Aklı putlaştıran pozitivist kafa; aydınlanmacı, bilimci, akılcı ve rasyonalist önderlerin kendilerini doğuştan haklı ve yanılmaz, kendisi gibi olmayanları ise gerici, hastalıklı, cahil ve işe yaramaz yığınlar olarak görmelerine de neden oldu.
Ufuk Coşkun/Milat
Bilimin bir bakıma kiliseden intikam aldığı aydınlanma çağı haliyle modern düşünce biçimi olan pozitivizmi ve bilimsel düşünceyi de beraberinde getirdi.
Buna göre tüm toplumsal hayat, tarihi tecrübeler, kültür, sanat, düşünce ve insan ilişkileri eğer rasyonel temelde yeniden inşa edilirse arzu edilen bütünlüğün sağlanacağı varsayıldı.
Anlayacağınız kiliseyi bilimle yıkan aydınlarımız bu sefer de yeni bir bilim kilisesi inşa ediyorlardı.
Öyle ki Auguste Comte de Mustafa Reşid Paşa’ya yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
“…İster toplu ister bireysel, bütün insanlığı tamamen pozitif bir inançla kucaklamak için her türlü ilahi inancı bertaraf ederek, beni tam anlamıyla evrensel dini keşfetmeye iten temel neden budur.” Mektup uzun. Comte özetle pozitivizme akın edin diyordu.
Eh, bizim aydınlar da boş durur mu?
Derhal akılcı ve bilimsel ilkeler doğrultusunda(pozitivizm) toplumu dönüştürmenin yol ve yöntemlerini bulmaya çalıştılar.
Yani pozitivist bilim anlayışı bir bakıma dinin yerine geçirilmek istendi ve bir tür uygar din yaratılmaya çalışıldı. Çünkü aydınlanmacı kafa toplumsal karmaşayı yeni bir toplumsal düzenleme ve reformla ortadan kaldırmayı düşünüyordu.
Çünkü bu düşünceye göre tüm toplumsal olaylara ve olgulara bilimsel referanslarla yaklaşılır. Dolayısıyla pozitivizm bir toplumsal dönüştürme aracı olarak toplumları kontrol etme ve yön verme ihtiyacıyla birlikte doğdu ve bu amaca hizmet etti.
Oysa aklın ve bilimin öncülüğünde ideal bir toplum oluşturma çabaları aslında katı bir totalitarizmin ürünüdür.
Aklı putlaştıran pozitivist kafa; aydınlanmacı, bilimci, akılcı ve rasyonalist önderlerin kendilerini doğuştan haklı ve yanılmaz, kendisi gibi olmayanları ise gerici, hastalıklı, cahil ve işe yaramaz yığınlar olarak görmelerine de neden oldu.
Çünkü bilim aracılığıyla yeni bir toplumsal model oluşturma gayretleri içerisinde insanların ne düşüneceği, neye inanacağı, nasıl giyinmesi gerektiği hatta hangi tür müzik dinleyeceğine, yemesinden içmesine varana kadar tüm davranış kalıpları belirlenmişti.
İtiraz edenlere de bilim düşmanı gözüyle bakılarak zor kullanıldı. Ülke olarak geçmişte bunun örneklerini az yaşamadık.
Bugün de geçerli bir durumdur bu. Ve bilim hala bir baskı unsuru olarak güncelliğini korumaktadır.
Bugün bilimsel eğitim diyerek yeri göğü inleten kesimlere bakmayın siz onların kafasındaki bilim yukarıda anlattığımdan başka bir şey değildir.
Günümüz bilim kilisesinin üyeleri bilim karşıtı olarak etiketledikleri insanları dine bağlayarak onları gerici olarak yaftalamak suretiyle ilginç bir şekilde toplumdan tecrit etmeye çalışıyorlar.
Oysa Feyerabend’in ifadesiyle bilim, kutsal bir varlık değildir. Var oluşu, hayranlık uyandırışı, sonuç üreten bir yapıya sahip bulunuşu, bilimin, bir mükemmellik ölçüsü olarak alınması için yeterli değildir. Modern bilim, daha düne kadar olup bitenlere yönelik global itirazlardan doğmuştur.
Bir önceki yüzyılda Newton yasaları üzerine bina edilen bilimsel yaklaşımlar, kuramlar, disiplinler kuantum fiziğinin keşfine kadar tüm dünyada vazgeçilmez Tanrı yasaları olarak makbul görmüyor muydu?
İki yıldır pandemi dolayısıyla ortalıkta DSÖ merkezli genel geçer tek bir bilimsel yaklaşımın kabul edilmesi ve toplumların dizayn edilmesi sürecini yaşadık, yaşamaktayız.
Bilimsel eleştiri yapanların dahi ihanete varan suçlamalara maruz bırakıldığı, yasakları savunanların, reçeteye yanlış ilaç yazıp sonra kaldıranların, açık havada maske taktırıp, bol bol aşı kampanyası yapanların bilimsel kabul edildiği enteresan bir süreçti bu.
Geçmişte bilim aracılığıyla yeni bir ulus devleti inşa etmek için nasıl otoriter bir tutum sergilendiyse bugün de bilim adınaaynı otoriter, katı, baskıcı bir tutum sergilenmektedir.
Bugün bilim kilisesinin istediği tek dünya hükümetine uygun, uyumlu, itaatkâr, nakitsiz, tek kimlikli, tek dinli, tek dilli yeni bir ulus inşa etmektir.
Bakınız, 1 Temmuz tarihinden itibaren kısıtlamaların kaldırılmasından hemen sonra tüm yasakçıların birden özgürlükçü kesilmesi gibi bir garabetle karşılaştık. Demek ki uysallaşma süreci çoktan başlamış bile.
Çünkü ne diyorlar; bilime inanın yani iman edin!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *