Avrupa-Batı’da olduğu gibi çok kültürlülük konusunda felsefi literatüre kaynaklık eden “Kanada modeli”nin aslında gerçek sınavı Müslümanlarla.
Kanada’da Katolik okul bahçesindeki çocuk kalıntıları ve İslamofobik saldırı
Prof. Dr. Özcan Hıdır/AA
Dünyanın en yaşanabilir ülkelerinden biri olarak gösterilen Kanada’nın British Columbia eyaletinde 1969 yılına kadar faaliyet gösteren Katoliklere ait Kamloops Kızılderili Yatılı Kilise Okulu’nun bahçesinde bulunan 215 çocuğun cesetlerinin kalıntıları bütün dünyada infiale sebep oldu. Olay üzerine Kanada’daki tüm yatılı kilise okullarının çevresinde arama başlatıldı. Kayıtlarda bulunan 139 yatılı kilise okuluna ait mezarlık ve bahçelik alanlarda, kayıtlarda olmayan çocuk mezarları için yer radarlarıyla tarama yapılıyor. Alberta eyaletindeki yatılı kilise okullarında da kayıtlara geçmemiş 821 çocuk ölümü olduğu da medyada yer alan bilgiler arasında.
Bu bağlamda şunu ifade etmek gerekir ki, Kanada’da 19. yüzyılın sonlarına doğru kurulan ve bu kapsamda faaliyet gösteren 139 kurumdan biri olan bu yatılı okulun, bir asırdan daha uzun bir süre önce yerli çocukların Avrupalı göçmen çocuklarla uyumunu zorunlu olarak sağlamak maksadıyla Katolik Kilisesi tarafından Kanada Hükümeti adına 1890 yılında açıldığı; 1969’da merkezi hükümetin kontrolüne geçtiği ve 1978’de kapanana kadar da bölge öğrencilerine yurt hizmeti verdiği belirtiliyor. Bu meyanda Kanada’da 1874’ten bu yana 150 bin yerli çocuk, beyazlara entegre (aslında asimile) edilmek için zorla ailesinden-kültürlerinden yoksun bırakılıp kilise evlerine yerleştirildi. Ayrıca bu çocuklardan birçoğunun fiziksel-cinsel istismara ve tecavüze maruz kaldığı, yetersiz beslendikleri ve bazılarınınsa üzerlerinde yapılan tıbbi deneylerde hayatlarını kaybettikleri belirtiliyor. Ülke genelindeki 139 yatılı kilise okulunun neredeyse tamamı Kanada hükümeti adına Katolik Kilisesi tarafından yönetiliyordu. Gerçekte bu okullara giden toplam çocuk sayısının kaç olduğu ve kaçının söz konusu şekillerde öldüğünün belirlenmesinin zor olduğu belirtiliyor.
Diğer yandan ülke tarihinin en karanlık sayfalarından biri olan yatılı kilise okullarıyla ilgili, 200 binden fazla yerli aileye ait bilgiler de dâhil pek çok belgeyi 1936 ve 1944 yılları arasında Kanada devletinin imha etti(rdi)ği de gelen bilgiler arasında. Dahası, çocuklara ait en önemli kayıtların Vatikan ile Kanada devlet arşivlerinde bulunduğu ancak Vatikan’ın belgelerin açıklanması yönündeki çağrıları reddettiği anlaşılıyor.
Bu arada Kanada’daki bir grup avukatın Kanada hükümeti ve Vatikan’ın insanlığa karşı suç işlemekten soruşturulması istemiyle söz konusu hadiseyi Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taşıdıklarını da belirtmek gerekir.
Papa-Vatikan özür dilemedi
Olaya tepkisi en çok merak edilenlerden ve kendisinden özür beklenen kişi Katoliklerin ruhani lideri Papa idi. Zira Kanada Başbakanı Justin Trudeau geçen hafta yinelediği açıklamasında, okulların kilisenin kontrolünde olduğunu hatırlatmış, Vatikan’ın okullardaki rolü için sorumluluk alması ve özür dilemesi gerektiğini söylemişti. Hatta Trudeau, ülke tarihinin en büyük çocuk istismarı olayı olan konuyla ilgili 2010’da kurulan ve 2015’te çalışmalarını tamamlayan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun dört bin sayfalık raporu üzerine aynı yıl Papa Franciscus’tan özür dilemesini istemiş; bu isteğini 2017 yılındaki Vatikan ziyaretinde de tekrarlamıştı ancak Papa’dan beklediği cevabı alamamıştı. Trudeau’nun talebine 2018 yılında cevap veren Kanada Katolik Piskoposlar Konferansı, Papa’nın Katolik Kilisesi’nin yatılı okullardaki rolü için kişisel olarak özür dileyemeyeceğini açıklamıştı. Öte yandan Kanada devletinin bu okullardan hayatta kalanlardan 2008 yılında özür dilediğini, 2015’teki raporda da öldürülen çocukları “kültür soykırımı” kurbanları olarak kabul ettiğini belirtmek gerekir. Kanada Yerli Hizmetleri Bakanı Marc Miller ise daha önce yaptığı açıklamada, Papa’nın yatılı kilise okullarında yaşananlar konusunda özür dilemesi gerektiğini belirterek, “Bence bugüne kadar özür dilememiş olmaları, bugüne kadar bir özür açıklaması yapılmamış olması utanç verici.” ifadelerine yer vermişti.
Bu açıklamaların ardından hayli süre sonra Papa Franciscus herhangi bir tepki vermedi fakat nihayet Vatikan’da geleneksel Pazar duası sonrasında özür dilemeksizin olayı acı içinde takip ettiğini, hayatını kaybeden çocuklara dua ettiğini belirtmekle yetindi. Bu durum, kendisi de bir Cizvit olan ve aslında yatılı okullardaki taciz-pedofil olaylarının İrlanda, Almanya başta olmak üzere, esasen Cizvitlere ait yatılı okullarında ortaya çıkmasının, tahkikat komisyonları kurulup Vatikan’ın tazminatlara mahkûm edilmesinin de etkisi vardır. Zira cinsel taciz ve çocuk cesetlerinin kalıntıları olayı, aşağıda değineceğimiz üzere yeni değil.
Hatırlanacağı üzere, Papa Franciscus’un 2018 yılının Ağustos ayında 39 yıl aradan sonra İrlanda’ya yaptığı ziyareti öncesinde Katolik kilise ve yatılı okullarındaki çocuklara yönelik “cinsel taciz-pedofili (sübyancılık)” olayları da tartışılmış, Papa’nın istifası istenmişti. Zira Papa Franciscus’un 2013’ten bu yana çocuk tacizi olaylarını bildiği belirtiliyordu. Göreve geldiği ilk yıllardan itibaren her fırsatta Katolik kilisesi içinde cinsel taciz-pedofili olaylarına “sıfır tolerans” sözü veren ve bu tür olayların bir daha yaşanmasına izin verilmeyeceğini kuvvetle ifade eden konuşmalar yapan Papa Franciscus bu sözlerini tutamadı ve gerek Vatikan gerekse Katolik Kilisesi içinde bu tür olaylara meydan veren yapıyı ıslah etmek hususunda da pek adım at(a)madı. Bu durum ise Papa’nın Vatikan içinde “muktedir” olamadığı veya kendisi de Cizvit olduğu için cinsel taciz olaylarında başat rolleri bulunan Cizvitleri kolladığı yönünde yorumlara da yol açıyor.
Papa 16. Benedictus’u “görevinden feragat”a götüren “cinsel taciz-pedofili” olayı
Kanada olayı ile tekrar gündeme gelen Kilise yatılı okullarındaki çocuk kalıntıları ve cinsel taciz-pedofili olayları hayli zamandır tartışılan bir mesele. Aslında bu konuda itiraflar yapılmış ve bir önceki Papa olan 16. Benedictus’a yönelik de ağır suçlamalarda bulunulmuştu. Takip edenlerin yakından bildiği üzere, alışılmadık bir şekilde -ki Papalık kurumunda feragat/görevden ayrılma diye bir olgu yoktur- görevinden feragat edeceğini bildirdiği günden itibaren Papa 16. Benedictus’un ani feragatinin sebebi olarak pek çok görüş ortaya atılmıştı. Bu meyanda 16. Benedictus’in Katolik tarihinde “emekli olan” ilk papa olması sürecini, dönemindeki cinsel taciz-pedofili olaylarını ört-pas ettiği suçlamalarının başlattığı da o dönemde yazılmıştı. Hatta 16. Benedictus’un bir kısım rahip ve kardinalleri arasındaki örgütlü bir “homoseksüel-eşcinsel” yapıyı öğrendiği de yazılmıştı. Zira “Vatileaks” belgelerine göre Papa, Vatikan’daki üç kardinale buna yönelik bir araştırma yapmalarını istemiş ve bu kardinaller de 300 sayfalık gizli raporlarını kendisine sunmuşlardı.
Taciz skandalının boyutunun oldukça geniş olması, hiç şüphesiz Vatikan’ı ve dönemin papası 16. Benedictus’u zor durumda bıraktı. Zira olay, bazı yönleriyle kendisine de uzanıyordu. Çünkü ağabeyinin 30 sene boyunca yönettiği bin yıllık erkek yatılı okulunun eski bir mezununa atfen Der Spiegel’de yayımlanan yazıya göre; Papa’nın ağabeyi Georg Ratzinger’in yöneticilik yaptığı 1964-1994 yılları öncesinde okulda taciz olayları yaşanmış ve Georg Ratzinger de 70’lerin sonuna kadar bu tür olaylar yaşandığını kabul etmiştir. Papa’nın kardeşinin okulundaki bu olaydan haberdar olmaması düşünülemez. Kaldı ki 1977-1982 yılları arasında başpapaz olarak görev yaptığı Münih’te de benzer olaylar yaşandığı halde hiçbir işlem yapmaması bir başka dikkat çekici nokta.
Dolayısıyla o dönemlerde Almanya, Amerika, İrlanda, Avusturya, Avusturalya, Hollanda, Belçika başta olmak üzere pek çok ülkede ortaya çıkan bu iddialar karşısında Papa 16. Benedictus hemen hiçbir ciddi adım at(a)madı ve ilgili ülkelerde kurulan “araştırma komisyonları” ve mağdurlara ödenen tazminatlar ile yetinildi. Bu itibarla farklı sebepler gösterilse de “papanın emeklisi olmayacağı için” görevinden feragat etmesi bu anlamda attığı en önemli adım oldu. Bu itibarla, halen Vatikan’da bir manastırda emekliliğini yaşayan 16. Benedictus’un; “cinsel taciz suçlamaları dolayısıyla görevinden feragat etmesi” ve “göreve gelişinden 1 yıl sonra doğum yeri olan Almanya’nın Regensburg kentinde ‘İslam’ı şiddet dini’, Hz. Peygamber’i de ‘kılıç peygamberi’ olarak nitelemesi” gibi iki olumsuz durumla hafızalarda kalmış olduğunu bu vesileyle belirtmekte fayda var.
Önce İrlanda ve Almanya’da ortaya çıkmıştı
Cinsel taciz olayı 2007 yılında Katolik Kilisesi aleyhine yüklü miktarda tazminata konu olan ABD’deki olaylar hariç tutulursa, Avrupa’da ilk önce İrlanda’da ortaya çıktı. İrlanda’da Katolik kilisesine bağlı papaz ve rahibelerin binlerce çocuğa cinsel tacizde bulunduklarının ortaya çıkmasının ardından bu kişiler, kilise tarafından görev yaptıkları yerden başka yerlere atanarak korundular. Yaklaşık 50 yıl süreyle bu olay, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı sebebiyle gizlendi. Yıllarca gizli kaldıktan sonra bir anda gündeme gelen ve artık gizlenemeyen cinsel taciz olayları üzerine o dönemde Vatikan, papazlara yönelik yayımladığı mektupta olayların ilk patlak verdiği ülke olan İrlanda’daki durumu kınayıp, bunun “büyük günah” olduğunu söyleyerek araştırılması talimatını verdi.
Cinsel taciz olayının esas boyutu 16. asırda Fransa’da kurulmuş bir Hıristiyan mezhebi olan Cizvitlerin Almanya’nın en saygın kolejlerinden olan Berlin’deki Canisius Koleji’nde patlak vermesiyle büyüdü. Hadise ortaya çıkar çıkmaz daha önce şu veya bu sebeplerle üstü örtülmüş olaylara yönelik şikâyetler, olayın mağdurlarınca medyaya yansıtıldı. Ardından 1994’ten beri okulda görev yapan müdür, Almanya tarihinde ilk kez, okulun eski öğrencilerine bir mektup yazıp tüm mağdurlardan özür diledi ancak zaman aşımı sebebiyle suçlular ceza almadı. Daha sonra bu tür vakaların Cizvitler ve Katoliklere bağlı diğer bazı yatılı okullarda da meydana geldiği ortaya çıktı.
Ayrıca Amerika’daki bazı Katolik kilise yönetimlerinde rahip ve rahibelerin yaklaşık yüzde 15’inin cinsel tacizde bulunduğunun ifade edildiğini de belirtelim. Avusturalya’da ise 1960-2015 yılları arasında 10 binden fazla cinsel taciz-pedofili vakasının meydana geldiği ancak çoğunun ört-pas edildiği ifade ediliyor.
“Ruhbanlık” kurumu tartışılıyor
Kanada’daki yatılı okul bahçesinde bulunan çocuk kalıntıları ve bu minvalde yakın tarihlerdeki cinsel taciz-pedofil olayları sebebiyle, esasen fıtrata aykırı olan Katolikliğin önemli uygulamalarından “ruhbanlık” da tartışılmış, tartışılmaktadır. Bu meyanda (tam) ruhbanlık uygulamasının ruh sağlığına uygun olmadığı görüşü dillendirilmektedir. Örneğin, Augsburg’lu Papaz Walther Mixa pedofili olaylarından kilisenin ve din adamlarının değil; “cinsel yozlaşma ve ruhbanlık kurumunun sorumlu olduğunu” söylemiştir. Hollanda Tilburg Katolik Üniversitesi Teoloji Fakültesi’nden Anke Bisschops de “ruhbanlık” uygulamasının kaldırılmasını savunuyor. Amerikalı Kardinal Raymond Burke de yozlaşıp cinsel taciz olaylarına yol açtığı için ruhbanlığa eleştiri getirmiştir.
Bütün bunlar esasen “İslâm’da ruhbanlığın olmadığı” yönünde Kur’an ve Sünnet’te yer alan hükmün önemini ortaya koyar. Zira fıtrat dini olan İslam’a göre, insanın yaratılıştan gelen tabii özellikleri, vasıfları, ihtiyaçları, arzuları vardır ve erdemli insan mutedil insandır. Mutedil insan ise yaratılıştan gelen imkân ve kabiliyetlerini ifrata ve tefrite sapmayacak kıvamda geliştirmiş, her şeye hakkını vererek dengeyi bozmaktan kurtulmuş insandır. İslam’ın kâmil insanı iyi bir kul olabilmek için dağ başlarında, yer altlarında, mağaralarda tek başına yaşamayı seçmez; o insanların içinde yaşayarak ruhbanlık yolunu seçmez. Şu âyeti hatırlayalım: “…Kendilerinin icat ettikleri ruhbanlığa gelince, biz onlara bunu emretmemiştik; sırf Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapmışlardı ama buna hakkıyla riayet etmediler…” (Hadîd: 57/27).
Bununla birlikte, önemli bir etken olsa da Katolik kiliselerindeki cinsel taciz-pedofili olaylarına sadece ruhbanlığın yol açtığını söylemek de insaflı olmaz. Dolayısıyla olayın köklerinin çok daha derinlerde olduğunu ve yönetimsel yanlarının bulunmakla birlikte, Katolik “papaz/rahip-rahibe” kimliği ve eğitimiyle de yakından ilgili olduğunu söylemek lazım. Nitekim Papa Franciscus da 2017’de Vatikan’daki yolsuzluk ve cinsel taciz skandallarıyla ilgili soruları yanıtlarken, “hastalık” olarak nitelediği cinsel taciz vakalarının önlenmesi için din adamlığı eğitimine “duygusal olgunluğu teyit edilen” kişilerin alınacağını söylemişti. Öte yandan tarih boyunca Hz. Aişe ile evliliği sebebiyle, Hz. Peygamber’e iftiralarda bulunan Hıristiyanlar-Katolikler, ironik bir şekilde, “cinsel taciz”, “pedofili” suçlamalarıyla yüz yüze geliyorlar. Bu meyanda vurgulanması gereken bir diğer husus ise İslam ülkeleri ve Müslümanlar söz konusu olduğunda bu tür olaylar karşısında insan hakları örgütleri başta olmak üzere uluslararası kurumları hemen harekete geçiren Batı ülkeleri, konu Yahudi-Hıristiyanları ilgilendirdiğinde bu olayları genelde kapatmanın gayreti içinde olmalarıdır.
Tabiatıyla bütün bunların Katolikler için ruhbanlık anlayışının gözden geçirilmesi başta olmak üzere radikal kararlar almalarını gerektiren bir kriz halini işaret ettiği açık. Katoliklerin odağında olduğu Kanada’daki son olaya yönelik incelemelerden ne tür tedbirler çıkacak şimdiden kestirmek zor olsa da bilinen bir gerçek var ki o da, bu olaylar sebebiyle Katolik mezhebi ve inancının bütün dünyada ciddi bir yara aldığı ve imaj kaybına uğradığıdır.
Pakistanlı aileye İslamofobik saldırı
Yatılı okul bahçesinde bulunan çocuk cesetleriyle sarsılan Kanada’da bir de 6 Haziran’da dört Müslümanın yaşamını yitirdiği İslamofobik bir saldırı gerçekleşti. Bir minibüs şoförünün, aracını kaldırımdaki Müslüman bir ailenin üzerine sürmesi sonucu biri 15 yaşında olmak üzere 4 kişi öldü, 9 yaşındaki bir erkek çocuğu da ağır yaralandı. Bu saldırının planlı, nefret güdümlü bir eylem olduğu, İslamofobik nedenlerle yapıldığı bölge polis şefi tarafından açıklandı. Irkçı-İslam düşmanı saldırganın yakalandığı olay üzerine Kanada Başbakanı Justin Trudeau da, Müslümanların yanında olduğunu, İslamofobinin toplumlarında yeri olmadığını, bu nefretin sinsi, alçakça olduğunu ve durdurulması gerektiğini bildiren bir açıklama yaptı. Pakistan Başbakanı İmran Han ise Kanada’da Pakistan kökenli Müslüman aileden 4 kişinin öldürülmesini “terör eylemi” olarak nitelendirdi.
Türkiye Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da “Bu, üretilmiş korkunun nefrete, nefretin düşmanlığa ve şiddete dönüşeceğinin en son örneğidir” diyerek, meselenin artık ırkçılık ve nefret suçu olarak ele alınması gereğine vurgu yaptı. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik ise, saldırının basit bir suç eylemi değil, ardında İslam düşmanlığının teşvik edilmesi olduğunu, nefret suçlarına prim veren siyaset-medya dilinin bundan sorumlu olduğu mealinde açıklama yaptı.
Saldırı Kanada, ABD ve Batı medyasında genelde “terör” saldırısı değil, sıradan bir suç eylemi-cinayet olarak görüldü ki, benzer durumlarda Müslümanların bu saldırıyı gerçekleştirmesi durumunda hiç tereddüt geçirmeden peşinen “İslami terör” yaftası vurulabildiğini biliyoruz. Esasen olayın kurbanı Pakistan kökenli 5 kişilik bir aileyse de onlara yönelen bu terörist şiddetin hedefi ülke-toplum olarak bütün Kanada’dır. Ayrıca İslam karşıtı bu saldırının, yatılı okul bahçesinde bulunan ve ülke gündemini domine eden olayları perdeleme, gündemden düşürme amaçlı planlanmış olabileceği de akla geliyor. Yine bu saldırı 2017 yılında Quebec City’de Alexandre Bissonnette adlı ırkçının gerçekleştirdiği 6 kişinin öldüğü, 5 kişinin yaralandığı cami saldırısını da hatırlattı. Böylece dünyanın en yaşanabilir ülkelerinden biri olarak gösterilen, çok kültürlülük politikalarının öne çıktığı, bu yönde bir bakanlığın da olduğu ülke olan Kanada’nın son dönemlerde İslam karşıtı saldırıların odağı haline geldiği, bunun Kanada’nın imajına alabildiğine zarar verdiği idrak edilmeli.
Bu itibarla Avrupa-Batı’da olduğu gibi çok kültürlülük konusunda felsefi literatüre kaynaklık eden “Kanada modeli”nin da aslında gerçek sınavı Müslümanlarla. Vatikan’dan çok umudumuz yok ama umarız Kanada, gerek yatılı okul bahçesindeki çocuk cesetleri kalıntıları konusunda gerekse İslamofobik saldırı konusunda geçmişte örnek gösterilen çok kültürlü imajına uygun adımları ivedilikle atar.
[Çalışmalarını hadis, Yahudi ve Hıristiyan kültürü ilişkisi, din ve kültürlerarası etkileşim, oryantalizm-oksidentalizm, teo-politik, İslam karşıtlığı (kültürel ırkçılık) ve Avrupa’da-Batı’da İslam ve Müslümanlar konularında yoğunlaştıran Prof. Dr. Özcan Hıdır İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *