Bizim burada tartışacağımız esas mesele tabii ki demokrasi kavramı olmayacaktır. Mesele böylesi bir darbenin neden varolduğu, hangi gereksinimle ortaya çıktığıdır.
Bugün günlerden 28 Şubat. Türkiye tarihine post-modern darbe olarak geçen ilk darbedir. Yıllar sonra 28 şubat anıldığında gazete başlıklarında “demokrasiye vurulan darbe” büyük puntolarla yer alır. Demokrasi nasıl bir şeydir ki darbeler onu örselemiş olsun! Bizim burada tartışacağımız esas mesele tabii ki demokrasi kavramı olmayacaktır. Mesele böylesi bir darbenin neden varolduğu, hangi gereksinimle ortaya çıktığıdır.
Malumdur ki 1991 yılında Rusya’nın “Glastnost” ilanı ile birlikte ABD ve Batı için komünizm tehlikesi kalkmış ve yerini yeni düşman olan “İslam” almıştır. Komünizme karşı bir blok oluşturmak için 1980 darbesinden sonra İslamcılığın önü açılmış ve bir çok İslami eserler (başta Seyyid Kutup, Mevdudi, Ali Şeriati, Hasan El Benna vs yazarların eserleri) tercüme edilerek fikri bir zemin oluşmasına müsaade edilmişti. 1983 yılında Ali Türkmen başkanlığında Milli Selamet partisinin görüşlerini benimsediğini ilan ederek Refah Partisi kuruldu. Erbakan siyasi yasaklı olduğu için partinin başına 1987 yılında geçebildi. Siyasi kulvarda da İslamcıların gazını alacak ve müslümanları sisteme entegre edecek parti de böylece yedekte tutulmuş oldu.
1991 yılında Sovyetlerin dağılması ve Glastnost ilanı ile komünizm tehlikesi ABD ve Batı için kalkmış olduğundan ABD’nin ve Batı’nın yeni bir düşman yaratması gerekiyordu ki o da kuşkusuz İslam’dan başkası olamazdı. Hedefe İslam düşman olarak konmuştu lakin bu düşmana karşın mücadele yöntemi farklı olmalıydı. O zamanlarda CIA başı olan Graham Fuller’in farklı bir tezi vardı. Halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu ülkelerde idari yönetimi İslamcı olan partilere vermek en doğru yoldu. Zira böylelikle iktidarla tanışmış olan İslamcı partiler makam ve para karşısında duruşunu yitirecek ve “demokratik sürece” kolayca evrilebilecekti. Sadece İslamcı partiler mi? Elbette değil. Aynı zamanda onların ardı sıra giden kalabalıklar da aynı süreci yaşayacaklardı.
Nitekim Türkiye’de yerel seçimlerde Refah Partisi’nin belediyecilikle başlayan yükselişi 1996 yılında iktidarın büyük ortağı olarak genel seçimleri de önde tamamlamasına sebep oldu. Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi koalisyon kurdu ve Erbakan ilk yıl başbakan olarak hükümeti kurdu. Erbakan, ilk yıl içinde ekonomik alanda gerçekten kayda değer işler yaptı. Mesela cumhuriyet tarihinde ilk defa denk bütçe Erbakan zamanında yapılabildi. 1996 yılının öncesi ve sonrasında bütçe her zaman açık vermiştir. Ekonomik alanda her kesim için bir rahatlama ve bolluk evresi başlamıştır ki bu durum fincancı katırlarını ürkütmüş olmalı ki yeni bir darbe planı yapılmaya başlandı. Gazeteler, dergiler, kanaat önderleri vs. hepsi ama hepsi hükümet aleyhine ardı ardına açıklamalar yapmaya başladılar. Ankara Sincan’da “demokrasiye balans ayarı” eşliğinde tanklar yürütüldü, Gölcük’te yüksek rütbeli subaylar irtica konusunu tartıştı derken 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu olağanüstü toplanarak tam dokuz saatlik oturumun ardından bir dizi sözümona tavsiye ama esasında buyruklar yayınladı. Erbakan istifa etti ve 54. hükümet de dağılmış oldu.
İşin esasında ABD ve Batı’nın tam da istediği oldu. İyi polis ve kötü polisi oynamanın tam zamanıydı ama yeni bir kahraman yaratılmalıydı. Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı yaptığı bir dönemde okuduğu bir şiirden dolayı ki şiir Mustafa Kemal’in fikir babam dediği Ziya Gökalp’e ait olmasına rağmen hakkında dava açılarak tutuklanmasına sebep oldu. Pınarhisar cezaevinde bir müddet yatan Erdoğan, toplumun nezdinde yeni bir kahramana dünüştü ya da dönüştürüldü. Tabii ki 28 Şubat sonrası dini kesime yapılan baskılar arttı, binlerce insan sebepsiz yere tutuklandı, üniversitelerde başörtüsü yasaklandı. Beyaz yürüyüş eylemleri tüm ülke sathına dağıldı. Protestolar arttı ama diğer yandan devlet olabildiğince zalimleşerek adı islamla anılan (Fethullah Gülen ve ekibi hariç tutularak) dernek, yapı, şirket vs. ne varsa hepsinin üstüne gitti. Böylesi bir nefret ortamında herkes inancına sıkıca tutunmayı başarabildi. Lakin oyun henüz bitmemişti. Mağdur edebiyatı üzerinden yaratılan kahramanlık kendini hemen ortaya çıkardı. Erdoğan ve ekibi ABD ile parti kurulmadan önce bir dizi görüşmelerden sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu.
AK Parti’nin kuruluşu tüm halk kesimince büyük bir teveccühle karşılandı. Parti daha ilk seçimlerinde büyük bir oy potansiyeli ile meclise girdi. O yıl mecliste yalnızca CHP ve AKP vardı. Diğer partiler 28 Şubat sürecinde göstermiş olduğu tavırlar neticesinde halk tarafından cezalandırılmıştı ve meclis dışı bırakılmıştı. Artık Graham Fuller’in tezi yeniden hayat bulmuş ama bu sefer Erbakan örneği gibi olmayacaktı. İslamcı olarak addedilen parti Erbakan gibi ilk ziyaretini İslam ülkelerine değil Batı’ya yapacaktı ve yönünü, istikametini kapitalist Batı’ya çevirerek kendi yerini orada tayin edecekti. Yazgısı başından belli olan siyasi hareket Batı’yla bütünleşmek adına İslami ne kadar değer varsa hepsinden soyunacak ve Batı’nın gömleğini giyecekti. Beraberinde kendisini destekleyen ne kadar yığın varsa hepsi de Batıcılaşacak aynı zamanda düşmanına benzeyerek Kemalistleşeceklerdi.
28 Şubat süreci görüldü ki bugünün siyasetini inşa edebilmek için gerekli bir adımmış. 1980’li yıllardan itibaren yükselen İslami hareketin aslında ne kadar temelsiz olduğunu da göstermesi açısından önemlidir. Geçmişte İslamcılıkla anılan bir çok yapı ve grup bugün partinin arka bahçesi olup çıkmışlardır. Müslümanların makam, para ve şöhretle imtihanı oldukça kötü geçmiştir.
Bugün yaşananlara baktığımızda 28 Şubat’a rahmet okutacak cinstendir. Dün adalet sisteminin doğru çalışmadığından yakınanlar bugün o adalet terazisini ellerine aldıklarında aynı adaletsizliği ve ilkesizliği devam ettirmektedirler. Dünün mağdurları bugünün mağrurları olmuşlardır. Tevhidi düşünen ve istikametini dosdoğru tutan kesim için değişen bir şey yoktur çünkü nasıl ki 28 Şubat 1997’de devlet Kemalist ve seküler ise bugün de devlet yine Kemalist ve seküler olarak varlığına devam etmektedir. Dün 28 Şubat ve öncesinde müslümanlar olarak nasıl bakıyorsak bugün de bakışımız temelde aynıdır.
İstikametini koruyanlara selam olsun.
(Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *