Yalanın en kolay dolaşıma sokulduğu alan ne yazık ki doğru haber iletmekten sorumlu olan medya! Medyada ve genel olarak dünyada yalan söylemek, kaşınmak kadar sıradan. Hakikat sonrası (post-truth) çağın en önemli keşfi bu.
Doç. Dr. Bengül Güngörmez / Star-Açık Görüş
Sosyal bilimlerde araştırmacılar son yıllarda şu tuhaf keşfe ulaştı: “Dünyada yalan söylemek kaşınmak kadar sıradan hale gelmiş.” Liseyi bitiren öğrenciler tam da üniversite sınavına girecekken Katarlılara sınavsız üniversite yalanıyla gündem hareketlenirken, KADEM yurtlarında silah haberleri ve son olarak da Ergene Nehri sanki yeni kirlenmiş gibi yapılan haberler ve çocuk savaşçı yalanıyla medyada bir karalama kampanyası yapıldı. Türk Hava Yollarından atılanlar haberini de bunlara siz ekleyin. Gerekli merciler açıklamalarla bu tezviratı yalanladılar. Yalanın en kolay dolaşıma sokulduğu alan ne yazık ki doğru haber iletmekten sorumlu olan medya! Medyada (genel olarak dünyada) yalan söylemek, kaşınmak kadar sıradan. Hakikat sonrası (post-truth) çağın en önemli keşfi bu. En azından Ralph Keyes Hakikat Sonrası Çağ: Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma adlı ilginç kitabında böyle diyor.
Göçmenleri seviyoruz
Keyes, (Keyes Ralph, Hakikat Sonrası Çağ Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma, Tudem Yayın Grubu, İzmir, 2017) günlük dilde söylenen yalanları, belki de hepimizin zaman zaman başvurduğu yalanları sıralıyor ve bunlara bazılarını da ben sonradan ekledim: “Şu anda kendisi toplantıda” (görüşmek istemeyen iş adamı), “Elbiseniz çok yakışmış ve sizi şişman göstermedi” (malını satmak isteyen tezgahtar), “Sen benim tek gerçek dostumsun” (ihanete hazır üçüncü dereceden arkadaş), “Elbette seni seviyorum” (terk etmeye hazır eş, sevgili), “Bütün gün çalıştım” (evde yatan üniversite profesörü), “Vergimizi tam ödüyoruz” (naylon faturacı) … Gündelik dilde ifade edilen yalanlar küresel ölçekte şu türden başka cümlelere dönüşüyorlar: “Kitle imha silahları bulduk”, ” Bu topraklar bizim”, “Göçmenleri aslında seviyoruz ve ırkçı değiliz”, “Kendimizi Antik Yunan’ın yüksek değerleriyle var ettiğimize inanıyoruz”, “Biz ibadetimizle gerçek dindarlarız”, “Toplumu hakikaten aydınlatıyoruz” vs. vs. Keyes’e göre, “Palavracı üniversite profesörleri, uydurukçu gazeteciler, sorulanları kaçamak cevaplarla geçiştiren piskoposlar, muhasebe kayıtlarıyla oynayan yöneticiler ve onların arkadaşları yaratıcı muhasebeciler… Bunlar çok daha büyük bir fenomenin, yalancılığın rutinleşmesinin en görünür yüzleridir.” (s.12) işin ilginç tarafı gündelik hayatında insanlar sık sık yalana başvururken aynı zamanda herkesin ne kadar yalancı olduğundan da hayıflanır dururlar. Bir de gözünüzün içine baka baka yalan söyleyenler. Etiğin rafa kalktığı bir çağda yaşıyor olmamız bizim suçumuz değil. Kim bilir belki biraz yalan, nam-ı diğer beyaz yalan da iyidir. (Üniversitede asistanlığımın ilk yıllarında, yani daha bir çömezken her şeyin doğrusunu yapma ve dürüstlük takıntım yüzünden hocalarımdan birisi bu meseleyle ilişkili tavrıma bakarak “Bu kadar da doğrucu Davut olunmaz, odunsun ve yontulman lazım senin” diye bana çok kızmıştı.)
Yalanı öven büyük filozoflar da olmuş tarihte. Oscar Wilde, yalanın estetik ve ahlaki değerini savunurken, Nietzsche yalanla haz duymayı ilişkilendirir. “Yalanlar olmazsa insanlık ümitsizlik ve sıkıntıdan helak olur” demiş Anatole France. Yunanlı büyük filozof Platon, soylu yalanlar söylemeyi bekçilere bırakırken, kafa bulandıran, kopyanın kopyasını yapan sanatçıları devletinden kovar. Prens’in yazarı Machiavelli, iyi bir yalan için söylenecek çok neden vardır diye düşünür. Barışı sağlamak, huzuru temin etmek, kendini bir katilden ya da caniden korumak, sevdiğimiz birini kırmamak için de yalan söylenebilir. Ve Kuran’da “Sinelerinizde olanı saklasanız da açıklasanız da Allah onu bilir” diye yazar.
Temel norm dürüstlüktür
Sonuçta hayatı boyunca herkes ufak tefek yalan söyler. Kimileri bunlara beyaz yalanlar diyor. Bu elbette hayatın getirdiği kimi zorluklara karşı esnek davranmaya çalışmanın bir neticesi sayılabilir. Ancak yalan söylemek bir toplumun bütün bireylerinin ilkesi haline gelirse o toplumun çökmesi an meselesidir. Yalan söylemek temel norm olamaz. Temel norm dürüstlüktür. Bir filozofun dediği gibi bir hırsızlık çetesinin bile çete olarak kalabilmesi için üyelerinin birbirine karşı dürüst olması gerekir. Yoksa o çete ilk kazanımda dağılır.
Burada benim kastettiğim ve etik bulmadığım yalanlar ufak tefek, tabir-i caizse beyaz yalanlar ya da birilerinin iyiliği için söylenmiş yalanlar değil, kastettiğim küresel ölçekte söylenen ve bir değermiş gibi bize sunulan yalanlar. İşte bizim büyük yalnızlığımız burada saklı. Ülkemizin yalnızlığı tam da küresel ölçekteki büyük yalan makinesine dahil olmayı reddetmesinde saklı. “Dünya beşten büyüktür” sözü “Dünya beş yalancıdan büyüktür”, özellikle de “demokrasi getiriyorum yalanıyla ülkeleri işgal eden Amerika’dan büyüktür” olarak tercüme edilebilir.
Bu meselenin sosyolojik ve tarihsel boyutu ilginçtir. Ortaçağ insanları davranış bakımından öncülleri olan peygamberleri “taklit” ediyorlardı. (Düşünürler mimesis/taklit teorisini boşuna üretmediler ve bu ayrı bir yazının konusu olabilir) Peygamber gibi ahlaklı olmak, onun gibi iyi kalpli olmak, yardımsever ve hayırsever olmak, dürüst olmak, komşunu sevmek, kusurlara ve hatalara anlayış ve empati göstermek, bağışlayıcı olmak, samimiyet sahibi olmak vs. Ortaçağ insanlarının temel davranış modeliydi. Bu model, modern çağda değişmiştir, yani bu dünyadaki statü arayışına yeni bir perspektif getiren, insanın bu dünyadaki hiçliğini anlatan ve böylelikle çekilen dünyevi çilelere etik bir yaklaşım tarzı getirerek bu dünyada doğru davranılırsa öte dünyada bunların karşılığının alınacağı umudu veren peygamberlerin yerini bugün hiçbir vaatte bulunmayan ama kendi ceplerini dolduran pop starları, çizgi roman kahramanları, fantastik kahramanlar, komedyenler, politikacılar, sosyeteden ünlü kişiler, hatta son zamanlarda da youtuber denilen ve ne yaptıkları belli olmayan kimseler almıştır. Bu figürler medya yoluyla evimizin içine kadar girerler ve takdir edersiniz ki her çocuk küçüklüğünde bir prenses ya da Heeman olmak ister. Heeman aslında Hazreti İsa’nın dünyevi ve para basan prototipidir, şimdi Heeman’ın Ant-man, Thor, Wolverine, Flash, Iron Man, Captain America, The Incredible Hulk, Silver Surfer, Superman vb. gibi muadilleri var. Bense takip edemediğim ve fantastik filmlere çok da sabrım olmadığı için henüz Heeman’da kalmış olabilirim. Artık ailede babanın çocuklar üzerinde etik bakımdan hiçbir otoritesi kalmamıştır. Anneler ve babalar çocuklarını youtuberlara kaptırmış durumdalar ve çocuklar dokuz yaşından itibaren – belki daha da erken – anne babalarına değil, youtuberlara kulak kesilip onların konuşmalarını hafızalarına kazıyorlar. Onları kendilerine model alıyorlar. Günümüzde değerler artık aile değil, tamamen medya odaklı.
Kitlesel medya, adeta yalan üretim merkezi gibi çalışır, yalanlarını, oyunlar ve fantastik filmlerle pazarlar. Medya insanlar üzerinde o kadar etkindir ki, meseleyi biraz incelerseniz saadet zincirleri ve kripto para vurgunu yapanlarla, çiftlik bank sahiplerinin nasıl bu kadar insanı kandırabildiğini anlamak zor değildir. Yalancılık anonim ortamlarda daha kolay taraftar bulur. Kandırmak ve yalan söylemek için medya vasıtasıyla çok geniş bir kesime hitap etiğinizde size inanacak birilerini mutlaka bulursunuz. Çünkü milyonlara kolayca ulaşabilmektesiniz. Üstelik işin içine maddi vaat girdiğinde ve birkaç şöhretli kişiyi de reklam amaçlı olaya dahil ettiğinizde milyonlardan çok daha fazlasını bulmanız mümkün ve bu milyonların ilk bakışta birbiriyle hiçbir irtibatları yoktur. Bir köyde üç kağıt yapsaydınız bu kandırmacanız kolayca duyulurdu çünkü köyde herkesin birbiriyle bir şekilde ilişkisi vardır. Ayrıca üç kağıdınız anlaşıldığında köyde güzel bir sopa da yemeniz ihtimal dahilinde.
Bununla birlikte iyi bir okur-yazar yazdıklarını yıkabilmelidir de. Buraya kadar yalana karşı etik bir duruştan hareket ederek yazdım. Ancak neticede insan mit uyduran, hikaye uyduran bir varlık. Tarih boyunca bu böyle olmuş. Scheler’di sanırım, bir toplumu mit kurar diyen. Ancak mitlerle günümüzdeki yalanları da birbirinden ayırmak gerekir diye düşünüyorum. Aslında “mitler hakikattir” diyor Alman-Amerikalı politik filozof Eric Voegelin. Bu görüşü dinler tarihçisi ve mitler hakkında güzel bir kitap yazan Mircae Eliade de destekliyor. Mitler Üzerine ve Kutsal ve Profan kitaplarını okuyabilirsiniz. Bu konu hakkında felsefi olarak ayrıntılı okumak isteyenler doktora tezime başvurabilirler: Güngörmez Bengül, Eric Voegelin İnsanlık Draması: Din-Politika İlişkileri, Paradigma Yayınları, 2011, İstanbul.
Gerçeğin bükülmesi
Bazıları meseleye yalan değil de “gerçeğin bükülmesi” olarak bakıyor. Keyes’e göre, hakikat sonrası çağ, etik açıdan bir alacakaranlık kuşağında yer alıyor ve yalancı olduğumuzu düşünmeden gerçeği gizlememizi sağlıyor. Bana göre, yalanla gerçeğin bükülmesi aynı şey olamaz, söylemek zorundayım ki gerçeğin bükülmesi de yeni bir gerçekliktir. Bir keresinde kendisine ‘yaşam koçu’ diyen birisiyle karşılaşmıştım. Dost bildiklerimden ne çok ihanete uğradım dediğimde bana “yalan veya ihanet diye bir şey yoktur hayatta bunları yapan insan sadece kurala uygun davranmamıştır, öyle düşün ve üzülme” demişti. Kendisinden koşarak uzaklaştım.
Buraya kadar bir sürü gereksiz laf ettim. Neticede ben de medyada yazıyorum ve size bir sürü yalan söylemiş, palavra sıkmış olabilirim. Bu da işin bana dokunan yönü. Yazdıklarımı böylece yıkabilirim. Ama ne yapalım size ulaşmanın başka daha kolay bir yolu da yok.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *