“Afganistan’da gerçekleşebilecek bir rejim değişikliği ve yönetim devri bu ülkedeki savaş ve ulus-inşa siyasetinin getirdiği maliyetlerden çıkış yolu arayan ABD ile Afganistan’da yeniden kendi nizamını kurmak isteyen Taliban için bir buluşma noktası oldu.”
ABD-Taliban çatışmasının mücadele ekseni: Ulus inşası ve düzensiz savaş
Necdet Özçelik / Star-Açık Görüş
ABD’nin, Afganistan’da ulus-inşa politikasını güvenlik merkezli devlet aygıtı inşasına indirgemesi yenilgisine neden oldu. Her ne kadar çatışma değişkenlerine adapte olarak hayatta kalmayı başarıp Afganistan’da hakimiyeti yeniden ele geçirse de, Taliban da ulus-inşa sınamasıyla karşı karşıya. 20 yıllık savaş ve çatışma sürecinin Afganistan’da başladığı noktaya geri dönüp dönmediği sorusunun cevabını Taliban’ın değişip değişmediği, değiştiyse değişimin ne oranda gerçekleştiğinde aramak gerekir. Taliban’ın değişimini belirleyecek mevcut bir ölçme aracından bahsetmek mümkün değil, ancak Taliban’ın önümüzdeki dönem pratikleri değişim hakkında ipucu verebilir.
Taliban Rejimi Afganistan’a yeniden hakim olmadan önce bir süredir devam eden ABD-Taliban görüşmeleri Afgan Hükümeti ile Taliban arasında bir barış anlaşmasını hedeflemekten ziyade Afganistan’da muhtemel bir rejim değişikliği ve yönetim devrini işaret ediyordu. Afganistan’da gerçekleşebilecek böylesine bir rejim değişikliği ve yönetim devri bu ülkedeki savaş ve ulus-inşa siyasetinin getirdiği maliyetlerden çıkış yolu arayan ABD ile Afganistan’da yeniden kendi nizamını kurmak isteyen Taliban için bir buluşma noktası oldu. ABD, Taliban ile müzakerelerde Taliban’ın muhatabı olarak Afgan Hükümetini işaret ederek hem sahadaki malum sonucun sorumluluğundan uzaklaşmaya çalıyor, hem de Afgan Hükümetini Taliban karşısında zımnen zayıflatıyordu. Taliban ise Katar, Rusya ve İran’da gerçekleşen müzakerelerin hiçbirinde Afganistan Hükümetiyle devlet yetkilerini paylaşabileceğini veya o dönemin Afganistan İslam Cumhuriyeti sistemi içinde seçimlere katılabileceğini beyan etmeyerek üstü kapalı olarak mevcut sistemi toptan reddettiğini işaret ediyordu. Öte yandan, hem ABD hem de Taliban Afganistan’da 2014 yılından beri zaten muharip görevler üstlenmeyen yabancı güçleri müzakereler sürecinde daha da atıl hale gelmesini sağlıyor, böylelikle Afgan Milli Savunma ve Güvenlik Kuvvetleri Taliban’ın beklenen askeri saldırıları karşısında yalnızlaştırılıyordu.
Misyon devredildi
Müzakereler, Taliban’ı Afgan Hükümetine karşı masada, Afganistan Milli Savunma ve Güvenlik Kuvvetlerine karşı da sahada güçlendirmek ve ABD’ye de ülkeden çekilebilmesi için zaman kazandırmaktan başka bir işe yaramadı. Gelinen an itibariyle, ABD yalnızca Afganistan’daki yönetimi değil ülkedeki ulus-inşa misyonunu da Taliban’a devretmiş oldu.
Afganistan’daki mevcut durumu iki eksenli ve çok aşamalı mücadele sürecinin sonucu olarak değerlendirmek mümkün olabilir. Bu bağlamda, mücadele eksenleri ABD’nin güvenlik temelli ulus-inşa siyaseti ile Taliban’ın uzatılmış düzensiz savaş stratejisi olarak adlandırılabilir. Afganistan’daki çatışma çevresi de ABD’nin ulus-inşa politikası ve Taliban’ın düzensiz savaş stratejisi ile şekillendi. Çatışma sürecinin kazananı ise Taliban’ın düzensiz savaş stratejisi oldu.
Devlet inşasıyla sınırlanmak
Ulus-inşa kavramı kabaca toplumun görünür ve muğlak farklı birçok kaynaklarını bir araya getirerek ulus kimliği oluşturma sürecini ifade eder. Bu bağlamda, kurumsal yapılaşmayı içeren devlet inşasından daha farklı ve zahmetli bir süreçtir. 1990’lı yıllardan itibaren yabancı devletlerin dış politika argümanı haline gelen ulus-inşa kavramı, ABD’nin güvenlik odaklı sorunlarının çözümü için bir yönteme dönüştü; başarısız olmakla birlikte Somali, Irak ve Haiti akla gelen ilk örneklerden. Afganistan da 2001 yılından sonra ABD’nin ulus-inşa politikasından nasibini aldı. Ancak, ABD tanımladığı küresel terör tehdidiyle savaşmak için radikalleşmenin merkezi olan Afganistan’ı işgal edip bir devlet inşa ederek, inşa edilen devletin etrafında bir ulus oluşturmaya çalıştı. Halbuki ulusal devlet yapısı ulusal kimliğin bir ürünüdür. ABD’nin devlet yapısı üzerine ulus kimliği inşa etmeye çalışması Afganistan için rasyonel bir durum değildi. Başta ordu ve kolluk kuvvetleri olmak üzere işlevsel kurumlarla yapılandırılmış bir devlet ABD için tehdit görülen unsurlarla mücadele etmekten öteye gitmeyen bir aygıttı oysa. Sosyal, kültürel ve tarihi gerçeklerden uzak değerlendirmelerle kurulan devlet yapısı etnik, inanç ve kültürel farklılıkları bir araya getirerek ortak bir kimlik oluşturamadı. Afganistan’da geçtiğimiz yirmi yılda toplumsal sözleşmeyi hedefleyen yerel bir müştereklikten değil sağlanan yabancı yardımlardan pay kapmaya çalışan geçici ortaklıklardan bahsedilebilir. Hatta, Taliban’a karşı kurulan Kuzey İttifakı ideolojik bir duruşla değil pragmatik bir paydaşlıkla ve ABD desteğiyle bir arada kalabildi.
ABD’nin Afganistan için ayırdığı bütçe büyük oranda yerel Afgan kuvvetlerinin donatılması, eğitilmesi ve tesislerinin imarına harcandı. ABD, Afganistan Milli Savunma ve Güvenlik Kuvvetleri modern silah araç ve gereçlerle donatıp askeri kapasitesini artırdı. Ne var ki askeri kapasite genel olarak insan, araç, gereç ve teçhizat envanteriyle ilgilidir, tam olarak mücadele edebilme yeteneğini yansıtmaz. Oysa askeri etkililik, askeri kapasiteden daha önemlidir. Zira, askeri etkililik ulusal kaynakların (insan, malzeme vb) muharebe etkililiğine tahvil edebilmeyi gerektirir.
Neden görev aldılar?
Afgan Güvenlik Kuvvetlerinde görev yapan birçok personel milli kimlik bilincinden yoksun bir şekilde kimisi düşük ücretlerle geçinebilmek için, kimisi savaş ağalarının baskısıyla, kimisi de ABD’ye göçmen olarak gidebilme ümidiyle ordu ve emniyet bünyesinde görev yaptı. Öte yandan, ABD havalimanı, askeri/güvenlik tesisleri ve devlet binalarının imarını US Army Corps of Engineer marifetiyle fonlayarak ülkedeki devlet inşasını askeri karar verme inisiyatifi üzerinden yürüttü. Böylelikle yerel Afgan yetkililer askerileşmiş ABD dış politikasının vesayetinden kurtulamayıp millileşemedi, yolsuzluk ve kayırmacılığın ana aktörleri haline geldi. Afganistan’da harcanan ABD parası devlet kurumlarını inşa etmenin yansıra sivil toplum örgütleri vasıtasıyla toplumsal projelere de aktarılmış olsaydı ulus-inşası başarılabilirdi.
Direniş, dağılma ve hakimiyet
Konvansiyonel savaşta hiçbir devlet-dışı silahlı aktörün veya zayıf bir devletin kuvvetli bir düşman ordusuna karşı kazanıncaya kadar direnme şansı yoktur. Bundan dolayı, zayıf taraflar konvansiyonel savaşın ilk dönemlerinde mevcut kapasitelerine güvenerek bir müddet direnirler, daha sonra da düzensiz savaş pratiklerine başvururlar. Düzensiz savaşların konvansiyonel taraf üzerinde yıpratıcı ve maliyetli bir etkisi vardır, uzadıkça da zayıf tarafının taktik başarıları toplumsal algıyı değiştirecek stratejik sonuçlar dahi üretebilir. Dolayısıyla, düzensiz savaşlarda inisiyatif genel olarak düzensizliği örgüt programının stratejisi haline getiren zayıf taraftadır. Taliban da 2001 işgalinde kısa süreli bir konvansiyonel direnç gösterip, savunma alanlarında mağlup oldu. Sonrasında askeri anlamda daha düzensiz ve küçük formasyonalara bölünerek savaşı arzu ettiği genişlikteki sarp ve kırsal alana dağıttı. Düzensiz ancak sürdürülebilir gerilla yöntemleriyle Afganistan sathındaki güvenlik ortamını oyalayıcı ve yıpratıcı taktiklerle baskıladı. Öte yandan, Afganistan-Pakistan sınırındaki geçişkenlik ile ABD’nin odak noktasının 2003 yılında başlayan Irak işgaline kayması askeri anlamda Taliban’ı rahatlatıp toparlanmasına neden oldu. Bununla birlikte, Afganistan kırsal alandaki askeri varlığını meskun mahallerdeki sosyolojik varlığıyla tahkim etmeyi de göz ardı etmedi. Bunu yaparken ABD’nin odaklandığı devlet-inşası takıntısının ulus-inşasına dönüşmemesi için ABD ve Afgan Hükümetine karşı bir seri söylemi yerel halk boyutunda sürekli olarak canlı tuttu. Sivil halkın uğradığı can ve mal kaybı, haşhaş ekimine karşı hükümet tavrı, ve dini ve ahlaki değerlere karşı ihlal söylemleri Taliban’ın kullandığı argümanlardan yalnızca birkaçıydı. Ayrıca Taliban’ın toplumsal zeminde toparlanmasına yardımcı olan söylemlerden bir tanesi de Irak’ta devam eden ABD işgaliydi. Zira, Taliban ABD’nin meselesinin sadece Taliban olmadığı, dünyadaki tüm Müslümanların ABD tarafından hedef alındığını Irak işgali üzerinden kendi kitlesine aktardı.
Toparlanma sürecinde Taliban ne kırsaldaki askeri eylemleri bıraktı ne de şehir merkezlerinde sansasyonel saldırılardan vazgeçti. Kırsal alanda genel olarak Afgan Ordu birliklerine saldırırken, kent merkezlerinde yabancı varlığı ile güvenlik kuvvetleri Taliban tarafından hedef alındı. Bununla birlikte, Taliban kırsal alandaki askeri etki ile kent merkezlerindeki sosyolojik etkileşimden asla vazgeçmedi. 2014 yılında yabancı güçlerin muharip görevleri bırakmasıyla birlikte, Taliban çatışma sahasında daha geniş alan buldu. Düzensiz savaş stratejisinin beraberinde getirdiği askeri-psikolojik üstünlüğü, ABD’nin Afganistan’dan çekilme sürecinin itici faktörü olarak kullanabilmeyi başardı ve ABD ile müzakere sürecine güçlü olduğu bir dönemde başladı. Müzakereler boyunca Taliban askeri faaliyetlerinden vazgeçmedi, müzakereleri kırsal alandan kent merkezlerine (dıştan içe) askeri hareket kapasitesini yansıtmak için bir fırsata çevirip alan hakimiyetini geliştirerek kısa zamanda Afganistan’ın hakimiyetini ele geçirdi.
Taliban değişti mi?
Taliban’ın Afganistan’ın kontrolünü yeniden ele geçirmesinin şaşkınlığı sürerken, uluslararası platformlardaki tartışmalar Taliban Rejimininin meşruiyetine dair ihtiyatlı iyimserlik ile Taliban’ın yeni dönem siyasi-güvenlik stratejisindeki belirsizlik etrafında gelişiyor. Böylesine bir ortamda, Taliban bir taraftan Afganistan’da siyasi ve sosyolojik konsolidasyonunu sağlayabilmek için birleştirici bir dil kullanmaya özen göstermekte, diğer taraftan da değişim iddiasında bulunarak uluslararası toplumun kaygılarını gidermeye çalışmaktadır. Taliban yönetiminin yeni dönem söylem ve eylem analizlerini yapmak için henüz erken olsa dahi, Kabil yönetimini ele geçirdiği 15 Ağustos tarihinden bu yana kullandığı yatıştırıcı söylemleri ile kolluk pratiklerindeki tırmandırıcı eylemleri arasında önemli bir fark olduğu göz ardı edilmemelidir. O halde, yirmi yıllık savaş ve çatışma sürecinin Afganistan’da başladığı noktaya geri dönüp dönmediği sorusunun cevabını Taliban’ın değişip değişmediği, değiştiyse değişimin ne oranda gerçekleştiğinde aramak gerekir. Taliban’ın değişimini belirleyecek mevcut bir ölçme aracından bahsetmek mümkün değil, ancak Taliban’ın önümüzdeki dönem pratikleri üzerinden birtakım betimsel göstergeler değişim hakkında ipucu verebilir. Taliban’daki değişim, ideolojik tutumu, güvenlik stratejisi (modus operandi), uluslararası sisteme entegrasyonu, radikal gruplarla ilişkisi ve sosyolojik konsolidasyon çabası gibi parametreler üzerinden gözlemlenebilir.
Afganistan’daki gelinen durum ABD, NATO ve BM açısından başlı başına bir başarısızlık hikâyesidir. ABD’nin, Afganistan’da ulus-inşa politikasını güvenlik merkezli devlet aygıtı inşasına indirgemesinin yenilgiye neden olduğu söylenebilir. Her ne kadar çatışma değişkenlerine adapte olarak hayatta kalmayı başarıp Afganistan’da hakimiyeti yeniden ele geçirse de, Taliban da ulus-inşa sınamasıyla karşı karşıyadır. Taliban’ın uzun vadede hayatta kalabilmesini tayin edecek faktörün yerel, bölgesel ve küresel ölçekte üreteceği jeopolitik etkiden ziyade ulus-inşasını gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği olduğu söylenebilir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *