Lütfü Şahsuvaroğlu, Karar’daki yazısında, Peker’in iddiaları ile başlayan tartışmaya daha geniş bir boyuttan yaklaştı, mafya-siyaset-küresel akıl bileşkesinde 80 öncesi ve sonrasında yaşananları hatırlattı.
‘Yıkılsın düzen yaşasın devlet’ sloganını başlığına taşıdığı, bugün Karar‘daki yazısında Lütfü Şahsuvaroğlu, şunları anlattı:
Bu sloganı 70’li yıllarda bulmuş, hem derginin başyazısında kullanmış (başyazılar bir çeşit ültimatom yahut genel merkez bildirisidir) hem de sloganlarımız arasında baş tacı olarak o dönemde hemen her mitingde haykırmıştık.
Bugün köhne düzen ayakta lakin devletin ayakta olup olmadığı meşkûk.
‘Devlet-i ebed müddet’ kavramı ne kadar mübarek bir kıymetlimizdi.
Toz kondurmazdık. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” sanki Oğuz Han’dan beri söylenegelen şiarımız gibidir. O devletin bir ülküsü vardır: ‘Kızılelma!’
Han da, sultan da ancak bu millet şiarıyla bütüncül bir yönetim sergilediğinde meşruiyet kazanabilir. Aksi durumda meşru değildir.
Her kim olursa olsun! Halifeler de öyle, padişahlar da öyle, emirler de… Meşru olan sadece milletin istiklâlidir; milletin bekâsı, hukuku, istikbâlidir. Çağdaş Kızılelma ise tam demokrasidir. Hukuk devleti olmaktır.
‘Yıkılsın Düzen – Yaşasın Devlet’ dediğimizde yine de bürokraside bir düzen vardı. Bazı düzenbazlar devletten vergi kaçırırlar, gemilerini her ortamda yürütürlerdi. Devlet gemisinin dümeni bir kısım iş dünyasının kalburüstü adamlarının inhisarında bir oraya bir buraya yöneliyor; kaptan köşkünde oturanlar arasında dümen kırma seansları yapılıyordu.
Bu düzenin öyle gitmeyeceğini, devletin böylece zaafa uğradığını keşfetmiş ve bu sloganı halkımızla paylaşmıştık.
Başka sloganlarımızla birlikte 70’li yıllara damgasını vurmuştu: ‘Yıkılsın Düzen – Yaşasın Devlet’.
Diğerleri neydi?
‘Çağrımız İslâm’da Dirilişedir’
‘Kanımız Aksa da Zafer İslâm’ın’
12 Eylül öncesi bu üç slogan 80 sonrasındaki ma’kûs talihimizi dönüştürecek ümitli bir geleceği de işaret ediyordu.
Fakat küresel aklın darbesi ile ümitlerimiz başka bir bahara kaldı.
Ancak bu arada bu sosyal psikolojiyi iğfal ve iğdiş edecek olan potansiyel, bir kısım mafya, medya, istihbarat ve cemaat dördülünde güya yüzyıllık İslâmi muhalefetin rüzgârıyla yelkenlerini doldurdu ve ‘devlet’i bambaşka rotalara sürüklemeye başladı.
Ne kadar masumdu başlangıçtaki talepler!
‘Başörtüsünü özgürlük!’
‘İmamhatiplilerin yüksek okul hakları…’
İnsan Hakları, hukukun üstünlüğü, meşruiyet, demokrasi…
‘Hak, hukuk, adalet’ arayışları sonunda düzenin evrilmesini ve olduğu gibi devlet çarkının FETÖ gibi küresel aklın tayin ettiği modern(!) İslâmi cemaatin eline geçmesine sebep oldu.
Yargı, siyaset, iş dünyası, medya, istihbarat, bürokrasi handiyse ne var ne yok -turizm dahil- FETÖ’nün oldu.
“Ne istediler de vermedik?”
‘Parsel parsel eyledik büyükşehirleri onlar adına…’ gibi lakırdılar bu dönemin ardından gelen günah çıkarmalara en acıklı örneklerdir.
Parsel parsel dağıtanlar, devlet çarkını bu en masum yüzlü katil yapıya terk edenler iki gün süren bir vicdan muhasebesi yaptılar ya da yapmadılar bu sefer “devlet çarkı boşluk tanımaz” kandırmacasıyla yeni tarikat, cemaat ve güç merkezlerine yani mafya yapılanmalarına spontane bir ortaklık verdiler.
Çakma mafya çakma siyasilerle iş tutup çakma partilerin idaresini ele geçirdi.
Sedat Peker’i ‘youtube’ fenomeni yapan iddialarından anlaşıldığı kadarıyla şimdi kanlı bıçaklı olanlar bir vakitler derin ortaklıklar kurmuşlar.
Tansu Çiller’in gökten zembille DYP gibi bir partinin başına getirilmesi de böyle bir operasyondu. İki üç mafya artığı ile iki üç bezirgan politikacı bir araya gelip istedikleri partilerin kongrelerine egemen olabiliyorlar.
Bunu Hasan Celal Güzel’in ANAP genel başkanlığına adaylığında bizzat yaşadım. Hasan abi Selim Sırrı’daki kongre salonuna bile yan kapıdan girebildi. O zamanki Ankara Emniyet Müdür Ağar, Semra Özal’ın direktifiyle partinin kongresini idare etti resmen.
Eskiden mafya havası atan ve bir takım gençleri kandırarak Çukur filminin amatör çekimini yapmaya özenenler emniyet müdürü arkalarıyla birlikte hareket ederlerdi. Ankara Emniyet Müdürü İstanbul’a tayin olursa hoop mafyası da tayin olurdu. Bir bakmışsın İstanbul’daki bebeler Ankara’ya, Ankara’dakiler İstanbul’a zıplamış..
Sonra ne mi oldu?
İki merkez partisi kapışması, iki liderin değişmesine yol açtı. Tansu gitti Ağar geldi, Mesut gitti Erkan geldi.
Anap ile DYP ittifak yapsın diye öteden beri süregelen halkın beklentisi, Erkan Mumcu’nun olağanüstü gayreti ile hitama kavuştu. Akparti henüz emekleme çağındaydı. Fetö tam bu demde devreye girdi ve yeraltındaki gücünün mafyadan bile üstün olduğunu kanıtladı. Yargı, polis, istihbarat, bürokrasi, asker meğerse cemaatin eline çoktan geçmişti. Bunu en iyi kavrayan Ağar ve arkadaşı oldu. ABD’den gelen sinyali çok iyi kavradılar. Bugün bile hâlâ Silivre’de yatacak olanlar şimdi ya bir siyasi partinin en tepesinde, ya marinalarda Sedat Peker’in iddialarında yer aldığı biçimde adını bilmediğim şeylerin trafiğini yönetiyorlarsa bunda o büyük kavrayışın olumlu etkisi var. Tabii kendi açılarından…
O ittifak bozuldu ve yeni iktidarın önü açıldı. Masum millet ise yepyeni bir ümidin peşine takıldı.
Oysa bilmiyordu ki, derinlerde bir takım hesapların eseridir her şey…
Evet Yıkılsın Düzen! Bu çakma düzen!
Bu düzen yıkılmazsa bu devlet, ‘devlet-i ebed müddet’ olamaz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *