Türkiye-İsrail ilişkilerinin dünü ve bugünü

Türkiye-İsrail ilişkilerinin dünü ve bugünü

Siyonst cumhurbaşkanı Herzog’un Türkiye’ye ziyareti beklenirken, Habertürk’ten Emin Arslan İsrail’in kuruluşundan bu yana Türkiye’nin yaklaşımını, ikili ilişkilerde kritik noktaları kaleme aldı.

“Orta Doğu’daki en stratejik ikili ilişki hangi iki ülke arasında?” sorusunu sorduğumuzda “Türkiye-İsrail” cevabını almak şaşırtıcı olmaz. Tüm dünyanın Orta Doğu politikasını etkileme gücüne sahip ilişkiler son yıllarda birçok krizle yüzleşti. Ancak son dönem atılan normalleşme adımları kapsamında İsrail ile de ilişkiler karşılıklı olarak iyileştirilmeye çalışılıyor. Bu kapsamda İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, bugün Türkiye’de.

Türkiye ve İsrail’in ilişkileri, Türk ve Yahudi toplumunun ortak tarihinin ve on yıllarca sürgün hayatı yaşamış Yahudi toplulukların Osmanlı İmparatorluğu tarafından vatandaşlık statüsüyle kabul edilmesinin etkisiyle başladı.

YAHUDİLERİN OSMANLI’YA GÖÇÜ

15. yüzyılda devletten imparatorluğa dönüşen Osmanlı, özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sonrasında Yahudi toplumuna kapılarını açtı. İstanbul’u alan II. Mehmed, Avrupa’da zulüm gören Yahudileri Osmanlı İmparatorluğu’na çağırdı. İstanbul hahamı Sarfati’nin, “Buranın hiçbir eksiğinin olmadığı, dilerseniz her şeyin gönlünüzce olduğu bir ülke olduğunu size ilân ederim. Kutsal Topraklara giden yol size bu ülke üzerinden açık. Müslümanların altında yaşamak, Hıristiyanların altında yaşamaktan daha iyi değil mi?” sözleri sonrası başlayan büyük göç akımıyla İstanbul’un o dönemki nüfusunun önemli kısmını Yahudiler oluşturdu.

İlerleyen yıllarda özellikle Batı Avrupa’da Yahudilere yapılan zulümler artarak devam etti. İspanya’nın Endülüs Emevileri’ne karşı ‘Reconquista’ sürecinin başarıya ulaşması sonrası ülkelerinde korumasız kalan ve Katolik zulmü nedeniyle 1412 yılından beri kıyafetlerine aşağılayıcı işaretler takmaya, din değiştirmeye zorlanan Yahudiler; en sonunda 1492’de İspanya’dan kovulmalarının ardından II. Bayezid’in emri ve hatta Piri Reis’in amcası olan Kemal Reis’in komutasında, kendi özel gemisini göndermesiyle Osmanlı İmparatorluğu’na sığındı.

I. Bayezid, İspanya’da mallarına el konulan, engizisyondan kaçan Seferad Yahudileri’ne iyi davranılmasına dair ‘irade’ yayınladı. Osmanlı’nın büyük bir coşkuyla Yahudileri çağırması ve toplumun da on yıllarca bir arada yaşayabilmesinin en önemli nedenlerinden biri de toplumun ve devletin Hristiyan topluluk ve devletlerine karşı oldukça negatif bir bakış açısına sahip olması ve bu nedenle Yahudi toplumuna sıcakkanlı yaklaşmasıydı. Halil İnalcık da bu konuyla ilgili, “Hususi birtakım şartlar Avrupa Yahudiliği ve Osmanlıları, Haçlı Hristiyan Avrupa karşısında bir nevi dayanışma ve işbirliğine sevk etti. Asırlardır birlikte var olmak suretiyle iç içe geçmiş ortak tecrübeler ve olumlu hatıralar Türkler ve Yahudileri dostlukla birleştiren bir aile yapmıştır.” yorumunu getirdi.

Seferad Yahudileri, kendilerine kucak açmış Osmanlı’ya tüm bilgi ve birikimlerini aktarmaya çalıştı. Bernard Lewis’e göre, ülkeye yeni gelen bu Musevi göçmenler, ‘Türkiye’nin Avrupalılaşması’ akımını başlattı. Osmanlı’nın Yahudilere iyi davranması haberinin tüm Avrupa’da yayılması sonrasında Macaristan, Doğu Avrupa, Kırım ve Asya’nın kimi yerlerinden göçler başladı. Osmanlı topraklarındaki Yahudiler, Saray’ın önemli kademelerinde bulunduğu gibi; toplumun ticari yapısını da geliştirdi.

THEODOR HERZL – II. ABDULHAMID GÖRÜŞMESİ

19. yüzyılda Yahudi topluluklarında ‘Filistin’de bağımsız bir devlet kurma’ fikrinin yeşermesinin ardından Osmanlı ve Yahudi toplumu arasında bir takım dalgalanmalar yaşandı. Macar asıllı Viyanalı Yahudi gazeteci Theodor Herzl, Siyonizm’i kurarak antisemitizme karşı siyasi yollarla Yahudiler’in refahının yaratılabileceğini savundu. Yahudi Devleti’nin Filistin’de kurulması için çalışmalar yaptı. Bu sebeple İstanbul’a gelerek II. Abdulhamid’e “Osmanlı’nın dış borçlarını üstlenmesi karşılığında Filistin’e Yahudi göçüyle toprak verilmesi” teklifini sundu. II. Abdulhamid ise, “Bir adımlık toprak bile satamam, zira bu topraklar bana değil, milletime aittir” cevabını verdi. Daha sonra 4 kere daha İstanbul’a gelen Herzl, II. Abdulhamid’in huzuruna da çıktı. Ancak istediğini alamadı. Bunun yanında Saray, Herlz’e ‘Birinci Derece Mecidiye Nişanı’ takdim etti.

İmparatorluğun son döneminde düştüğü zor durumda Yahudi topluluğun diğer birçok azınlık gibi ayrılıkçı bir hareket içinde olduğu söylenemez. Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya göre Osmanlı Yahudiliği batının yayılmacı ve hasta adamın mirasını paylaşacak eğilim ve eylemlere katılmamıştır, kendilerini Hıristiyan dünyanın eğilimleri ve faaliyetleri dışında tutmuştur. 1913’te Selanik’in Yunanların eline geçmesinden sonra Selanik Yahudileri, Türklerle işbirliği yapmakla ve hain olmakla itham edilerek Yunan ordusunun ve yerli Rumların baskısına maruz kaldılar. Hatta Doç. Dr. Emin Elmacı’ya göre Kurtuluş Savaşı döneminde Yunan Kralı İzmir’e geldiğinde İzmir Yahudi Cemaati Başkanı’nı yanına çağırıp destek istiyor. Karşılığında, “Rumlardansa Türkleri tercih ederiz” yanıtını alıyor.” Modern Türkiye’nin inşasında, Atatürk’ün Alman Nazizmi’nden kurtulmak isteyen 80 Yahudi akademisyene ülkenin kapılarını açması ve bu insanların Türkiye’ye olumlu katkıları da büyük önem taşıyor.

İSRAİL’E GİDEN YOL…

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması için hemen hemen tüm Orta Doğu halklarıyla iş yapan Birleşik Krallık, 1920 yılında Filistin’i kendi himayesine aldı. Tüm dünyadan Yahudi göçüne izin verdi. Bu, bölgedeki Arap halkın tepkisine yol açtı. Bir süre sonra İngilizler Yahudi göçünü sınırlandırmaya karar verdi ancak bu da Yahudi milislerin silahlanmasına neden oldu.

I. Dünya Savaşı ise tüm dünya için unutulmaz acıların yaşandığı bir dönem oldu. Belki de en çok Yahudiler için. Başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde yükselen antisemitizm, savaş başladıktan sonra korkunç bir soykırıma dönüştü. Yaklaşık 6 milyon Yahudi sistematik bir şekilde öldürüldü. Filistin’e olan gizli Yahudi göçü ise soykırım nedeniyle çok daha fazla arttı. Savaşı müttefik devletlerin kazanmasının ardından Filistin sorunu 1947 yılında Birleşmiş Milletler’e devredildi.

BM, Kasım 1947’de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. Kudüs ve Beytüllahim şehirlerinde ise BM denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı. Yahudiler bu kararı kabul etti; Araplar ise, 400 bin Arap sivili İsrail toprakları içerisinde bırakacak olması ve Filistin topraklarının sadece %7’sinin sahibi olmalarına rağmen Yahudilere bölgenin %56’sını vermesi nedeniyle planı reddetti.

14 Mayıs 1948’de, Britanya mandasının sonlandığı anda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu David Ben-Gurion tarafından İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edildi. Devletin sınırları ise ilan edilmedi. Kuruluş ilanından 24 saat sonra, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları saldırıya geçerek İsrail topraklarına girdi. Ancak hem ABD ile Sovyetler Birliği’nin kuruluştan hemen sonra İsrail’i tanıdığını açıklaması hem de İsrail’in Arap ordularını durdurması nedeniyle ülkeler arasında ateşkes imzalandı.

TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ BAŞLIYOR

Türkiye, İsrail’i, Arap-İsrail savaşını fiilen kazanmasının ardından, 28 Mart 1949’da tanıdı. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler, karşılıklı olarak elçilerin atanmasıyla 1950 yılında başladı. Türkiye’nin İsrail’deki ilk diplomatik misyonu şefi Seyfullah Esin, güven mektubunu İsrail Cumhurbaşkanı Chaim Weizmann’a sundu.

AFTER THE FORMALITIES THE PRESIDENT WEIZMAN (L) MR. ESIN AND THE FOREIGN MIN. MOSHE SHARETT (R) PARTAKE OF A LITTLE REFRESHMENT.

İsrail’in bir ‘Yahudi devleti’ ideasıyla kurulmuş olsa da anayasal olarak laik bir devlet olması ve yüzünü Batı’ya dönmesi; bu açılardan Türkiye’ye benzemesi tanıma kararında da etkili olan unsurlardan oldu. Türkiye, İsrail’i ilk tanıyan ülkeler arasında olduğu gibi, nüfusu Müslüman olan ülkeler içinde ise ilk sıradadır.

1956 yılında ise iki ülke arasında ilk kriz diyebileceğimiz olay yaşandı. Mısır’ın lideri Cemal Abdulnasır Süveyş Kanalı’ndaki Batılı şirketi millileştirerek hisselerini satın aldığını açıkladı. Birleşik Krallık, Fransa ve İsrail Mısır’a askeri harekât düzenledi. Ancak Soğuk Savaş döneminde çok nadir yaşanmış bir şey oldu; hem ABD hem SSCB olaya tepki göstererek askeri harekâtın durdurulmasını istedi. Bu olayın ardından Menderes hükümeti, Türk temsilciliğinin seviyesini maslahatgüzarlığa indirgedi. Dönemin gazetecisi Bülent Ecevit ise bu kararı eleştirerek, “Arap devletlerin birliğinin suni olduğunu ve Arap yanlısı politikadan vazgeçilmesi gerektiğini” ifade ettiği bir yazı kaleme aldı.

BEN-GURION’LA GİZLİ GÖRÜŞME

İsrail Başbakanı David Ben-Gurion ve Türkiye Başbakanı Adnan Menderes, iki devletin ortaklığının temelini oluşturmak için gizlice bir araya gelerek “Çevre Paktı” üzerinde anlaştı.

1966 yılına kadar yürürlükte kalan bu anlaşma, iki tarafın da vatandaşlarını etkilemek için ortak halkla ilişkiler kampanyaları, istihbarat bilgisi alışverişi ve birbirlerinin askeri ilerlemelerinin desteklenmesini içerir.

Bu görüşmede ikili ilişkilerin tekrar büyükelçilik seviyesine çıkarılmasını isteyen İsrail’e olumlu yanıt verilmesine rağmen 30 yılı aşkın süre Türkiye bu adımı atmadı. Ancak özellikle 50’li yılların sonunda birçok üst düzey İsrail yetkilisi gizlilik içinde Türkiye’yi ziyaret ederek görüşmelerde bulundu.

İLİŞKİLERDE GERİLEME

1966’ya gelindiğinde ise Türkiye’nin ABD ve SSCB’ye karşı duruşunun, İsrail’e olan yaklaşımını etkilediği görülüyor. Nitekim Türkiye’nin ABD’ye olan güveninin sarsıldığı o dönemde Türkiye İsrail’le olan ilişkilerini dondurdu. Dönemin Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Başkanı Sezai Orkunt’un açıklamalarına göre İsrail askeri ataşesi Baruh Gil Boa kararı şaşkınlıkla karşıladı. Ancak Türkiye, Arap ülkeleri ile İsrail arasında genellikle bir denge politikası yürüttü.

BAŞKONSOLOSUN ÖLDÜRÜLMESİ

1971 yılında ise hem Türkiye’nin içinde bulunduğu iklimi, hem de ikili ilişkilerin sağlıklı bir zeminde sürdürülmesinin güçlüğünü ortaya koyacak bir olay yaşandı. Türkiye’deki onlarca sol görüşlü gencin gerilla savaşı öğrenmek için ve ‘Filistin davasına destek olmak’ için Suriye ve Lübnan’daki kamplara katıldığı bir dönemde, İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom, 17 Mayıs 1971’de Başkonsolosluğa giderken Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi üyeleri Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir tarafından kaçırıldı. THKP-C üyeleri, konsolosun serbest bırakılmasına karşılık Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının salıverilmesini istedi. Bu talep kabul edilmeyince Elrom, 22 Mayıs 1971 günü sabaha karşı Nişantaşı’nda bir evde saat 01.42 sularında vurularak öldürüldü.

Olay tüm Türkiye’de büyük yankı uyandırdı. Siyasetin her kesiminden tepki gelirken, dönemin CHP lideri İsmet İnönü olayı “facia” olarak nitelendirerek, “Tarih boyunca Türk milletinde antisemitizm hastalığı olmadı ve olmayacaktır” ifadesini kullandı.

Bu olayın ardından 12 Mart döneminin baskıcı uygulamaları şiddetini artırırken, Türkiye ve İsrail güvenlik örgütleri arasında yakın bir ilişki başladı. Ancak bölgedeki dengeleri gözetmeyi sürdüren Türkiye, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Ankara’da ofis açmasına izin verdi. 1979 yılında Yaser Arafat Ankara’ya geldi.

70’li yıllar boyunca Arap devletlerinin İsrail’le diplomatik ilişkilerin kesilmesi talebini reddeden ve BM kararlarına desteğini sürdüren Türkiye, ikili ilişkilerde hala sorun olmayı sürdüren ‘Kudüs’ konusu nedeniyle Ocak 1980’de ‘elçilik’ seviyesine yükselttiği ilişkileri Kasım 1980’de tekrar düşürdü. 31 Temmuz 1980’de İsrail tarafından Kudüs’ün başkent ilan edilmesi Türkiye’nin tepkisini çekti.

ALTIN ÇAĞ

90’lı yıllarda ise Türkiye-İsrail ilişkileri en iyi dönemini yaşadı. Türkiye’nin geleneksel olarak en büyük dış politika ‘davası’ olan Kıbrıs meselesinde hiçbir Arap ülkesinin destek vermemesi, FKÖ’nün Güney Kıbrıs’taki faaliyetleri ve PKK’nın Suriye’deki varlığı nedeniyle Arap ülkeleriyle gerginleşen ilişkiler; İsrail ve Türkiye’yi birbirine yakınlaştırdı. Ayrıca ABD’deki Yahudi lobisinin Ermeni-Rum lobisine karşı Türkiye’yi desteklemesi iyi ilişkilerin bir diğer nedeni oldu.

1991 yılında diplomatik ilişkiler yeniden Büyükelçi seviyesine yükseltildi. 1992 yılında da ‘normalizasyon’ hızla devam etti. İki ülke savunma bakanlıkları işbirliği mutabakatı imzalarken, turizm alanında da anlaşma imzalandı. İsrail Cumhurbaşkanı Haim Herzog’un Türkiye ziyareti ikili ilişkiler için kritik bir adım oldu. 1993 yılında dönemin dışişleri bakanı Hikmet Çetin’in İsrail ziyareti, “İkili ilişkilerde Arap ipoteği kalktı” yorumlarına neden oldu. 1996 yılında Süleyman Demirel İsrail’i ilk defa ziyaret eden Türk Cumhurbaşkanı oldu. İkili ilişkiler özellikle askeri ve güvenlik konusunda iki ülke için de ciddi önem taşıdı. Bu dönem ilişkilerde askeri boyut ağırlık kazandı.

2000’Lİ YILLARIN İLK DÖNEMİ

2007 yılına kadar olan süreçte her ne kadar problemler yaşanmış olsa da, İsrail ve Türkiye ilişkileri gücünü sürdürdü. Bu süreçte dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan iki günlüğüne İsrail’i ziyaret etti. İsrail Cumhurbaşkanı ve başbakanıyla görüştü.

2006 yılında İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas bir gün arayla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuştu. Peres Türkiye için “Amerika, Suriye, Filistin ve bizim için Türkiye, Orta Doğu’da önemli bir oyuncudur” dedi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de İsrail’i ziyaret etti.

KRİZLERİN BAŞLANGICI: 2008 DÖKME KURŞUN HAREKATI

İsrail Savunma Kuvvetleri, Hanuka’nın devam ettiği 27 Aralık 2008 tarihinde yerel saatle 09:30’da Hamas’ın İsrailli sivillere ve askeri birimlere karşı kassam roketli saldırılar yaptığı gerekçesi ile Gazze’ye saldırdı. İsrail’in savaşta 3 vatandaşı hayatını kaybederken Gazze’de 1133 insan hayatını kaybetti, 4 binden fazla insan yaralandı. Erdoğan İsrail’in yaptığı harekâtı barışa indirilmiş bir darbe olarak tanımlarken, İsrail’in insanlık suçu işlediğini belirtti. İsrail ve Suriye arasında arabulucu rolü üstlenmiş olan Türkiye, İsrail’in Gazze’ye saldırısı sonrası politikalarını gözden geçirerek İsrail’den uzaklaştı. Saldırıdan 5 gün önce İsrail başbakanı Ehud Olmert’in Ankara’yı ziyaret ederek ‘Gazze’de insani bir dram yaşanmayacağını’ söylemesi; Türkiye’nin büyük bir güvensizlik içinde olmasının önemli sebeplerinden biri oldu.

İsrail ise Hamas’ın PKK’dan bir farkı olmadığını söyleyerek, ‘terörle mücadele ettiğini’ açıkladı.

SİYASETTE HALA TAZE: ONE MINUTE KRİZİ

Türkiye ve İsrail arasında gerilimin arttığı dönemde, Dökme Kurşun Harekatı’ndan hemen sonra Türk siyasetinde ve toplumunda hala tazeliğini koruyan bir olay yaşandı. Davos ekonomik zirvesine katılan Başbakan Erdoğan, Washington Post yazarı ve forumun moderatörü David Ignatius ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez ile tartıştı. İsrail liderine konuşması için daha fazla süre veren Ignatius’a sinirlenen Erdoğan, Perez’in konuşmasının ardından kapanış sözüne başlayan moderatörün ‘One minute’ diyerek sözünü keserek Perez’e, “Sayın Peres benden yaşlısın. Sesin çok yüksek çıkıyor. Biliyorum ki sesinin bu kadar çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar yüksek çıkmayacak; bunu da böyle bilesin. Öldürmeye gelince, siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” ifadelerini kullanarak, İsrail’in çocukları ve masum sivilleri öldürdüğünü söyledi. Araya girmeye çalışan moderatöre de sinirlenen Erdoğan, “25 dakika konuştu (Perez) 12 dakika konuştum. Bir daha da Davos’a gelmem” diyerek platformu terk etti.

Erdoğan paneli terk ettikten sonra Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab’la bir basın toplantısı düzenleyerek moderatöre tepki gösterdiğini belirtti, “Herhangi bir şekilde ne İsrail halkını ne Cumhurbaşkanı Peres’i ne de Musevi halkını hedef aldım” dedi. Peres de daha sonra Erdoğan’ı telefonla arayarak olanlardan dolayı üzüntü duyduğunu söyledi. Olay sonrası Türkiye bir daha Davos’a katılmadı.

ALÇAK KOLTUK KRİZİ

Davos’ta tüm dünyanın önünde gerilim yaşanmasının ardından iki ülke toplumsal olarak da karşı karşıya geldi. Türkiye’de yayınlanan bir dizinin bölümünde MOSSAD’ın Türkiye’de casusluk yaptığı, Türk bebekleri kaçırdığı ve Tel Aviv’deki Türkiye Büyükelçiliği’ni basarak elçi ve ailesini rehin aldığı gösterildi.

Bu olayın ardından İsrail Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Danny Ayalon’un, diziyle ilgili olarak ülkesinin tepkisini iletmek üzere Dışişleri’ne davet etti. Ancak Ayalon’un tavrı ve oturma düzeni, ikili ilişkileri kopma noktasına getirdi. Ayalon, Büyükelçi Oğuz Çelikkol’u alçak bir kanepede ağırlayıp kendisi de yüksek bir koltukta otururken, basın mensuplarına İbranice bunun kasten yapılan bir uygulama olduğunu söyledi. Ayrıca Çelikkol’la tokalaşmayı reddeden Ayalon, görüşmenin yapıldığı salondaki masanın üzerinde yalnızca İsrail bayrağı bulunmasını sağladı.

Dışişleri Bakanlığı, İsrail’in Ankara’daki Büyükelçisi’ni davet ederek uyarıda bulunurken, Türk diplomata İsrail’de yapılan muameleyi şiddetle kınadı. Dışişleri açıklamasında tarih boyunca Yahudiler zor duruma düştüklerinde kendilerine Türklerin yardım eli uzattığı belirtildi. Dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Akşama kadar özür açıklaması yaparlar yaparlar, yapmazlarsa Büyükelçi yarın ilk uçakla Türkiye’ye gelir, istişarelere başlar” dedi. Saat 17.45’te İsrail, Türkiye’ye özür mektubunu gönderdi.

İLİŞKİLERDE KOPUŞ: MAVİ MARMARA

Türkiye ve İsrail arasında iplerin bir hayli gerildiği, iki ülkenin hem bürokratik hem hükümet kanadından şahin açıklamaların yapıldığı bir dönemde yaşanan Mavi Marmara olayı, Türkiye-İsrail ilişkilerini tarihinin en kötü seviyesine çekti.

İnsani yardım götürmek üzere 22 Mayıs’ta Sarayburnu’ndan Filistin’e hareket eden Mavi Marmara gemisi, İsrail ablukası altındaki Gazze’ye seyrederken Akdeniz’de uluslararası sularda 31 Mayıs gecesi İsrail askerleri tarafından baskına uğradı. Baskında 10 Türk vatandaşı hayatını kaybetti. 50’yi aşkın kişi yaralandı.

Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, New York’a gelerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin toplanması yönünde çağrıda bulundu. Türkiye’nin talebi üzerine toplanan Konsey, İsrail’i gerçekleştirdiği eylemden dolayı kınadığını belirten bir bildiri yayımladı. Türkiye ve İsrail 1980 yılına geri dönerek diplomatik ilişkileri maslahatgüzar seviyesine düşürdü.

2013 yılında dönemin ABD Başkanı Obama İsrail’i ziyaret etti. İsrail Başbakanı Netanyahu Obama yanındayken Erdoğan’ı arayarak özür diledi.

Buna rağmen bir 3 yıl daha ilişkilerde normalleşme adımları atılmadı. Ancak 2016 yılında Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin normale dönmesi hakkındaki mutabakat, 26 Haziran’da Roma’da sonuçlandırıldı. İsrail Mavi Marmara nedeniyle tazminat ödemeyi kabul etti. Ayrıca iki ülke tekrar büyükelçi atadı.

Fakat iki ülkenin özellikle son 12-13 yılına bakıldığında en hassas konu olarak göze çarpan ‘Gazze’ meselesi tekrar problemin sebebi oldu. İsrail’in 2018 yılında Gazze operasyonları sebebiyle Türkiye İsrail’in elçisini kovdu, kendi elçisini geri çağırdı.

NORMALLEŞME SÜRECİ

2022 yılına gelindiğinde ise Türkiye, ‘Sorunsuz Çember’ politikasıyla çeşitli sebeplerden dolayı ilişkilerin yıprandığı birçok ülkeyle normalleşme süreci başlattı. Körfez ülkeleri, Mısır ve Ermenistan’la ilişkileri yeniden sağlıklı bir düzleme yerleştirmek isteyen ve bu konuda olumlu geri dönüşler alan Türkiye, İsrail’le de karşılıklı adımlar atıyor.

Doğu Akdeniz’in stratejik önemi nedeniyle hassaslaşan Türkiye-Ortadoğu ilişkileri, Mısır-Yunanistan-GKRY-İtalya-İsrail’in Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurmasıyla çok daha kritik bir noktaya ulaştı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz’i Antalya’ya davet etmesiyle atılan adım, geçtiğimiz yılın sonunda daha da somutlaştı. Özellikle Naftali Bennett’in İsrail Başbakanı olarak Benjamin Netanyahu’nun yerine geçmesinin ardından hız kazanan normalleşme adımları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve Başbakan Naftali Bennett ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesiyle daha çok anlam kazandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan daha sonra, Türk Yahudi Toplumu ve İslam Ülkeleri Hahamlar İttifakı Üyelerini kabul etti. Erdoğan, kabuldeki konuşmasında, “Türkiye-İsrail ilişkileri bölgemizin istikrarı ve güvenliği bakımından hayatidir. Filistin konusundaki görüş ayrılıklarımıza rağmen, İsrail ile ekonomi, ticaret ve turizm alanındaki ilişkilerimiz, kendi mecrasında ilerlemektedir. İsrail’in barış çabaları bağlamında samimi ve yapıcı bir tutum sergilemesi hiç kuşkusuz normalleşme sürecine katkıda bulunacaktır” dedi.

Ocak 2022’de iki ülkenin dışişleri bakanları 13 yıl aradan sonra ilk kez telefonda görüştü. Bugün ise İsrail Cumhurbaşkanı Herzog Türkiye’de.

‘YENİ’ NORMALDE İKİ ÜLKENİN ÖNEMİ

Türkiye ve İsrail hem kültürel sebeplerle, hem de ekonomik sebeplerle birbiriyle bağını tam olarak koparamayacak iki ülke. Ancak en önemli sebep, bölgenin istikrarının iki ülkenin ilişkisine bağlı olması. Türkiye ve İsrail’in, uzun yıllar boyunca iyi anlaştığı, krizleri diplomasiyle aştığı ve birbirini rencide etmek istemediği görülüyor. Özellikle son 15 yılda ise hemen hemen tüm krizlerin Filistin odaklı çıktığı da bir gerçek. İsrail’in Hamas hassasiyeti, Türkiye’nin Hamas’ı da Filistin sürecinin legal aktörlerinden biri olarak görmesi iki tarafın da kırmızı çizgisi.

Günümüzde ise İsrail eskisi kadar bölgede yalnız değil. Savaştığı Arap ülkeleriyle bir bir iyi ilişki kuran İsrail, bugün Mısır’ın ortağı. BAE ve Bahreyn’le ortak tatbikat yapıyor. Suudi Arabistan’dan İsrail’e dair olumlu açıklamalar geliyor.

İki ülkenin de rasyonel çıkarlarını ön plana koyarak birbirine karşı yapıcı politikalar geliştirdiği dönemde ilişkilerin ne yönde ilerleyeceği hem iki ülkenin hem de Orta Doğu’nun dikkatle takip edeceği bir gündem maddesi olacak.

(Habertürk/Emin Arslan)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *