Konuşmanın susmadan daha değerli olduğu zamanlar vardır. Tıpkı şimdiki zamanlar gibi. İnsanlar bir kötülüğü yaymamak için susabilirler. Ama bir kötülüğe engel olmak için değil.
Sessiz yığınlar inşa ederek varlığına devam eden bir ülke olmayı çok seviyoruz. Sessizlik kimseyi rahatsız etmiyor. Herkes birbirini bir şeylerle suçlamaya devam ediyor. Evlatlar ölüyor, kadınların namusları üzerinden siyaset yapılıyor, gençlik uyuşturucu satıcılarının pazarı haline geliyor, sanal alem çocukların zihinlerini işgal ediyor, eğitim bir endüstriye dönüşüyor ve çocuklar birer mamül madde muamelesi görüyor ama herkes susmayı tercih ediyor. Esnafı, memuru, işçisi toplumun neredeyse tamamı geçim sıkıntısından bahsediyor ve zamlara yetişemediklerini olabildiğince kısık seslerle fısıldıyorlar. Korona tedbirleri kapsamında lokantalara, çay ocaklarına sosyal mesafe şartıyla dahi izin verilmezken lebaleb dolu kongreleri eleştirenler hedef tahtasına oturtuluyor ve kimse senin yaptığın ayıptır demiyor, diyemiyor. Susmayı seviyoruz ya da susmaya mecbur ediliyoruz. İki sebepten hangi biri sebebiyle susuyorsak iyi şeyler yapmadığımızı bilelim.
Konuşmanın susmadan daha değerli olduğu zamanlar vardır. Tıpkı şimdiki zamanlar gibi. İnsanlar bir kötülüğü yaymamak için susabilirler. Ama bir kötülüğe engel olmak için değil. Ömer’in dediği gibi: “Bizde bir hata gördüğünüzde bizi uyarmazsanız sizde; uyardığınızda sizi dinlemezsek bizde hayır yoktur.” Susarak bir hayırdan noksan kalmamak için konuşan bir nesil olmak zorundayız. Allah’a doğru bir hesap verebilmek için sesini yükselten bir nesil olmak zorundayız. Çünkü bunu bizden sonraki nesillere borçluyuz. Sükut ikrardandır demişler eskiler. Eğer içinde yaşadığımız dünyada bir kötülük alenen yapılıyor da insanlar susuyorsa o kötülüğü kabul ediyorlar demektir. Böylece o kötülükten bir pay sahibi olmayı susanlar kabul ediyor demektir. İyilikler de kötülükler de bulaşıcıdır. İnsan odur ki iyiliğin yaygınlaşması için seferber olur. Konuşarak, eyleyerek iyiliğin taşıyıcısı olur insan.
Çivisi çıkmış bir dünyada susmak kime ne fayda getirir diye düşünmek lazım. Küresel şirketler küçük çapta yerel işletmeleri yutmakta, yöneticiler ülke kaynaklarını yerli yahut yabancı şirketlere rant karşılığı peşkeş çekmekte, insanlardan alınan vergiler zenginleri daha çok semizleştirmek için harcanmakta, gençlerin geleceğe dair umutları tırpanlanmakta, kısa yoldan para kazanma akıllılık, üretim odaklı olmak ise enayilik olmakta ve liste uzayıp gitmektedir. İnsanlar kendi evlatlarının yeteneklerinin bir torpil olmadıkça değer görmeyeceğini bilmekte ama yine de susmayı tercih etmektedir. Tüm köşe başları haramilerce tutulmuş olsa bile konuşmak derdimize deva olacak şeydir. Biz buradayız ve her şeyi görüyoruz diyen varlık bilincine sahip bireyler olmak zorundayız. Kimseye yaltaklanmadan ve kimseden bir şey talep etmeden yalnzca Allah için hakikatin yanında olduğumuzu bildiren bir duruşla konuşmak, haykırmak zorundayız. Keçecizade İzzet Molla’nın; “Meşhurdur ki fısk ile olmaz cihan harap/Eyler onu müdahane-i aliman harap” yani “Herkes bilir ki cihan fitne fesat ile harap olmaz. Onu bilginlerin dalkavukluğu harap eder.” bu beyitini unutmamak lazım. Zira önüne atılan üç beş kemikle siftinmeyi kendilerine şan sanan entelektüel dalkavukların yapılan onca zulümlere itiraz etmeyip aksine alkış çalmaları tarihe kara leke olarak geçecektir. Unutulmamalıdır ki bu dünya oyun ve eğlenceden ibaret olan bir yerdir ve esas hesap ahiret gününde Allah’ın soracağı hesaptır. Hayat, inanan ve salih amel işleyenlerin dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyunsa eğer bu oyunda susmamak kişinin kârınadır.
Şeytan, insanı fakirlikle korkutup ona çirkin işler yapmasını emreder diyor Allah. İnsan elindekinin de alınacağından korkarak susmayı tercih ediyor. Oysa ekmeği elinden alınan birinin kılıç kullanmamasına şaşan Ebu Zerler ve zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyiniz yok diyen Marx’lar haykırmaktan sözediyorlar insanlığa. Zira vicdan öyle bir şeydir ki dil sussa o razı gelmez yapılanlara. İnsana edebiyle konuşmak ve edebince anlatmak lazım hakikatleri. Allah da insanları hidayete erdirmek ve adaleti bu şekilde tesis etmek için kitaplarını ve onu insana ulaştıracak resulleri göndermedi mi? Resuller nice Nemrut ve Firavunların karşısında zulmü teşhir edip hakikate davet etmedi mi? Hangi gönderilen resul zulümler karşısında susmuş yahut hangi resul zulmün karşısında kavmine susmayı ve rıza göstermeyi öğütlemiş? Kendini İslam’a nispet etmiş her bir birey bir kötülükle karşı karşıya kaldığında kötülüğü önce eliyle düzeltmeye gayret eder, gücü yetmezse diliyle yanlış olduğunu ifade eder, o da mümkün olmadığında kalbiyle buğzeder ki kalbiyle buğzetmek imanın en zayıf noktası olarak bilinir. Bizler hayırlı bir iş ve amaç dışında susmayı kabullenecek bir inanca sahip değiliz. Zira resullerden daveti, tebliği emanet almış bir nesiliz. Yalnızca hayırlı bir iş için susar ve hayırlı bir iş için konuşuruz. Sesimizi yükseltmeye ihtiyacımız olduğunda tiranların, oligarkların, monarkların ne keyfi için ne de onlardan korktuğumuz için susamayız. Korkulmaya en layık olan Allah’tır ve O’na hesap verilecekse onun haram dediği ve yanlış dediği her şeye karşı müslümanların yanlış, doğru değildir bu deme mecburiyeti vardır. Aksi takdirde saflarını değiştirenlerden oluruz. Sözün en güzelini söyleyip ona uymak yalnızca müslümanlara has bir durumdur ki selam onların üzerinedir.
(Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *