Trabzon Meselesi olarak bilinen ve Ankara’yı hayli tedirgin eden hadisede kurbanlar ne hafiye ne de hain olarak görülenlerdi; onların tek günahı Enver Paşacı olmalarıydı.
Av. İsmail Küçükkılınç / Star-Açık Görüş
Tahirü’l-Mevlevi beyanname esnasında Cemiyet üyesiyken beraat etmiş, Seydişehirli Hasan Fehmi ise anlaşılan lehte oy kullanmasına rağmen üç sene sürgün cezası almıştır. Kısaca Atıf Efendi’nin idamı ile Yunan uçaklarından atılan cemiyet beyannamesi arasında bağ yoktur. Sekter Kemalistler, İstiklal Mahkemelerinin yüzkarası kararlarının ağırlığı altında ezildikçe yalana müracaat ediyor, yalanları yüzlerine vurulunca da daha başka yalanlar arıyor ve komik duruma düşüyorlar.
İttihadçılar komitacılığı bilindik usulde, tabanca ile yaparlardı. Ancak 1922-1926 yılları arasında silah yanında yeni bir türe şahit olduk: “Mahkeme hükmü/kararı şeklinde yapılan komitacılık”.
İttihadçı komitacılığında hem fedaîlerin rütbeli-amir olmamasına dikkat edilir hem de –elbette mazur görülemez- esasen ya hafiye ya da hain görülenler hedef alınırdı. Ancak Trabzon Meselesi olarak bilinen ve Ankara’yı hayli tedirgin eden hadisede kurbanlar ne hafiye ne de hain olarak görülenlerdi; onların tek günahı Enver Paşacı olmalarıydı.
Millî Mücadele’nin 1919-22 ayağında Trabzon’un Enver Paşacılığı, Müdafaa-i Hukuk Merkezi’nin İttihadçıların hâkimiyetinde bulunması, tesir ve ağırlığı yüksek Kayıkçılar Kâhyası Yahya’nın Enver Paşa’ya bağlılığı, Ali Şükrü Bey’in bunların I. Meclis’teki sesi olması Ankara için tedirginlik sebebiydi.
Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’in de bilgisiyle Trabzon’un Enver Paşa ile bağlantısını koparmak için şehirdeki 13. Fırka’ya Ekim 1921’de kumandan olarak Sami Sabit Karaman’ı atadı. İttihadçılar, Sami Sabit’in şehre geldiği Kasım ayında “Yaşasın Serdar Enver Paşa” sloganıyla fırka karargâhının önünden geçip gövde gösterisi yapacak kadar kuvvetliyken kısa bir süre sonra bu kumandanın zulmüne maruz kalıp mağlup oldular. Envercilerin ve Yahya Kâhya’nın hamisi olan Trabzon mebusları Ali Şükrü Bey ve Hafız Mehmed’in gayretleri ise semeresiz kaldı. Garip olansa Ankara Hükümeti ve Karabekir’in bel bağladığı vali ve kumandanın İttihadçılarla mücadelede şehrin Hürriyet ve İtilafçıları ile işbirliği yapmalarıydı.
Devlet geleneğimizdeki leke
Yahya Kâhya’nın 3 Temmuz 1922’de katli devlet geleneğimiz için büyük bir lekedir. Çünkü onu pusu kurarak öldüren Meclis Muhafız Taburu Kumandanı İsmail Hakkı Tekçe, suikastı kolaylaştıran da Sami Sabit Bey’di. Her ikisi de temsil ağırlığı olan kumandandır. Katilin kimliği uzun müddet gizli kalmıştır.
Tekçe, Günaydın gazetesinin 4 Aralık 1977 tarihli nüshasında “İttihatçıların adamı Trabzonlu Yahya’nın hesabını görmek bana düşmüştü” ve “Enver Paşa, Anadolu’ya gelip idareye el koymak amacındaydı” başlıklarıyla yayınlanan hatıratında şöyle der: “Tümen komutanı, Trabzon’a hâkim olarak sükûnu sağladıktan sonra Kâhya’yı tutuklayarak Sivas’a göndermiş, fakat türlü tesirler altında serbest bırakılmış, tekrar Trabzon’a dönmüştü. Bir süre burada uslu uslu duran Kâhya, yeniden eski oyunlara kalkınca, Giresunlu Osman Ağa’nın iki fedaisini yanıma alarak onun da hesabının görülmesi bana düştü. Trabzon’a ani gelişim Tümen komutanını şaşırtmıştı. Beni çağırarak ne için geldiğimi sordular. ‘Biraz deniz havası almak, eski birliğimle ilişiğimi kesmek üzere geldiğimi’ söyledim. İnanır göründüler. Ben ise Yahya Kâhya’yı inceliyor ve takip ediyordum. Adamlarım Polathane’de benim talimatımı bekliyorlardı. Nihayet Soğuksu’ya gidip geldiğini tespit ederek adamlarımla pusu kurup işini bitirdik. Sami Sabit Bey, yayınladığı küçük eserinde adımı vermeyerek bir üsteğmen ve iki Giresunlu’dan bahseder, olaydan sonra ortadan kaybolmamıza hayret ettiğini açıklar.”
Kâhya Yahya’dan sonra sıra -İttihadçılığı muhafazakârlarca pek bilinmeyen- Ali Şükrü Bey’deydi. Topal Osman, Ali Şükrü Bey’i katletmiş, bu defa katledilme sırası işi biten Topal Osman’a gelmiştir. Tekçe hatıratında Mustafa Kemal’in kendisini çağırıp “ölü veya diri, behemahal Topal Osman’ı hükümete teslim edeceksin!” dediğini yazar. Paşalara dahi ürperti veren Tekçe, Topal Osman’ı hükümete ölü olarak teslim etmiştir.
Her şeye rağmen Ankara, 1922-1926 arasında tasfiye için “silah”a nadiren müracaat etmiş ancak yeni bir icada imza atmıştır: “Mahkeme hükmü/kararı suretinde komitacılık”. Eski efendilerinin hükmünün kalmadığını gören bazı ikinci sınıf İttihadçı komitacılar, yeni rejime biat-itaat ederek eskiden silah ile yaptıkları şeyi bu defa mahkeme hükmü ile yaptılar. Mebus, muhafız ve yargıç olarak ziyadesiyle kullanışlıydılar ve “Ankara silahşorları” arasındaydılar. Üstelik geçmişlerini unutturmak ve yeni rejime biat-itaatte samimiyetlerini ispat için, yeni bir mühtedînin eski dindaşlarına gösterdiği acımasızlığa bedel bir iştiyak ve adanmışlıkla o an karşılarına sanık olarak bir dönem adeta taabbüdane tazimde bulundukları Talat ve Enver değil, babaları dahi gelse gözlerini kırpmadan idam kararı verirlerdi.
Yüzkarası kararlar
İskilipli Mehmed Atıf Efendi’nin idamını anlamak için bu komitacı-yargıçların İzmir Suikastı davasında eski arkadaşlarına mesela İttihadçı fedaîlerin en ustası Ayntaplı Abdülkadir’e ne yaptıklarına bakmak yeter. Kurt Kanunu’nda hayali, hakikatmiş gibi pazarlayan Kemal Tahir’in İzmir Suikastı’na kattığı Abdülkadir, sınıf arkadaşı İsmet İnönü’nün “Tertip ondan gelseydi bu işi mutlaka bitirirdi” tespitinden de anlaşılacağı üzere masumdu ve onun idamının esas sebebi ifadesinde de söylediği veçhile Ankara Valisi olduğu esnada Ali Şükrü cinayetini araştırırken başka yerleri işaret eder gibi bir tavır takındığı ithamıydı.
Şimdi İskilipli’ye gelebiliriz.
Sekter Kemalistler, İstiklal Mahkemelerinin yüzkarası kararlarının ağırlığı altında ezildikçe yalana müracaat ediyor, yalanları yüzlerine vurulunca da daha başka yalanlar arıyor ve komik duruma düşüyorlar.
İstiklal Mahkemeleri hem kuraldan hem de ahlaktan mahrumdu. Orada hukuk cari olmadığı için savcının beraat ya da hafif ceza istediği biri rahatlıkla idama mahkûm edilebilirdi. Müdafaa haklarına saygı gösterilmez, sanıklara küstahça davranılırdı. Mesela İzmir Suikastı davasında Kara Kemal’e iftira atan bu yargıç bozuntuları kısa bir zaman önce onun kapısında beklemeyi şeref addedecek tıynette yaratıklardı. Zekâsının ve bilgisinin zekâtından mahrum oldukları Cavid Bey’e yaptıkları ise o yargıç kılıklı tetikçilerin hiçbir insanî hisse ve haslete sahip olmadıklarını da gösteriyordu.
Ancak İstiklal Mahkemesi savcısı bir sanık için idam değil, 10-15 sene hapis istiyor, onun geçmiş hatalarına işaret edip “şüphesiz ki bütün bunlar maziye karışmış şeyler. Hepsi milletin vicdanında affa mazhar olmuş şeylerdir” diyor ve “Yunan tayyarelerinden beyanname atılması” gibi şeylerin sadece bir sanığın “şahsiyetini gözler önüne sermek bakımından çok kıymetli ve çok mühim” olduğunu ifade zarureti duyuyor, mahkeme de idam kararı veriyorsa burada sadece bir kuralsızlık değil aynı zamanda bir ahlaksızlık da var demektir.
İstanbul’da Aralık 1925’te, nezarette “Ermeni Mihran’ın şapka meselesinden dolayı taht-ı nezarete alınışı çok garip bir şey!” diyerek ironi yapan Mihran Efendi başta çoğu kimse İskilipli Atıf Efendi’nin Frenk Mukallidliği ve Şapka risalesi sebebiyle gözaltına alınmıştır. Çünkü Anadolu’nun birçok yerinde şapka isyanları çıkmıştır.
Giresun ve Rize’de çıkan şapka aleyhtarı isyanların tahrikçisi ve teşvikçisi olarak Giresun’a götürülen, oradaki isyanın elebaşı Muharrem’i tanımadığı anlaşılan, İstanbul’a getirilen ve tutukluğu devam eden Atıf Efendi, getirildiği Ankara’da Tahirü’l-Mevlevî’ye safça “Kefeni yırttık. Bereket versin ki Muharrem ile tanışmıyorduk” demiş hatta ifadesinden sonra Teali-i İslam Cemiyeti’nin Anadolu’ya hiçbir beyanname göndermediğine heyetin ikna olduğunu, risaleyi de şapka kanunundan 1,5 sene evvel bastırdığını ve beraat edeceğini söylemiş ancak mahkeme kararı suretindeki komitacılığın kurbanı olmuştur. Atıf Efendi’nin menhus ve mel’un beyannamenin dağıtımına karşı çıktığını, mühürletmediğini Tahirü’l-Mevlevî’nin beyanına göre Kel Ali de kabul etmiş ancak onun Darü’l-Hikme azası olamadığı için buna karşı çıktığını söylemiştir.
Beyanname ile ilgisi yok
Şimdi madde madde gidebiliriz.
1-İskilipli mezkûr risaleyi yazmak ve muhtelif yerlere göndermekle halkı isyana teşvik ettiği iddiasıyla İstanbul’da 7 Aralık 1925’te tevkif edilmiştir.
2-Giresun isyanı sebebiyle evvela burada yargılanmış, mahkeme 18 Aralık 1925’te sanıklara idam, hapis, beraat kararı vermiş ve “Bu cürümden tevkif edilip İstanbul’daki diğer bir cürümle alakası olduğu anlaşılan Atıf Efendi hakkındaki davanın tefrikiyle kendisinin İstanbul’a gönderilmesine müttefikan karar verildi” demiştir.
3-İskilipli, İstanbul’da şapka sebebiyle tutuklu olanlarla Ankara’ya gönderilmiştir. Duruşmada Mahkeme Reisi Kel Ali, İskilipli’ye Rize’ye risalesini gönderdiğini, isyan ile bu risale arasında bağ olduğunu ve “BU SEBEPLE DAVAYA DAHİL EDİLDİĞİ”ni söyler. Yani 1920 Ağustos ayında Yunan uçaklarının attığı beyanname ve ihanet sebebiyle sanık değildir. Atıf Hoca da ısrarla şapka kanunundan sonra mezkûr kitabını satmadığını, hiçbir yere göndermediğini fatura kayıtlarıyla ispata çalışır.
4-Mahkeme, Atıf Hoca’nın Şapka İsyanı esnasında isyan bölgelerine risaleyi göndermediğini zımnen kabul etmiş olmalı ki bu defa da kitabın yayınlandığı ve dağıtıldığı tarihin Doğu’da isyanın çıkacağı günler olduğunu, bunda gizli bir niyet bulunduğunu söyler. Atıf Hoca da risaleyi oraya hiç göndermediğini söyler.
5-Mahkemenin Mustafa Sabri Efendi ile birlikte hareket ettiği ve mezkûr beyannameyi dağıttığı ithamını da Atıf Hoca reddetmiş, kendisine “belge göster” denmiş, o da “belgeyi arz ediyorum. Vakit Gazetesi’nin 1034’üncü nüshasında tekzipnamem duruyor” demiştir. 25 Ekim 1920 tarihli tekzip şöyledir:[Yunan Tayyarelerinin Attıkları Beyannameler. Teali İslam Cemiyetinden: “Vakit gazetesinin 1032 numaralı nüshasında ‘Teali İslam Cemiyetinin Beyannameleri’ unvanlı bir fıkra gördük. Cemiyetimizin teessüsünden beri vuku bulan neşriyatının mühr-i resmî ile tahtîmi(mühürlenmesi) müttehaz usul cümlesinden olmakla mühr-i resmi ile mahtum[mühürlü]olmayan neşriyatın Teali-i İslam Cemiyetine taalluku (alakası) bulunmadığı ve cemiyetin İstanbul gazetelerinde münteşir(yayınlanmış) beyannamelerinden maada (başka) risale şeklinde ve suver-i sairede (başka şekilde) hiçbir beyanname neşretmemiş olduğu beyan olunur”. Yunan uçaklarından Milli Mücadele aleyhtarı beyanname atıldığı haberiyse aynı gazetenin 23 Ekim 1920 tarihli nüshasındadır.
6- Neticede idam kararı verilmiştir. Kararda: “Hoca Atıf Efendi’nin ilerlemeye mani olmak ve halkı isyan ve irticaya cesaretlendirmek için bu risaleyi 1924’te yayınlayıp farklı yerlere gönderdiği, ancak devletin risalenin dağıtımını yasaklayıp el koymasına rağmen yeniden neşr ve tevzi ettiği, isyan bölgelerinde gizlice okutturulduğu ve şapka kanunundan sonra aleyhe propaganda yapanlarda bulunduğu, halkı iğfal ve irticayı teşvik için Anadolu’nun içlerine ve bilhassa vilayât-ı şarkiyeye bedelsiz gönderildiği, böylece isyanların zuhurunda amil ve yegane tahrikçi olduğu ve Atıf Efendi geçmişi itibarıyla da 31 Mart’ta ve Mahmud Şevket Paşa’nın katlinde alakadar olup tecziye ve Sinob’a nefy (sürgün) edildiği, milli mücadelenin zor anlarında işgal ordusuna karşı konulmaması için reisi olduğu Cemiyet namına tanzim ettirdiği beyannameleri sonradan aldığı inkar tertibâtına rağmen Yunan uçaklarından Anadolu köylerine attırdığı ve yenilik ve cumhuriyete karşı fırsat kollayan daimi bir düşman halini aldığı, son isyanda maddeten-manen alakalı olduğu ispatlandığı…için…Ceza Kanununa göre Anayasayı tağyire…cebren teşebbüs ettiğinden salben idamı” yazılıdır. İskilipli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’ndan mahkûm edilmemiştir.
7-Yunan uçaklarından cemiyet beyannamesinin atılması ise şöyledir: Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi bu beyannameyi bastırmış, bunu öğrenen İskilipli, Tahirü’l-Mevlevi’yi bilgilendirmiş, ikisi Sabri Efendi’ye gidip bu durumdan haberlerinin olmadığını söylemiş, Sabri Efendi de beyannamenin tesiri için bir ilim cemiyetinin mührünü taşımasını uygun gördüğü cevabını vermiş, iki ismin itirazı üzerine oylama yapılmış, 10 üyenin oyları eşit çıkmış ancak İskilipli Atıf reis olduğu ve hayır dediği için beyannamenin mühürlenmesi reddedilmiş ancak Şeyhülislam da bildiğini yapmıştır. Tahirü’l-Mevlevi beyanname esnasında Cemiyet üyesiyken beraat etmiş, Seydişehirli Hasan Fehmi ise anlaşılan lehte oy kullanmasına rağmen üç sene sürgün cezası almıştır. Kısaca Atıf Efendi’nin idamı ile beyanname arasında bağ yoktur.
Son olarak, İskilipli Atıf Efendi’ye verilen idam cezasının haksız, ahlaksız, yüz kızartıcı bir karar, bir zulüm olduğunu söylemek onunla aynı safta olmak demek değildir.
İskilipli Atıf’ın Yunan tayyarelerinin attığı beyannameler hakkındaki tekzipnamesi. (Vakit, 25 Teşrinievvel 1336/25 Ekim 1920, Nu: 1034, s. 3.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *