoruz. Neden? Gece rahat uyuyabilmek için. “
‘Deprem testi yaparsam binamı yıkarlar gibi bir algı var. Bu bir şehir efsanesi’
Mehmet Emin Çelik: “Yapınızın sağlam olup olmadığını görmek için deprem testi yapılır. Çok maliyetli bir şey değil, çok cüzi bir ücreti var. Kolonlarınızdan örnekler alınır. Demir çaplarınız röntgen cihazıyla ölçülür, tespit edilir. Demirlerinizin kalınlığı ölçülür ve bakanlığın zorunlu koştuğu bir program var. Bu verileri bir programa aktarıyoruz ve bir sonuç raporu çıkıyor. Bu raporda kendi binanızın hangi depremlere dayanıklı olduğunu görebiliyorsunuz. Bu bilgi amaçlıdır. Toplumda ‘bunu yaparsam binamı yıkarlar’ gibi bir algı var. Böyle bir şey yok. Bakanlığın yetkili firmasıyla, laboratuvarıyla anlaşıyorsunuz, o da size bilgi amaçlı bir rapor veriyor.
Sonra binanızı bu raporu ibraz ederek kentsel dönüşüme kendiniz koyabilirsiniz. Veya bu raporu ibraz ederek güçlendirme için destekler alabilirsiniz. Ama bu yıkım olayı biraz şehir efsanesi.”
Euronews: Bu, belediyeler tarafından yapılan kontroller için de geçerli mi?
Mehmet Emin Çelik: “Belediyeler tarafından yapılan kontroller aynı değil. Devlet ben bu yapıyı riskli gördüm derse, o yapıyı yıkabilir. Ama siz kendiniz bir yetkili firma ile anlaşıp bilgi amaçlı rapor aldığınızda böyle bir yıkımla karşılaşmıyorsunuz.”
Euronews: Peki depremden önce çok başvuru oluyor muydu bu şekilde? Bu bilinç biraz da olsa var mıydı?
Mehmet Emin Çelik: “Depremden önce yabancı bir firma Türkiye’ye gelir, bir yer kiralamak ve kiralamadan önce bu testi yaptırmak isterdi. Bizim yerli halkımız bunu yapmazdı.
Zaten halkımız bunu önemseyecek olsa iskansız, imar barışından yararlanmış yerleri satın almaz. Biz kültür olarak biraz bu konuda rahatız. Daha iskanı alınmamış evleri satın alıyoruz. Belki kolon eksiktir, ondan alınmamıştır. Müteahhitler hep ağaçlandırması eksik olduğu için iskan almadık derler. Siz satın alın da daha sonra iskan alırız. Ama belki de kolon eksiktir. Sonra ev sahipleri bununla karşılaşınca müteahhitlere de ulaşamıyorlar…
Bizim ciddi bir müteahhit problemimiz var. Bugün Almanya’da 3 bin küsür müteahhit var. Türkiye’de 320 bin müteahhit var. Herhangi bir akreditasyon süreci işlememiş, tecrübe şartı aranmamış… Türkiye’nin nüfusuyla Almanya’nın nüfusu hemen hemen aynı. 3 binle 300 bin, yani yüz kat fazla.
Bu da müteahhitlerin pervasızca davranmasına sebep oluyor. Çünkü çok rahat müteahhit olunabiliyor. Şantiye şefliğinde de böyle bir kanayan yaramız var. Bugün üniversiteden yeni mezun olmuş, hiçbir uygulama görmemiş inşaat mühendisleri şantiye şefi olarak imza atabiliyorlar. Bu Japonya’da iki sene tecrübe, artı eğitim, artı sınavdır. Sınavı geçenler bu imza hakkını kullanabilir.
Daha önce maliyetlerden bahsettiniz. Her zaman önlemek sonrasında ödemekten çok daha ucuzdur.”
Euronews: Kahramanmaraş depreminde Hatay’ın ya da 10 ilin istatistiklerine bakabildiniz mi? Verilere ulaşabildiniz mi? Binaların gerçekten çoğu 99’dan önce mi yapılmıştı?
Mehmet Emin Çelik:“TÜİK’in verilerine göre yüzde 54’ü 2004 sonrası binalar. Ama bakanlığın açıklamasında bir veri sunulmadı. Arkadaşlarımız şu anda sahada. Hatay’da, bu 10 ilde çalışma yapıyorlar. Demeçlerde yüzde 98 deniliyor. TÜİK’in verileri çok farklı. TÜİK yüzde 54 yeni yapı diyor. Ancak şu var, yeni yapı var, imar barışı kapsamına girmiş yapılar var. Çok eski olup da yeni imar barışı aldığı için yeni yapıymış gibi görünenler var. Bunlar önümüzdeki süreçte verileri daha şeffaf şekilde ortaya çıkacaktır.”
Euronews: Yapılırken denetim sürecine girmiş yapılar belli aralıklarla kontrol ediliyor mu? Böyle bir zorunluluk var mı?
Mehmet Emin Çelik: “Bu 2019’da geldi. 2019’dan önce böyle bir zorunluk yoktu. 2019’dan önce yapılmış yapılarda da böyle bir zorunluluk yok. 2019’dan sonra yapılan yapılarda Bakanlık bir barkot sistemi getirdi. Bina kimlik sistemi. Binanın bir barkodu oluyor. 2019 sonrası yapılan binaların hepsinde var. Telefonunuza bu barkodu okuttuğunuzda bu bina ne zaman yapılmış, ne şekilde yapmış, kim yapmış, mimarından yapı denetimine her şeyini görebiliyorsunuz. Plan ve projesini de görebiliyorsunuz.
Herhalde şu an 5 sene olmadı 2019’da kanun geldi, 2024’de dolacak. 2024’te biz bütün yapıları tekrardan denetleyeceğiz. Kesilmiş kolon var mı? Özellikle statik yan taşıyıcı sistemle ile ilgili bir problem var mı? Bu otokontrol de sağlıyor. Diyelim bir yapı denetim firması hata yapmıştır, bir şeye göz yummuştur. 5 sene sonra başka bir yapı denetim orayı kontrole gider. Bu başta mı böyleydi, sonra mı böyle oldu, onu ortaya çıkarır.”
Euronews: 5 senede bir yapılacak yani bu.
Mehmet Emin Çelik: “Evet, 2024 de başlayacak. Biz 2019’da yapılmış bütün yapıları tekrardan inceleyeceğiz. Tekrardan taşıyıcı sistemlerini kontrol edeceğiz ve polis zoruyla bunu yapacağız. Ve taşıyıcı sistemi de zarar görmüş binalar da mühürlenecek.”
Euronews: Mühürlendikten sonra artık yapacak bir şey kalmıyor herhalde.
Mehmet Emin Çelik: “İnşallah kalmaz. Sonra bir imar affı daha gelirse… Şu anda yapı denetimli binalar beş senede bir kontrol edilecek ama imar affından yararlanmış olanların bu kontrolleri de yok.”
Euronews: Peki okullar, hastaneler gibi kamu kurumları için durum ne? 2019 öncesi yapılanlar da kontrol ediliyor mu?
Mehmet Emin Çelik: “Hükümet, sismik risklere karşı tedbir alınmasıyla ilgili bir proje geliştirdi. Sanıyorum 2006 sonrasında yürürlüğe girmişti. Şu anda bütün okullar güçlendiriliyor veya yıkılıp yeniden yapılıyor. Ancak bütçe dahilinde. Eğer güçlendirme maliyeti yapma maliyetinin yüzde 40’ını geçiyorsa direkt yıkılıyor, yenisi yapılıyor, altındaysa da güçlendirme yapılıyor. Bu çalışma var. Yaklaşık 10 yıldır da devam ediyor.
İstanbul’daki konutların yüzde 51’i problemli. Konut ve iş yerleri ya da kamu binaları. Ama şunu da söyleyebiliriz. Mesela TOKİ’nin yaptığı yapılar bir yapı denetim sürecinden geçmiyor. Bakın bu çok ciddi bir problem aslında. Ya da güçlendirmeler yapı denetim sürecinden geçmiyor. Yani bir firmaya veriliyor, o firma yapıyor. 200 metrekare altı yapılarda olduğu gibi birkaç kişi de bunun denetimini yapıyor. Kamu binaları, kamu işleri yapı denetim sürecinden geçmediği için daha risklidir.”
Euronews: Yapı denetim sürecinden geçmiyorsa, nasıl oluyor peki?
Mehmet Emin Çelik: “Kamu kendi yapıyor, kendi kendini de denetliyor. Şimdi burada oto-kontrol olayı yok, üçüncü göz olayı yok. Denetleyecek bağımsız denetçi, bağımsız bir kuruluş yok. Bazen karşılaşıyoruz, mesela hızlandırılması gerekiyor. TOKİ örneğinde dediğim gibi işin içine siyaset de girdiği için, seçime yetişmesi için hızlandırılıyor. Şunu da belirtmek lazım. TOKİ’nin kullandığı yöntem tünel kalıp yöntemi. Mühendislik açısından çok sağlam bir yöntem. Ama bu diğer kamu binalarını için geçerli değil. Bir örneğini Kahramanmaraş’ta gördük. Daha geçen sene açılmış tünel çöktü ve insanlar Maraş’a gidemediler. Saatlerce o tünelin açılması beklendi. Niye? Çünkü bu tünel yapı denetim sürecinden geçmedi. Kamu kurum ve kuruluşları için yapı denetiminin zorunlu hale gelmesi lazım.”
Euronews: Peki en riskli yapı stoğu hangi ilçede diye sorsak bunun verisi var mı?
Mehmet Emin Çelik: “Yapı stoğundan ziyade İstanbul’da eski ilçeler var. Kadıköy diyelim, Kartal, Pendik, Fatih gibi Bağcılar gibi. Mesela bir Bağcılar’da nefes alacak yer bile yok ve yapıların çoğu eski. Depreme yakın bölgeler bunlar. Fay hattı Marmara Denizi’nden geçiyor. Bugün Ataşehir’deki bir yapı depremden Kadıköy’deki bir yapı kadar etkilenmez.
Zemini daha iyi olduğu için ve fay hattına uzak olduğu için. Şu anda en kötü yapı stoğu Avcılar’da bulunuyor. Hem depreme çok yakın bir yer, hem eski yapılar hem de hâlâ orada güçlendirmeler yapılıyor. Bizim tasvip etmediğimiz güçlendirmeler… Bizim ülkemizde güçlendirme işini çok iyi yapan firmalar da yok maalesef. Biraz da uzmanlık istediği için çok sınırlı sayıda firma bunu yapabiliyor. Bazen kötü müteahhite verdiğiniz zaman binanızı güçlendireceğim diye eskisinden daha kötü hale de getirebiliyor. Ve siz görmüyorsunuz.”
Euronews: İçiniz de rahat oluyor, güçlendirme yapıldı diye.
Mehmet Emin Çelik: “İşin kötüsü de o. İçiniz rahat oluyor. Güçlendirme de yapı denetime giriyor, ama bu apayrı bir iş. Biz bazı yapı denetimlerin yeterlilikleri ölçülerek güçlendirme işlerinin sadece bunlara verilmesini istiyoruz. “
Euronews: Ağır bir maliyet tabii. O kadar yapıyı yenilemek, güçlendirmek, önlem almak. Ama deprem vergileri de toplandı zamanında.
Mehmet Emin Çelik: “Mesela 38 milyar dolar deprem vergisi toplanmış şimdiye kadar. Bugün bu 10 ildeki zarar da JP Morgan’ açıkladığı rakamlara göre 30 küsür milyar dolar. Yine İstanbul dönüşümü için de yaklaşık böyle bir rakam gerekli. Ama tabii geç kaldık, bu biraz da zaman meselesi. Kapasitemiz belli, inşaat işçisi sayımız belli, mühendis sayımız belli.
Yapı denetim sürecinde bir de bu işi asıl yapan demircisi kalıpçısı var. Onları da kayıt altına almamız lazım. Bugün mesleki yeterlilik kuruluşumuz var. Çalışma bakanlığa bağlı bir kuruluşumuz.
Burada işin mutfağındakilerin de kayıt altına alınması, eğitimli olup olmadığı, bu işi gerçek anlamda bilip bilmediği veya sürekli bizim ülkemizde yönetmelikler değişir, mevcut yönetmeliği bilip bilmediği denetlenmeli. Dolayısıyla bunun da Yapı Denetim Kanunu içerisine alınması lazım. Şu anda Çalışma Bakanlığının nezdinde olduğu için bir Çevre Bakanlığı’na bağlı olan yapı denetimi çok müdahale edemiyorlar o konuya.”
‘Laboratuvarlar bakanlık tarafından belirlenmeli, müteahhitlerin insafına bırakılmamalı’
Mehmet Emin Çelik: “Bir de laboratuvar süreci var. Bu laboratuvar süreci bizim kanayan yaramız. Normalde bir yere beton döküldüğü zaman laboratuvarları görevlendiriyoruz, oradan numune almasını istiyoruz. Numune alınıyor ve numunenin düşük çıktığını görüyoruz. Betonun kötü beton olduğu kanaatine varıyoruz. Ancak müteahhitin şunu deme hakkı var: Benim betonum aslında iyidir ama siz yanlış aldınız, onun için karot yani sertleşmiş beton alın.
Ve biz şunu görüyoruz müteahhit belli bir ay sonra karot getiriyor bize, çok sağlam karotlar. Mesela normal beton 10 pascal çıkmış, karot 40 pascal çıkmış. Bu nasıl olabilir? Biz bu karotların sahte olduğunu düşünüyoruz. Yani müteahhitler bir yapı laboratuvarıyla anlaşarak, sahte karot uydurarak kötü olan betonunu bize iyiymiş gibi lanse ediyor. Bununla ilgili bakanlığa tavsiyemiz şuydu: Nasıl ki yapı denetimleri bakanlık kendi belirliyorsa müteahhitin takdirine bırakmıyorsa, laboratuvarların da aynı şekilde bakanlık tarafından belirlemesini ve müteahhitin insafına bırakılmaması gerekiyor. Bununla ilgili taslaklar da hazırlandı aslında. Ancak iki yıl oldu hâlâ hayata geçmedi. Bunun da biraz siyasi olduğunu düşünüyorum.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *