Filistin konusunda ayakta olanlar, Mısır konusunda neden değil, işte politik yaslanma budur. Sivil toplum, vakıf ve benzeri kuruluşlar nerede? Bu gidiş, gidiş değildir. Müslümanlara düşen politik yaslanma olmadan eleştiri ve eylem yapabilme kapasitesini Hak din olan İslam adına yapabilmektir.
Mehmet Şaşmaz / Her Taraf
Dinin yaşanan bir hayat nizamı olduğu ve yaşanan hayatın toplamının din olduğu tespitini öğrendiğimizde heyecanla sorgulamıştık her şeyi. Ancak, Hak dinin karşısında batıl dinler de çoktu, hem de inanılan ve yaşanan hayatlar kadar çoktu.
“Hevasını ilah edinenler”[1] buyruğu ile bize batıl yaşamların geniş tarifini yapmamız gerektiğini göstermişti, dinimiz.
Hayat nizamını oluşturan her din kendi kavramlarıyla hayat bulur, inandığı ilah adına görüş belirtir, kural koyar. İnsan için, toplum denildiğinde beraberce bir yaşamın nasıl yaşanılacağı, hangi kuralların toplumu yönlendireceği sorusu önem kazanır.
İnsanlık tarihinin ilk toplum örneklerinden günümüze değin sorular aynıdır.
Beraberce yaşayacak insanları huzur ve güven içinde bir arada tutmanın kuralları nedir, nasıl olmalıdır?
Mülkiyet edinmeyle beraber yerleşik hayatın içinde oluşan sosyal, ekonomik, güvenlik ve siyasal sorunların çözümü için kuralların / yasaların olması ve bunların uygulanması içinde teşkilatlı kurumlar gerekliydi. Tüm bu teşkilatlanmaların başına yönetici sınıfıyla beraber, “ruhbanlar” olarak atfedilen din adamlarının da geçmesiyle, bir yönetim biçimi ve kuralları olan bir hukuk sistemi oluşturulmuştu.
Modernizm öncesi bilinen tarihsel toplumların istisnasız hepsi hukuk olarak, dünya ötesi “dinsel” işaretleri olan sistemi benimsemiş ve toplumsal hukukunu ona göre dizayn etmiştir. Toplumu inşa edecek kavramları da dine nispet etmişlerdir.
Ritüellerle bozulmuş olsa da vahyin bildirdiği, “…her kavme uyarıcının gelmesi”[2] yaşam tarzının bilinen ilk insan topluluklarında da dünya ötesini temsil eden din adamları eliyle oluştuğu gerçeği toplumsal yaşamın oluş şeklini bize verir. Göbekli Tepe’nin, çağındaki kavimlerin dini ritüel için toplanma yeri olması, âdeta hac vazifesini temsil etmesi, toplumsal anlamda yaşam tarzının semavi ip uçlarını görmekteyiz. Bu nedenle insanlık tarihinin hiç bir döneminde yaşam tarzının tamamen insanı ilahlaştıran ve Rabbimizin “hevasını ilahlaştıranlar” buyruğunun tecellisi yapan yaşam tarzı ve hukuk olarak ortaya çıkmamıştır. Küresel İngiliz -Yahudi İmparatorluğu’nun egemen olduğu yeni dünya düzeni küreselleşme modeliyle, insanları tek tipleştirerek kendi kültürel hegemonyasını kurmuştur. Bu bir aynılık terörüdür. Sokaktan eve, tüketimden davranışlara kadar küresel dijitalizmle beraber sekülerizm, din dışı/ dinsizlik olarak artık bir hayat nizamı/dinidir.
Modernizmle beraber sekülerleşen / din dışı batı medeniyeti önce kendi toplumlarına, daha sonra tüm dünyaya küresel anlamda din dışı hukuk kurallarıyla yeni bir toplum inşa etme mücadelesine girmiştir.
Batı aklında demokrasi ve sekülerizm ayrılmaz bir bütündür.
Kökenleri antik Yunan’da bulunan kavramları yeniden yorumlayarak din dışı hukuk kurallarını benimseme, yaşama ve toplumsallaştırmaya gitmiştir. Antik Yunan’dan alınan demokrasi, halk çoğunluğu, seçim yapmanın buna göre nasıllığı üzerine felsefi düşünceler olmuş, ama bu düşünceler arasında fark olsa da hepsi din dışılık üzerine birleşmiştir.
Kavram demokrasi olunca, “ne var bunda, halk kendini yönetecek olanı seçiyor,” gibi demokrasi seviciliği, kavramın Batı tarzı hangi düşünsel çıkarımla ortaya çıktığını hafife almaktır.
Batı tarzı din dışılığın, toplumsal yapıda öngördüğü kavramlar bir bütündür ve kendi mantıkları açısından anlamı vardır. Bu anlam bütünlüğünü görmek için, halkı Müslüman ülkelerde uygulanan “demokrasiye” bakmak yeterlidir. Yakın tarihte Cezayir’de ezici bir çoğunlukla seçimleri kazanan “İslami Selamet Partisi(FIS)”in ve yine Mısır’da İhvan’ın ve yönetim kadrosunun hatta tüm seçmeninin “terörist” muamelesi görmesi, demokrasi ve insan haklarının ne olup/ olmadığı göstermek açısından ibretlik olarak önümüzdedir.
Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi, halkın kendi sistemleri dışındaki şahısları veya değerleri seçmesi değildir.
Türkiye’de, Mısır’da ve tüm İslam coğrafyasında yönetme erkinin hangi yöntemle ve kimler tarafından yapılacağı mücadelesidir..
Türkiye üzerinde modernizmin ve Batı tarzı din dışı yönetim tarzının kurumsallaşmasıyla demokrasi gibi kavramlar, Müslümanlar arasında da iyiye yorma ve politik yaslanmanın aracı olarak kullanılmaktadır. Bu tehlikeli ve yarınlar açısından din dışı sistemleri içselleştirmedir.
İdealleri olup ta makamlarda sistem tarafından yutulmuş nice değer sahibi kimseler, elbette üzüntü vericidir.
Sistem ideal düşünceli insanları, makama gelmeden önce karşı olduğu şeyleri yapmak konusunda dönüştürür. Politik yaslanmayla beraber gelen, sistem içinde olanların neden bu kadar farklı kavram ve dilden konuştukları sorusu boştur. Çünkü sistem hangisi olursa olsun değiştirme gücüne sahiptir ve değişecektir.
“Hayatım boyunca bazı şeyleri değiştirme vaadini içlerinde taşıdıkları için bir makam ya da vazifeye seçimle gelmiş tonla insan gördüm. Bu insanlar sonra şıp diye hani o değiştirmek maksadıyla işe koyuldukları sistemin onlardan beklediği gibi konuşmaya ve hareket etmeye başladılar. Sistem böyle çalışır. Eğer eyleme geçmek için doğru pozisyonu benimsemezsen kimse senin eylemlerine tepki vermez, ama o pozisyonu benimsersen de, artık eyleme geçemezsin.”[3]
Müslümanın sistem tarafından yutulmaması için vahye bağlılığını canlı tutması ve doğru eylem/ pozisyon için Müslümanlarla organik bağını hesap verebilir bir tarzda oluşturması gerekir.
Müstağni ve bireysel bir hayat yaşayan makam ve mevki sahipleri sistem tarafından dönüştürülürler.
Bu yüzden Müslümanların mütevazi ve ucundan kıyısından gördükleri politik yaslanmalarda kafa karışıklığı ve eylemlerinde dengesizliği getirmesi doğaldır. Politik yaslanmalar zamanla bir çıkar örtüşmesine dönüşür ve sistem politik yaslanmadan nemalanır. Nemalanma arttıkça bağlılık artar. Bağlılık eleştiri yapamama ve “bizden olan” duygusunu pekiştirir.
“Bu anlamda efendilerde hükmettikleri kölelerin kölesi olmuşlardır. Kendisini başkasının efendisi sanan kimse onlardan daha fazla köle olmaktan geri kalmaz. Hükmetme kamuoyuna dayandığı zaman bizzat kölece bir hal alır. Zira insanlar önyargılarla yönetenlerin önyargılarına bağlı olmuştur. İnsan hür doğmuştur fakat her yerde zincire vurulmuştur.”[4]
Müslümanlar kendi özgün gündemleriyle, politik yaslama olmadan mücadele edebilme şeref ve duyarlılığını oluşturmalıdırlar. Mısır’da onbinlerce Müslüman hapiste, zulüm işkence ve baskı altındayken, bir o kadar da insan ülkesinden uzak sürgün yaşarken zalim cunta lideri Sisi’nin Müslümanları hâlâ idam etme durumu karşısında bizim Rabia’mıza ne oldu!
Vatan millet hamasetiyle Rabia’yı kullanmak ve sistem içinde herşeyi 50+1 oy fazlası olarak halk çoğunluğuna yaslanmak için oluşan politik hesaplar bizleri aşar.
Ancak Mursi ve ihvan savunuculuğunun, Akdeniz’in mavi sularına terkedilmesi “çıkarlar mavi sularda olsa da” Müslümanlar açısından kabul edilemez !
Filistin konusunda ayakta olanlar, Mısır konusunda neden değil, işte politik yaslanma budur.
Sivil toplum, vakıf ve benzeri kuruluşlar nerede? Bu gidiş, gidiş değildir. Müslümanlara düşen politik yaslanma olmadan eleştiri ve eylem yapabilme kapasitesini Hak din olan İslam adına yapabilmektir. Allah’ın bizim ibadetlerimize ihtiyacı yoktur. Şah damarımızdan bize daha yakın olan Rabbimiz her davranışımızdan hesap soracaktır.
[1] “Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?”Furkan Suresi, 43.ayet / Casiye suresi,23 ayet vb. ayetler
[2]Her kavme uyarıcı elçiler gönderilmesi ile ilgili…(Kuran-ı Kerim;İsra suresi, 15.ayet/Nahl Suresi, 36.ayet/Hicr suresi,10.ayet/Furkan Suresi, 51.ayet/Fatır suresi, 23-24. ayetler vb..)
[3] Zygmunt Bauman- Benlik Pratikleri sh, 56
[4] Emile Durkheim- Rousseau ve Toplum Sözleşmesi sh,28
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *