Evren’in her ne kadar doğrudan Sovyetler Birliği, Afganistan veya İran ile Libya’daki İslami uyanıştan bahsetmemiş olsa da, kendisinin ve diğer komutanların, dış güçler tarafından yönetilen ya da dışarıdan ilham alan ideolojik grupların, devletin demokratik ve laik temellerini tehlikeli düzeyde zayıflattığına inandığı belirtiliyor.
Bülent Erandaç / Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE)
Türkiye’de darbeler süreci 27 Mayıs 1960 ile başlatılmış, ardından 9 ve 12 Mart 1971,12 Eylül 1980,28 Şubat 1987 ve 15 Temmuz 2016 darbeleri gerçekleşmiştir.
Tarihi bir tespit yapalım.
Türkiye’de darbeler sürecinin tamamında Derin Amerika/İngiltere /NATO ve Avrupa bulunuyor.
27 Mayıs 1960 darbesinde, İngiltere ve Amerika
9 Mart 1971 darbe teşebbüsünde İngiltere
12 Mart Muhtırasında Amerika-İngiltere ortaklığı
12 Eylül 1980 darbesinde Amerika (NATO)
28 Şubat 1987 post modern darbede Amerika/Israil
15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsünde Amerika (NATO)
Derin ABD ‘nin yüzyılın başından bu yana yabancı devletlerde kendine tehdit olarak gördüğü hükümetleri düşürme alışkanlığı var. Darbe girişimlerinin çoğu son derece büyük bir gizlilik içinde, devlet kademesinin büyük çoğunluğu, halkın ise tamamının bilgisinden uzak yürütüldüğü de malum.
EN BÜYÜK BELGE İTİRAFTIR
2013 yılında, Derin Dünya devleti (İlluminati) lideri Yahudi Rockefeller’in şoke eden ‘Türkiye’ itirafları! sızdı. Açıklamalar,27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin en somut arşivleri özelliğindedir.
Bu adam boş konuşmaz. İşte David Rockefeller’in söyledikleri:
TÜRKİYE’YE, MARSHALL YARDIMI İLE EL ATTIK
Türkiye, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyordu. 1960 yılına yaklaşırken, Adnan Menderes iktidarının, Sovyetlere yaklaşmaya kalkışması sonucu, ordu içindeki kollarımız (Cunta) darbeyi gerçekleştirdi.
1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI
O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.
En sonunda bu sürec yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı.
Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü.
Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, her gün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı.
Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı.
Darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.
Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti.
“KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ” HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT KURDUK
Ortadoğu enerjisi bağlamında, bölgeye yönelik gizli projelerimiz vardı. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için PKK denilen bir örgüt oluşturuldu. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil.
TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ… SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA
Türkiye, dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:
Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.
İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.
Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır.
Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır.
Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler.
Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.
İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ’NİN CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE KURULDU
Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.
ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA, DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA’DAKİ SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI
BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ, AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ
Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.
New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler’’
ABD GİZLİ BELGELERİNDE 12 EYLÜL
“Bizim Çocuklar Başardı”nın Belgeleri
İngiliz yayın kuruluşu BBC, 2011 yılında Bilgi Edinme Yasası kapsamında yapılan bir başvuru üzerine, gizliliği kaldırılan 12 Eylül cunta darbesine ilişkin ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerini, üç günlük bir yazı dizisi ile yayınladı.
BBC Türkçe’nin yayınladığı belgeler, 12 Eylül 1980 ile 5 Kasım 1980 tarihleri arasında ABD’nin Ankara, İstanbul ve İzmir’deki diplomatik temsilciliklerinden Washington’daki Dışişleri Bakanlığı ile diğer ülkelerdeki temsilciliklerine gönderilmiş 10 adet yazışmaya dayanıyor.
27 Mayıs 1960’tan bugüne yapılan cunta darbelerinin hepsinin ardında, ABD başta olmak üzere, Batılı güçlerin olduğu zaten bilinen bir gerçekti. Bu konularda epeyce kanıt da mevcuttu.
12 Eylül darbesini 1970’li yıllarda CIA’nin Türkiye Şefi olan Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “bizim çocuklar başardı” diye haber vermişti. Zaten darbeyi yapan bütün cuntacılar, darbe bildirilerinde “NATO dâhil bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız” diye kendilerine destek veren dış güçlere bağlılık sözünü en baştan verdikleri için, darbelerin ardındaki Batı desteğini anlamak için başkaca kanıta da gerek yok.
Yazışmaların ilkinin tarihi 12 Eylül 1980 günü. Darbeden kısa bir süre sonra yazıldığı anlaşılan ve dönemin Ankara Büyükelçisi Spain imzasını taşıyan bu yazışma, “Gizli” ibaresine sahip. Dışişleri Bakanlığı’nın bu belgeyi paylaşmadan önce bazı kısımlarını çıkarttığı görülüyor.
“Ordunun (yönetime) el koymasının ardından ABD-Türkiye ilişkileri” başlıklı yazışmada Spain, darbenin hemen ertesinde şu değerlendirmeleri yapıyor:
“Mevcut askeri liderlerin tamamını iyi tanıyoruz ve özellikle de NATO üyeliği başta olmak üzere Türkiye’nin güvenlik ya da dış politikasında değişim yaşanacağı yönünde bir endişe taşımamıza da gerek yok.
İlk günlerde daha da önemli olan ise bizim kamuoyu önündeki tutumumuz. ABD devleti adına konuşan sözcülere, durumu yakından takip ettiklerini söylemelerini ve yorumlarını Türkiye’nin NATO üyeliği gibi dış politika yaklaşımlarında herhangi bir değişim görmeyi beklemedikleri yönündeki ifadelerle sınırlı tutmalarını öneriyoruz.”
Büyükelçi Spain’in yazışmasının askeri liderlerle ilgili değerlendirmeleri içeren paragrafının başlangıç kısmının ise belgelerin gizliliği kaldırılmadan önce ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından metinden çıkartıldığı görülüyor.
Spain’in darbe günü gönderdiği yazıda, Türkiye’de ordunun yönetime el koymasının diğer birçok demokratik ülkenin aksine “daha köklü ve daha kabul edilir” bir durum olduğu ifade ediliyor.
Bu durumda (askeri yönetimi) tanıma gibi bir sorunun ortaya çıkmadığını düşünüyorum.
Savunma ve ekonomik işbirliği anlaşmasının(SEİA) uygulanmaya devam etmesi de dâhil olmak üzere güvenlik alanındaki ilişkilerimizin sürmesinde problem yok.
SEİA Nedir?
Spain’in yazışmasında bahsettiği Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA), 29 Mart 1980 tarihinde imzalandı. Bu anlaşma ile NATO sorumlulukları kapsamında ABD’ye Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait bazı tesislerdeki ortak savunma önlemlerine katılma izni veriyor.
“Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’in gözaltısına tepki için bekleyelim”
ABD Büyükelçisi Spain, yapılan ilk açıklamalarda demokrasiye dönüş vurgusunun yeterince güçlü olmadığını temas kurduğu kişilere aktardığını belirterek, şunları yazıyor:
“Ben halihazırda bir inisiyatif alarak, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan ve aynı zamanda Milli Güvenlik Konseyi toplantılarına da katılan Büyükelçi (İlter) Türkmen’e, şu ana kadar sadece 1 numaralı (MGK) bildirisinde demokratik süreçle ilgili çok genelgeçer bir ifade bulunduğunu ilettim.
“Türkmen, görüşlerimi hem (Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan) Evren hem de (MGK Genel Sekreteri Haydar) Saltık’a aktaracağını ve aynı zamanda bugün için NATO büyükelçileriyle planlanan toplantıda da demokrasinin yeniden tesisi konusunun üzerinde yoğun şekilde durulacağını söyledi.”
Yine aynı yazışmadan, 12 Eylül günü akşamüstü TSİ 15:00’te ordu komutasıyla NATO üyesi ülkelerin büyükelçileri arasında bir toplantının planlandığı da anlaşılıyor.
Spain, Evren’in aynı gün içerisinde öğlen saat 13:00’te bir kez daha televizyonların karşısına çıktığını ve bu kez demokrasiye dönüş meselesine daha çok vurgu yaptığını belirtiyor. Spain, bundan memnun olduğunu ifade ediyor.
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, Evren’in 16 Eylül 1980’de düzenlediği basın toplantısından sonra gönderdiği değerlendirme yazısı, gizlilik derecesi “Tasnif Dışı” olan iki belgeden birisi.
Bu basın toplantısından birkaç gün sonra da Ankara’da görevli diplomatlardan Daniel Newberry tarafından kaleme alınan “Türk ordusunun (yönetime) el koyması – Geçmiş ve Beklentiler” başlıklı yazışmayla gelinen duruma dair kapsamlı bir değerlendirme yapıyor.
Ordunun darbe planlarının Temmuz ayı ortasında “ciddiye bindiğinin artık daha net bir şekilde” görüldüğü belirtiliyor.
Evren’in her ne kadar doğrudan Sovyetler Birliği, Afganistan veya İran ile Libya’daki İslami uyanıştan bahsetmemiş olsa da, kendisinin ve diğer komutanların, dış güçler tarafından yönetilen ya da dışarıdan ilham alan ideolojik grupların, devletin demokratik ve laik temellerini tehlikeli düzeyde zayıflattığına inandığı belirtiliyor.
19 Eylül 1980 tarihli yazışma: “ABD çıkarlarıyla ilgili temaslar rahatlatıcı”
Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri İlter Türkmen ile temasta olduklarını belirtiyor. Büyükelçi’nin Türkmen ile kurduğu temaslar yapıcı ve ABD’nin çıkarları ile savunma alanındaki karşılıklı olağan işbirliğinin devamına yönelik rahatlatıcı oldu” ifadeleri kullanılıyor.
Ekonomi politikaları alanında ise Evren’in ekonomik reform programının devam edeceğini ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’yle (OECD) yapılan anlaşmaların süreceğini taahhüt ettiği ifade ediliyor.
22 Eylül 1980 tarihini taşıyan “Özel” ibareli bir yazışmada, Bülend Ulusu başbakanlığında kurulan yeni kabineye dair değerlendirmeler yer alıyor.
Kabinedeki isimlerin seçiminde “deneyimin” önemli bir kıstas olarak göründüğünün belirtildiği yazışmada, “Yeni kabine, genel olarak muhafazakar olarak bilinen ve Türk halkının aşina olduğu bir grup yetenekli isimden oluşuyor.
Kabinede ekonomi, dışişleri ve savunma bakanlıklarına yapılan atamaların, askeri yönetimin ekonomi ve dış politikada mevcut politikaları sürdüreceğinin bir teyidi olarak yorumlanıyor.
Başbakan Yardımcılığı görevine getirilen Özal’ın 24 Ocak Kararları ile başlayan ekonomik reform sürecinde “yetkili kişi” haline geldiği ifade edilirken, Dışişleri Bakanlığı’na getirilen Türkmen ve Savunma Bakanlığı’na atanan Haluk Bayülken de “yüzü güçlü şekilde Batı’ya dönük isimler” olarak tanımlanıyor’’
İNGİLİZ GİZLİ BELGELERİNDE 12 EYLÜL
12 Eylül 1980 askeri darbesi, İngilizler tarafından yakın bir şekilde takip edilmiştir. Özellikle de İngiliz Büyükelçiliği, askeri müdahale öncesi süreçten başlayarak darbe sırasında ve sonraki dönemde sürekli olarak İngiliz makamlarını Türkiye’de meydana gelen gelişmelerden haberdar etmiştir. Raporlardan anlaşılıyor ki, İngilizler, 12 Eylül’ün gelişini de daha 1978 Sonbaharı’nda, önce sezmişler!
Ekim 1978…
Terörün kitlesel saldırılara başladığı dönem…
İngiliz Dışişleri Bakanı David Owen, Ankara’daki büyükelçiliğinden “Türkiye’deki darbe olasılığı”nı araştırmalarını istiyor. Bir süre sonra gönderilen raporun özeti şu:
“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepedeki generalleri emir komuta zinciri içinde bir darbe yapabilir.”
Yüzyıllarca süre gelen imparatorluğun getirdiği birikimle muazzam bir dış politika tecrübesine sahip olan İngiltere Türkiye’de meydana gelen 12 Eylül askeri darbesini yakından takip etmiş ve analizler yapmıştır.
Ankara’da bulunan İngiliz Büyükelçiliği de Londra’ya gönderdiği bilgilerle İngiliz hükümetini Türkiye’deki gelişmeler hususunda ilk ağızdan sürekli haberdar etmiş ve 12 Eylül sürecinde Londra’nın nasıl bir politika izlemesi konusunda fikir sahibi olmasına yardımcı olmuştur.
İngiliz Büyükelçiliği’nin Ocak 1980’de yaptığı tahmine göre Demirel hükümetinin yaza kadar sürmesinin zor olduğu belirtilmiştir. Bu durumun Türk ordusunu ülkede yeni bir hükümet krizi olabileceği konusunda endişeye sevk ettiğini belirtmiştir.
Türkiye’nin önemli tartışma konularından birisi olan Cumhurbaşkanının seçimi üzerine meydana gelen gelişmeleri İngiliz Dışişlerine rapor etmiştir… İngiliz Büyükelçiliği, 14 Mayıs 1980 tarihli raporunda, General Kenan Evren’in Brüksel’deki NATO toplantısından döndükten sonra yaptığı açıklamasında Brüksel’de kendisine sürekli Cumhurbaşkanının ne zaman seçileceği konusunda sorular sorulduğu kendisinin de tatmin edici bir cevap veremediğini belirtmiş ve durumun can sıkıcı olduğunun altını çizmiştir. Askerlerin olaya müdahil olması bakımından durumun ciddiyetini ortaya koymuştur. Özellikle, aşırı uçtaki sol grupların eylemlerinin arkasında Sovyet etkisinin olduğu düşünülmekteydi.
DARBEYİ İNGİLİZLERİN DESTEKLER TUTUMU
İngiliz Büyükelçi Laurence, Londra’ya gönderdiği Türkiye hakkındaki diplomatik raporda darbenin Türk-İngiliz ilişkilerine yönelik herhangi bir zarar vermediğini söylemiştir. Ayrıca siyasi ve ekonomik istikrarın kurulması için yeni kurulan askeri rejime İngiliz hükümetinin sempati ve anlayışla yaklaşması gerektiğini düşüncesinde olduğunu da belirtmiştir.
ABD’nin Türkiye’nin en önemli NATO müttefiki olduğunu vurgulanması Ankara’nın dış politikasında herhangi bir köklü değişikliğe yol açmayacağı şeklinde Londra’ya raporlanmıştır.
SONUÇ
İngiliz arşivlerinde bulunan 12 Eylül hakkındaki geniş malumat, Birleşik Krallığın Türkiye’de meydana gelen bu hadiseye ne kadar ehemmiyet verdiğinin açıkça bir göstergesidir.
Darbenin gerçekleşmesinden önce İngiliz Büyükelçiliği tarafından yapılan analizler, ülkedeki iç durumu anlamaya yönelik çalışmaları gözler önüne sermektedir. Yine bu değerlendirmeler, Londra’nın Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip etmesinde çok önemli birer kaynak olmuşlardır.
Bilhassa elçilik, 1980 darbesi öncesi ülkedeki kaotik ortama dikkat çekmiş ve ülkedeki bu vaziyetin darbeye zemin hazırladığı görüşünü dile getirmiştir. İngiliz Büyükelçiliği’nin askeri müdahaleden sonra ülkede kontrolün tamamen sağlandığı ve siyasi ölümlerin çok önemli derecede azaldığını rapor etmesi İngiliz hükümetinin darbeye bakışını etkilediği söylenebilir.
Bu minvalde İngiliz dışişlerinden yapılan açıklamada hızlı bir şekilde yeniden parlamenter sisteme geçilmesinin umulduğunun belirtmesine rağmen askeri müdahaleye karşı herhangi bir eleştiride bulunulmamış ve hatta daha öncede değinildiği gibi ordunun anayasayı korumak için darbe yaptığı belirtilmiştir. İngiliz Büyükelçiliği’nin öngörüsü itibariyle yeniden demokratik rejime geçilmesinin iki yılı bulabileceği değerlendirmesi de İngiltere’nin böyle bir tavır almasında etkili olduğu söylenebilir.
Zira Londra, Türkiye gibi bölgede önemli bir gücü temsil eden ülkenin yönetimiyle ters düşmekten kaçınan bir politika izlemeyi tercih etmiştir. Sonuç olarak, İngiliz Büyükelçiliği darbenin gelişini görmüş ve Londra’yı uyarmıştır.
Kaynak: SDE (14 Eylül 2020)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *