İktibas YouTube kanalında Salı akşamı gerçekleştirilen canlı yayında Prof. Dr. İhsan Toker, Türkiye’den dinin anlaşılmasında öne çıkan sorunlara dikkat çekti.
İktibas Dergisi Youtube kanalında ikincisi gerçekleştirilen canlı yayınında konuk Prof. Dr. İhsan Toker oldu. Salı akşamı saat 20.00’de başlayan programın moderatörlüğünü Mustafa Bozacıoğlu gerçekleştirdi.
“Türkiye’de dinin anlaşılma sorunu” başlığı altında yaklaşık bir saat süren sunumunda İhsan Toker’in konuşmasından satırbaşları şöyle:
– Böyle konuların mutlaka konuşulması gerekiyor. Malum popülerleştirici bir çağda, yüzeysel, sathi bir çağda yaşıyoruz, en önemlisi de bir hız çağında yaşıyoruz. hız çağında yaşamanın getirdiği bir maliyet var. Burada da izleyecek olanların belli bir seçicilik profiline sahip olduğuna inanıyorum, bunu var sayıyorum. Geçmişteki tecrübelerimiz de bu şekilde. Onun için de, buradaki aktarımımda bu profilin verdiği rahatlıkla davranacağımı da beyan etmeliyim.
– Burada kim olarak konuşuyoruz, bu çok önemli. Ben şahsen her şeyden önce müslümanım, elhamdülillah. Ben müslümanlıktan başka bir etiketi de kabullenmek istemiyorum. Buna en yakın İslamcılık etiketi verilebilir, ama İslamcılık etiketini bile ben çok tahkir edici buluyorum şahsen. Çünkü müslümanlık yetmiyor, artı bir şey var. Ben bunu kendimi ifade etmek için söylüyorum. Bir de sosyal bilimci kimliğimle konuşmak durumundayım. Bunun getirdiği kuramsal, teorik ya da gözlemlemeye dayanarak elde edilen verilere dayanan bir yaklaşım.
– Burada içerikten ziyade formlar ve ilişkiler üzerine değinmek istiyorum. Daha doğrusu bu içerikten de öte, bir takım “ilişkisellik” dediğimiz hususiyetler söz konusudur. “Türkiye’de dinin anlaşılması sorunu” başlığını neden önerdiğimize de değinelim. Türkiye’de din sorunu kadar, hatta dinin sorun olmasından öte, din sorununun anlaşılması sorunu var. Mesela bir başörtüsü krizi yaşıyoruz bu bir sorun, laiklik konusunda bir takım gelgitler yaşıyoruz bu bir sorun, İslam ve demokrasi ilişkisi, daha da ötede İslam siyaset ilişkisi konusunda bir takım ilişkisellikler içerisindeyiz, bu bir sorun. Peki ama bunun neresindeyiz?
– Din sorunu konusunda belli aktörel dağılımlar var. Türkiye’de din sorunu dediğimizde aklımıza neler gelecek? Bir kere resmi din eğitimi kurumları, mesela İmam Hatipler ve ilahiyatlar… Bu sorunun hem kendileri bir parçası, hem de bu sorunu formüle etme noktasındaki temsilcilerinden önde gelenler, dernekler ve fakültelerimiz itibariyle bu böyle. Diyanet teşkilatı bu konuda bir aktör. Tarikat ve cemaat adı altındaki yapılar bir aktör oluşturuyor. Garip gelecek ama, aslında bizim laik, seküler diye bildiğimiz, gayri dini diye bildiğimiz söylemler de bu sorunun bir parçası. Bu konudaki dinsel aktörler arasında yer alıyor.
– Türkiye’de din sorunundan bahsedebilmek için, her şeyden önce, Türkiye’de din konusunun, dinle ilgili konuların, karmaşık ve değişken bir ilişkiselliği sahip olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Türkiye’den din tezahürlerinin karmaşık ve değişken bir ilişkiselliğe tabi olması bu noktada söz konusu olacak. Artı, aşırı genellemelere maruz kalınabildiğini de kabul etmemiz gerekiyor.
– Mesela, Türkiye’de, genel olarak dinin, özel olarak da dinsel aktörlerin büyük bir çoğunluğunun modernlik realitesine aykırı olarak değerlendirilmeleri olayı ile karşı karşıyayız. Yani din dediğimiz zaman Türkiye’nin, Cumhuriyet öncesinde başlayan ve Cumhuriyet erken dönemlerinde yerleşen bir sosyalleşme özelliği olarak, din denildiği zaman çağdaşlığa aykırı, modernliğe aykırı, geleneksel ya da daha kötü tabiriyle mürteci, gerici, yobaz gibi isimlerle yaftalandığı bir dönemdir.
– Modernlik ile çağdaşlık arasında da bir takım ayrımlar yapmak zorundayız. Çünkü, çağdaşlık çok değer yüklü, din alerjisiyle koşullandırılmış bir kavram. Dolayısıyla, fabrika ayarı gereği, din dediği zaman kırmızı görmüş boğa gibi… Bu bilimsel falan değil, gayet ideolojik ve bizim aşina olduğumuz bir şey. Ben daha ılımlı bir tabir olarak modernliği kullanıyorum.
– Seküler aktörler nezdinde din, birey ile tanrı arasında kalması gereken vicdani bir meseledir. Bu din tanımı ne kadar Kur’an’a uyar, böyle bir kaygı yoktur. Bunların kullandığı, Batı’dan gelen şekliyle din kelimesinin Kur’an’daki din kavramı ile uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor. Bu kesimin, tarikat olayını kabul etmemesi karakteristik bir özelliği. İlahiyat aktörlerinin de, çağdaşçı seküler aktörler gibi, tarikat olayları noktasında, taraftar oldukları, yanlılık gösterdikleri, bunların güya modernlik öncesi yapılar oldukları, dine aykırı yapılar oldukları şeklinde, sosyolojik olmayan, -anti parantez şunu belirteyim, dine uygun oldukları görüntüsü vermek istemem ama- kendi hareket noktaları açısından diyorum, rasyonaliteyi öne çıkartan, akliliği öne çıkartan, tarikatları da, fabrika ayarı gereği irrasyonel kabul eden, var sayan bir durum söz konusu. Tarikatların, cemaatların, eldeki veriler itibariyle, modernlik dışında bir durum arz ettikleri şeklindeki kabullerin, sosyolojik hiçbir geçerliği olmadığı hususunun burada ısrarla altını çiziyorum.
– Türkiye’de, cumhuriyetin erken döneminde gelişmeleri açısından iki büyük cemaati var: Süleyman Hilmi Tunahan hareketi ile Said Nursi hareketi. Gerek kurucularına gerek kadrolarına baktığımızda, modernliğe aykırı, akla aykırı diyeceğimiz şeyler hususunda değerlendirmeler bulunuyorsa şayet, el insaf denilmesi gerekir.
– Dinsel hareketleri modernlik dışı olarak görmenin geçerli bir hususu yok. Gerek kurucularının profilleri itibariyle, gerekse sonradan organizasyonların durumu itibariyle baktığımızda oldukça esnek, rasyonel örgütlenme ilkelerine dikkat eden bir süreçle karşı karşı olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor.
– Mesela Kenan Rıfai bilinen bir simadır. Rıfailik olarak günümüze gelen etkileri vardır. Çağdaş kesimlerle irtibatlı kesimlerle, bunların daha nüfuzlu olduklarını bilen bilir. Kenan Rıfai’nin postnişin olduğu bir ortamda, Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte vaziyet alıyor. Tekke ve zaviyeler 1925’te kapatılıyor. Bundan birkaç yıl sonra şöyle bir anektod aktarılıyor: Kenan Rıfai’nin bulunduğu bir ortamda bir kişi sema yapmaya kalkıyor. Kenan Rıfai müdahale ediyor, biz devletimize saygılıyız, devletimiz bir işi yasakladıysa onun emirleri dışına çıkamayız.
– Mesela İskenderpaşa cemaatine baktığımızda yine, Ramuz el Ehadis geleneğinden gelen bir Gümüşhanevi geleneği var, ama bakıyorsunuz hareket sürekli dinamizm içerisinde, değişim içerisinde. Bakıyorsunuz hareket kritik, analitik düşünme platformu kurduğu bir safhaya geliyor. Oldukça modern vurguları olan bir başlığı gündeme getiriyor. Modern, şehirli, ilmi geleneğe sahip, bireyleri bu şekilde donatmaya gönüllü bir hareket karşısındayız.
– Şimdi sormak lazım, kim daha modern? Kendisini 1920’lerde, 30’larda addeden seküler akıl mı moderndir, yoksa bu bahsettiğim örneklerde cemaat ve tarikat olarak küçümsenen bunlar mı moderndir? Derdim, bunları anlatarak, zihnimizi açarak, Türkiye’de dinli ilgili sorunları konuşmamızın yolunu açmak.
– Akıl düşmanlığı iddiaları da aşırı genelleştirmeler arasındadır. Ehli sünnet düşmanlığı iddiası da -genelde ilahiyat çevrelerine yöneltilen-, Türkiye’de din sorununu oluşturan önemli ithamlardan bir tanesidir. Taciz ve tecavüz iddialarının din adına karşıt kesimlerce genelleştirilmesi de bir başka sorundur.
– Din sorununun anlaşılması noktasındaki en önemli sorunlardan bir tanesi de ‘güç ilişkilerinin’ sürekli devrede olmasıdır, siyasallıktır. Seküler aktörlerin de dinsel aktörler olarak kabul edilmesi gerektiği kanaatini taşıyorum. Laikliğin Türkiye’de yaşanması, Türkiye’de telaffuzu, hakimiyeti ile ilgili tüm vurgular dinseldir bence. Dolayısıyla, seküler aktörlerin de dahil olduğu dinsel aktörlerin en temel sorunlarından bir tanesi, güç ilişkileri içinde boğuluyor olmalarıdır.
– Osmanlı devleti patrimonyal bir devlettir, pederşahi, yani devletin baba konumunda olduğu ve ötekilerin de teba şeklinde olduğu bir yönetim biçiminden bahsedilir. Devlet bir baba gibi her şeye hükmeder, her şey devlette başlar, devlette biter. Osmanlı ortadan kalktıktan cumhuriyet ilan edildikten sonra şöyle bir mitoloji türeyiverdi: Tebadan yurttaşlığa. Şu an bile yurttaş değiliz tebayız. Bize bütün politikalar tepeden indi. İster seküler aktörler itibariyle, isterse bizler dinsel aktörler itibariyle, patrimonyal bir ilişki içerisindeyiz. Çok küçük istisnalar haricinde dinsel aktörler bu patrimonyal ilişkinin içerisindedir.
– Dinsel aktörler deyince en çok göze çarpan tarikatlar ve cemaatler, İkinci Dünya Savaşı sonrası konjonktürün de etkisiyle, düşük profil veren hareketler çoğalmışlardır. Ancak burada, Batıdaki gibi, devlet ile birey arasında tampon mekanizmalar gibi Sivil Toplum olayından bahsedemeyiz.
– Türkiye’de dinin anlaşılması konusundaki en önemli sorun parametrelerinden biri müphemliktir. Ben burada şunu iddia etmek durumundayım bu akşam, burada liste halinde ifade edeyim. Türkiye’de din sorunundan bahsetmemizi mümkün kılacak kavramlar setinin hiçbirinin bir kesinlik arz etmediği, müphemiyet taşıdığı, bu müphemiyetin de çeşitli kargaşalara, karmaşıklıklara, anlaşılmaz sorunlara hatta hatta istismarlara yol açtığını iddia etmek durumundayım. Mesela din kelimesi böyledir, laiklik kelimesi, Şeriat, İslamcılık, Siyasal İslam, irtica, millilik, terör, Batı, bilim…
– Bitirmek gerekirse, Türkiye’de din sorunundan önce, dinin anlaşılması sorunu var. Ben burada bunun 3-4 tane başlığını sizlerle paylaşabildim. Umarım bir şeyleri düşünmeye vesile olmuşumdur, teşekkür ediyorum.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *