Uzmanlar, Almanya ve BM himayesinde düzenlenen İkinci Berlin Konferansı’nın Libya’da barışın tesisi için gerekli somut ve bağlayıcı sonuçlar ortaya koymadığı, amacın Türkiye’yi Libya’yı terk etmeye zorlamak olduğu değerlendiriliyor.
Almanya’nın başkenti Berlin’de 23 Haziran’da toplanan konferansın ana gündem maddelerini Libya’daki 24 Aralık seçimleri ve yabancı askeri müdahaleler oluşturdu.
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in daveti üzerine toplanan, Libya konulu İkinci Berlin Konferansı’na; Libya’dan Başbakan Abdulhamid Dibeybe ve Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş’un yanı sıra Türkiye, ABD, Rusya, İsviçre, Tunus, Fransa, İtalya, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, İngiltere, Hollanda, Cezayir, Çin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Avrupa Birliği, Afrika Birliği ve Arap Birliğinden dışişleri bakanları ve üst düzey temsilciler katıldı.
Konferansın ardından açıklanan 58 maddelik sonuç bildirgesinde, “seçimlerin öngörülen şekilde yapılması ve Libya’daki yabancı güçler ve paralı askerlerin ülkeden ayrılması gerektiğine” yer verildi.
Ev sahibi Almanya’nın Dışişleri Bakanı Heiko Maas, konferans kapsamındaki basın toplantısında, Ocak 2020’de düzenlenen ilk konferanstan sonra birçok şeyin başarıldığına, bu sürede geçiş hükümetinin kurulduğuna, ülkede belirli açılardan durumun iyileştiğine, ateşkesin sağlandığına ve petrol ablukasının kaldırıldığına işaret etti.
Misafir araştırmacı Nebahat Tanrıverdi Yaşar: Berlin Konferansı, bir centilmenler anlaşması olarak kaldı
Konferansa ve sonuçlarına ilişkin AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Berlin merkezli düşünce kuruluşu Bilim ve Siyaset Vakfı (SWP) Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında misafir araştırmacı Nebahat Tanrıverdi Yaşar ise, “Libya’daki ilerlemeyi Ocak 2020’deki ilk Berlin Konferansı’na bağlamanın ve bunu bir diplomasi zaferi olarak sunmanın yanlış olduğu” görüşünü paylaştı.
Libya’da iç savaşa müdahil devletler konferansın sonuç bildirgesine bağlılıklarını açıklasalar da caydırıcılık üzerinden güç dengesinin oluştuğu Haziran 2020’ye kadar savaşın devam ettiğine işaret eden Yaşar, “Bir centilmenler anlaşması olarak kalan Berlin Konferansı’na atfedilen bu başarı, devam eden kırılgan ateşkesin koşullarını, kırılganlıklarını ve dolayısıyla barışın inşasında uluslararası topluma düşen sorumlulukların tespitini zorlaştırıyor.” dedi.
Libya çalışmaları alanında uzman Yaşar, İkinci Berlin Konferansı’nın sonuçlarında, seçimlerin gerçekleştirilmesini garanti edecek somut sonuçlara ilişkin hala cevapsız kalan sorular olduğunu ifade etti.
Yaşar, görüşlerini şöyle açıkladı: “Somut sonuçların ortaya çıkmasını garanti edecek bağlayıcılık, ilk Berlin Konferansı’ndan itibaren devam eden en büyük eksik. Konferansın ön plana çıkan iki temel somut hedefi bulunuyor. Bunlardan ilki seçimlerin gerçekleştirilmesi. İç savaşın başladığı 2016’dan itibaren dış desteğin ön plana çıktığı siyasi meşruiyetin yeniden Libya toplumuna dayanmasını mümkün kılacak seçimlerin gerçekleştirilmesi istikrar ve barışın inşasında önemli bir ilerleme olacaktır.
Ancak tarafsız güvenlik güçlerinin yokluğunda seçim güvenliğinin nasıl sağlanacağı ve seçim sonuçlarının taraflar arasında kabul edilip edilmeyeceği sorusu hala cevapsız. Özellikle ikinci husus seçimlerin kendisinin, savaşan tarafların birbirini Libya siyasetinde bertaraf etme aracına dönüşebileceği ihtimalini de beraberinde getirdiği için çatışma riskine karşı daha hazırlıklı olunmasını gerektirmekte.”
Yabancı güçlerin ve paralı askerlerin çekilmesi
Konferansın ikinci somut hedefinin ise dış müdahalenin sona erdirilmesi olduğuna işaret eden Yaşar, yabancı güçlerin ve paralı askerlerin çekilmesinin bunun en önemli aşaması olarak görüldüğünü aktardı.
Libya’nın doğusundaki gayrimeşru güçlerin lideri Halife Hafter saflarında Rus Wagner Grubu, Sudanlı “Cancavid” milisleri, Suriyeli ve Çadlı savaşçılar gibi Rusya ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından desteklenen binlerce paralı asker bulunurken, konferansa katılan bu ülkelerin rolünü değerlendiren Yaşar, şuna dikkati çekti: “Bu başlıkta birinci mesele, Rusya, BAE gibi devletlerin Libya’daki yabancı savaşçılar ile ilişkilerini resmi olarak kabul etmemesi. Ve varlıklarını resmi olarak kabul etmeyen bu aktörlerin çekilme konusunda pozitif bir rol oynamasını bekliyoruz.”
Türkiye’nin şerh koyması
Öte yandan Türkiye’nin, konferansın sonuç bildirgesindeki “yabancı güçler ve paralı askerlerin çıkmasına” işaret eden maddeye şerh koymasını da değerlendiren Yaşar, Türkiye’nin bu itirazını iki nedene bağladı. Yaşar, “Türkiye’nin (şerh koyması) iki temel noktada itiraz sahibi olmasıyla alakalı. Birincisi Libya’da güvenlik güçlerinin eğitimi için bulunan askerler gibi ‘düzenli güçler’ ile paralı askerlerin aynı şekilde değerlendirilemeyeceği, ikincisi ise Türkiye’nin askeri varlığının iki egemen devlet arasında imzalanan güvenlik iş birliği anlaşmasına dayanması nedeniyle hukuki dayanağa sahip olması.” ifadelerini kullandı.
Yaşar, şöyle devam etti:”Meşruiyet ve hukuksal sorumluluğa dayanan bu itiraza rağmen Berlin Konferansı sonuç bildirgesinde ayrı bir başlıkta değerlendirilmediği de düşünüldüğünde, Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığına ve faaliyetlerine son vermesinin istendiğini ve bu nedenle de önümüzdeki dönemde de bu konunun gündemde kalmaya devam edeceğini görüyoruz.”
Ahmed Sewehli: Bildirgedeki maddelere güvenmek çok zor
Libyalı siyasi analist Ahmed Sewehli de konferanstan çıkan sonuçların, 24 Aralık’ta yapılmasına karar verilen seçimlerin öngörüldüğü şekilde gerçekleştirilmesi için “tamamen teorik” olduğunu kaydetti.
Sonuç bildirgesindeki maddelere güvenmenin çok zor olduğunu çünkü katılımcıların değinmediği birçok şey barındırdığına işaret eden Sewehli, bu noktaları şöyle açıkladı: “Seçimlerin yapılması, sözde uluslararası toplumun en yeni hedefi. Ancak bundan önce, örneğin, hesap verebilirlik konusu vardı. Hala savaş suçlarının failleri ve uluslararası insan hakları hukukuna göre savaş suçları işleyenlerin sorumlu tutulmasından bahsediyorlar. Ama konferansta kimse bu konuda bir şey yapmadı. Bu yüzden hiçbir ülke, başta Hafter olmak üzere Libya’yı bombalayanlardan hesap sormak niyetinde değil. Kınama dahi çıkmadı. Bu yüzden, hesap verebilirlik konusunda hiçbir şey yapmayanların seçimler için bir şeyler yapmak istediklerine nasıl inanabiliriz?”
Konferansa katılan uluslararası aktörlerin rolünü değerlendiren Sewehli, “(Libya’da) Seçimlerle ilgili Berlin Konferansı’na katılan ülkelerin bazıları, kendi ülkelerinde seçime izin vermeyen diktatörlükler. Örneğin Mısır’daki Sisi gibi.” diye konuştu.
‘İlk konferansın hedefi savaşı durdurmaktı, durdurmadı’
Libyalı analist şöyle devam etti: “BAE, Mısır ve Fransa’nın Libya halkı için en iyisini yapmaya çalışmak için Berlin’de olduğuna inanmıyorum. Bunu neden yapsınlar? Ocak 2020’deki ilk konferansın hedefi savaşı durdurmaktı ama durdurmadı. Savaş geçen yıl mayısa kadar devam etti. Savaşı durduran bu konferans değil, resmi anlaşmaya dayalı olarak yapılan Türk müdahalesiydi. Eğer Türkiye’nin müdahalesi olmasaydı İkinci Berlin Konferansı da gerçekleşemezdi.”
Libya’da askeri varlık gösteren yabancı aktörlerin pozisyonunu değerlendiren Sewehli, Türkiye’nin, Libya’da resmi olarak askeri varlığı bulunan tek ülke olduğunu vurguladı. Diğer ülkelerin ise Libya’da güçleri olduğunu kabul etmediğini aktaran Sewehli, “Oysa Rus kontrolündeki Wagner paralı askerlerinin Libya’da geniş bölgeleri ve şehirleri işgal ettiklerini görüyoruz. Sirte ve çevresindeki petrol tesisleri ve limanlar onların işgali altında. BAE’nin de ülkenin doğusunda bir üssü var.” dedi.
‘Türkiye’nin Libya’yı terk etmesi isteniyor’
Sewehli, bu aktörlerin Libya’daki varlıklarını inkar etmesi nedeniyle Berlin Konferansı’nın temelde Türkiye’den Libya’yı terk etmesini istediğini aktararak, şunları ekledi: “Bu utanç verici bir durum ve bu yüzden Berlin’i hiç ciddiye almıyorum. Bu konferans Libya’daki güçlerin kim olduğunu belirleyemiyorsa, onlardan ayrılmalarını nasıl isteyebilir? Açıkçası, Avrupa ve Batı ne yapmak istediklerini bilmiyor. Rusya’nın mı yoksa Türkiye’nin çıkmasını mı istiyorlar? Biz yabancı ülkeler tarafından tekrar tekrar bombalanmak istemiyoruz. Libya’ya gelip Libya’yı bombalamayan, ancak Libya’yı fiilen savunan tek ülke Türkiye oldu.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *