Emperyalizmin kendilerine sundukları yalan haberlere kendi kinlerini katarak iftira kampanyalarına sarılmaları bu çevrelerin rutin görevi haline geldi.
İsa Özçelik / Her Taraf
Aslında içinde bulunduğumuz dünyada geçmişteki ideolojik tasniflerin kayda değer bir karşılığının kalmadığı “sol” ve “sağ” ayrımının bir anlam taşımadığı genel kabul gören bir gerçekliktir.
Müslüman bakış açısına göre zaten bu kategoriler batıl düşünce geleneğinin konjonktürel bir versiyonu olmaktan öte bir anlam taşımaz.
Her ne kadar sol ya da liberal çizgi İslamcıları bu tür tanımlarla kategorize etmeye çok hevesli olsalar da vahiyle beslenen bir bilinç, Müslüman adını en üst kimlik olarak sahiplenmek zorundadır.
Müslüman üst kimliğin ahlaki ve sosyokültürel ilişki ağlarındaki pozisyonlarına göre belirlenecek alt isimlendirme ve kategorileri belirleyecek kaynaksa vahiy, Peygamberimizin örnekliği ve Müslümanların kendi ürettiği kavramsal çerçeve olacaktır.
Türkiye’de sol geleneğin aslında dünyadaki sağ ideolojik yelpazeye karşılık geldiği tecrübeyle sabit bir olgudur. İdris Küçükömer’in dediği gibi bu ülkede sol sağ yer değiştirmiştir.
Sol halkın değil statükonun yanındadır. Ezilenlerin değil egemenlerin temsilciliğini yapar. Özgürlüklerin değil resmi ideolojinin bayrağını sallar. Zalimlere şirin gözükürken, mazlumlara şahin kesilir. En büyük destekçileri işçiler ya da varoşlardaki yalın ayaklılar değil, yalılardaki sanatçılar(!), kulelerdeki burjuvadır. Yaşadıkları ülkenin değerlerine düşman olup doğu ve batı emperyalizminin ideolojilerine hayran oldukları bahsine girmeye bile gerek yoktur.
Son yıllarda ideolojilerin postmodernizm söylemiyle çözülüp akışkan bir kıvama getirildiği dile getirilse de postmodernizmin çoğulumsu tekçi hegemonyası gizlenemez bir boyuta ulaşmıştır. Türkiye’de jakoben laiklik ideolojisi karşısında daha sevimli bir statüye kavuşturulmaya çalışılan sekülerizm günümüzün görünmez faşizmi olarak egemenliğini sürdürmektedir.
Öyle ki sol sağ, liberal sosyalist, ulusalcı milliyetçi, muhafazakar devrimci, Kemalist laik, feminist ya da faşist birçok çevre seküler yaşam tarzı söylemi üzerinden akışkan bir ideolojik cepheyi tahkim etmektedirler.
Önümüzdeki dönemde oluşması muhtemel insan ve insan ötesi yeni cepheleşmede bahsedilen bu seküler blok transhümanist/posthümanist distopyanın en hararetli savunucuları olmaya aday gözükmektedir.
Geleceğin fantastik dünyasına kısa bir değiniden yaşadığımız gerçeğe, biraz anakronik bir tablo gibi düşse de tüm dünyanın gündemini meşgul eden Afganistan gerçeğine geçecek olursak, emperyalizmin en büyük temsilcisi ABD’nin Taliban direnişi karşısında rezil olarak çekilmek zorunda kalması ülkemizdeki sol cenahı neden hüzne boğar acaba?
‘’ABD ikinci Vietnam’ı yaşadı, Taliban karşısında hezimete uğrayıp kaçmak zorunda kaldı’’ söylemi ya da ‘’ABD yeni bir stratejik hamleyle, Rusya, Çin, İran’ı istikrarsızlaştırmak için Taliban’ın önünü açtı, önümüzdeki dönemde onu bu doğrultuda kullanacak’’ tartışmaları kimi çevrelerin insafsız ve absürt yaklaşımlarını temize çıkarmaya yetmeyecektir.
İki bakış açısının da kendince haklı yönleri olabilir. Zaten Taliban’ın ABD ve yandaşlarıyla 20 yıldır mücadele ettiği, işgalci güçlere karşı kendi topraklarını ve halkını savunduğu gerçeğini görmek istemeyen birilerine söyleyecek bir şey yoktur. Taliban’ın hatalarını konuşmak ve onları eleştirmek ayrı bir konudur. Ancak yüzbinlerce kişiyi öldürüp yaralayan emperyalist güçlere ve onların işbirlikçilerine karşı girişilen meşru direnişi hafife alıp küçümsemek hiç de makul bir tutum değildir.
Gezi olaylarında Divan Oteli’ni kışla olarak kullanıp, Boyner lojistik desteğiyle seçilmiş hükümete karşı devrim hayali kuran ve CNN’in algı operasyonunun başarısına bel bağlayan solcu seküler cenahın ABD’li emperyalist katillere söz söylemek yerine Afganlı onurlu direnişçilere dil uzatmaları bizleri hiç de şaşırtmadı.
Emperyalizmin kendilerine sundukları yalan haberlere kendi kinlerini katarak iftira kampanyalarına sarılmaları bu çevrelerin rutin görevi haline geldi.
ABD kendi ülkesinde dahi eleştirilirken bizim ezik seküler cenahın emperyalizmin cürümlerini ifşa edip onlardan hesap sormak yerine mazlum Afgan halkının dini ve kültürel değerlerini alaya alıp onları aşağılamakla meşgul olmaları bir kez daha tarihin sayfalarına not edildi.
ABD ve AB devasa medya ağı ve BM gibi taşeron örgütleriyle dünyadaki işbirlikçilerine ve köleleştirdiği yığınlara önümüzdeki dönemde kullanacakları kirli argümanları fısıldamaya başladı.
Taliban, teröre yataklık yapma ve insan haklarına aykırı davranma suçlamasıyla hizaya getirilecek gözükmekte. Kadın ve çocuklar Taliban’ın yumuşak karnı olarak tescillenmekte. Bölgenin kendi geleneğine hiç de uygun olmayan bilakis oldukça marjinal düşen kadın imajları Afgan halkına model olarak dayatılarak Taliban köşeye sıkıştırılmaya çalışılmakta. Taliban’ın İslam anlayışı ayrı bir müzakerenin konusudur ve konuya vakıf olanlar için tartışılıp eleştirilmesinde hiçbir mahsuru olmadığı gibi yapılması da gereklidir. Ancak burada tartıştığımız konu oryantalizmin nasıl da sinsice devreye sokulduğu ve kültür emperyalizminin kolayca insanlara servis edilebildiği ve seküler faşizmin medya araçlarını kullanarak kitleleri ne kadar rahat manipüle edebildiğidir.
Kabil havaalanında oluşan trajik görüntülerden dolayı ABD ve müttefiklerini sorumlu tutmak yerine Afgan halkının tümünü aşağılayıcı sözlerle mahkum etmek, içimizdeki eziklerin psikolojisini ortaya koyması bakımından önemlidir. Emperyalizme karşı canları pahasına onurlarını ve ülkelerini savunan Taliban direnişçilerine en küçük bir olumlu söz söylemekten imtina edenler, bazı Afganların neden Taliban’a karşı silahlı çatışmaya girmediklerinden hayıflanmış gözükmekteler. Taliban’la savaşmak yerine havaalanına kaçmanın ne kadar da onursuzca bir davranış olduğundan dem vuranlar 15 Temmuz darbe girişiminde bankamatik kuyruğuna grip makarna depolayan ve evlerine kaçışanlardan başkası değiller aslında.
Ayrıca Kabil havaalanına kaçışanların ezici çoğunluğunun işbirlikçi hainler olduğu ve seküler hayat tarzına yatkın oldukları da gözden kaçırılmamalıdır.
Diğer önemli bir husus ise Taliban’ın Kabil’e girdiğinde göstermiş olduğu dengeli, makul ve sükunetli tutumudur. Geçmiş tecrübesinden çıkardığı derslerle daha tutarlı bir vizyonla dünyanın karşısına çıkan Taliban’ın hikmetli bir stratejiyle şehirleri teslim almış olması seküler çevreleri fazlasıyla rahatsız etmiş gözükmektedir.
Kan dökücü vahşi bir profil olarak resmetmeye çalıştıkları Taliban’ın, düşmanla iş birliği yapan ve yıllardır kendilerini öldürüp zulmeden insanlara dahi kin ve intikam duygusuna kapılmak yerine affedici bir tutum göstermeleri küresel emperyalizmi şaşkın bir duruma çevirmiş gözükmektedir. Bu olumlu tablonun değişmesi için her türlü provokasyonun tertipleneceğini söylemek hiç de kehanet olarak değerlendirilmemelidir. Afganistan’ın sosyokültürel yapısının bu tür tahriklere çok açık olduğu da bilinen bir durumdur.
Küresel çete ve onun yerel aparatları şimdiden ürettikleri yalanlar ve yeni algı operasyonlarıyla Taliban imajını şeytanlaştırma telaşına düştüler bile.
Burada kullanacakları ana eksen yukarıda değinildiği gibi terör/şiddet ve insan hakları ( kadın odaklı ) olacak gözükmektedir. Taliban kendince önemli sayılabilecek özeleştiride bulunup çok sayıda yeni açılımlar gerçekleştirse dahi küresel saldırılardan kendini kurtaramayacaktır.
Taliban, İslami bir düzen ( kendi tarihi kültürel kodları dahilinde ) kuracağını açıktan ilan etmesine rağmen çok sayıda seküler çevre tuhaf eleştirilerini analiz adıyla servise sokacaktır.
Dünya sisteminin asıl amacı Taliban’ı yıpratmaktan ziyade onun üzerinden İslam imajını karikatürize etmektir. ABD’nin kuşkulu geri çekilme hamlesinin gerisinde ne tür kirli planlar olduğu iyi tahlil edilmelidir. 20 yıldır beslediği binlerce işbirlikçiye önümüzdeki günlerde nasıl bir rol biçildiği dikkatle takibe alınmalıdır. İleride kullanmak üzere götürdüğü binlerce işbirlikçinin yanında geride bıraktığı daha fazla miktardaki besleme güruh ve profesyonel ajan ordusu hangi kritik zamanlarda devreye gireceği Afganistan’ın geleceği açısından hayati önem taşımaktadır.
Doha’da veya kapalı kapılar ardında neler konuşuldu bilmiyoruz. Küresel ve bölgesel güçlerin bu sürece nasıl müdahil olacakları çok da net değil henüz. Bundan ötürü erken iyimser beklentiler ya da kötümser komplo teorilerine teslim olmak çok sağlıklı bir tutum olmayacaktır. Tüm ihtimalleri masaya yatırıp ortak bir akılla sükunetle analize tabi tutmaksa en makul yol olarak bizi beklemektedir.
Taliban’dan dünya Müslümanlarına örnek olacak kapsamlı, kuşatıcı bir model sunmasını beklemek fazlaca iyimser bir yaklaşım olsa gerektir. Ancak tüm dünya Müslümanları, alimi, aydını, iş insanı, medyası, yardım kurumları, STK ve üniversiteleriyle Afganlı kardeşlerine üstenci olmayan bir dille yardımcı olup karşılıksız dayanışma içerisinde bulunurlarsa buradan özellikle o coğrafya için güzel örnekliklerin çıkması hiç de hayali bir düşünce değildir. Taliban’ın özellikle köklü dünya İslami hareketleriyle sağlıklı bir iletişim kurarak onların birikim ve tecrübelerinden faydalanması zaruri bir ödev mesabesindedir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *