Sosyal medya şirketlerini kontrol eden sermaye gruplarının salt ABD’de değil, aynı zamanda küresel ölçekte de kendi kurallarını ve prensiplerini istedikleri zaman dayatabileceği sonucunu çıkarmak eşyanın tabiatına uygun.
Doç. Dr. Yusuf Özkır / AA
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) gerçekleşen 6 Ocak Kongre binası baskını pek çok açıdan önümüzdeki sürecin belirleyicileri arasında yer alacak. ABD’nin merkezinde yer aldığı dünya sisteminin artık sonunun geldiği yönündeki tartışmalardan Amerikan federal sisteminin daha çok tartışılacağı bağlamındaki anlatılara uzanan geniş bir düzlemde, mesele gündemde olacak gibi görünüyor. Buna ABD’nin Çin’le giriştiği ekonomik ve Rusya’yla belirli bir ölçüde giriştiği askeri güç mücadelesini de eklemek gerekir. 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturmaya hazırlanan Demokrat Joe Biden ve yönetiminin Kongre baskını sonrasında daha fazla içe mi kapanacağı, yoksa seçim kampanyasında vurguladığı üzere Amerika’nın (küresel güç mücadelesi ve hegemonya alanlarına) geri döneceği bir sürecin mi yaşanacağını zaman gösterecek. Fakat her halükârda 6 Ocak Kongre binası baskını bir kırılma noktası olarak sadece Joe Biden yönetimi bakımından değil, Amerikan müesses nizamı için de bir nevi travma işlevi görmeye devam edecek. Çünkü ABD 6 Ocak’ta pek çok Demokrat partilinin tanımladığı gibi artık kendi “teröristleri” ile en üst seviyeden tanışmış oldu.
Sosyal medya şirketlerinin müdahalesi
Kongre binası baskını sonrasında gündeme gelen bir diğer konu ise sosyal medya mecralarının pratikleri oldu. Twitter ve Facebook’un öncülük ettiği bu pratiklerde, daha önce olduğu gibi, şirketler ABD Başkanı Trump’ın Twitter hesabından yaptığı paylaşımlar konusunda kapatma ve sınırlandırma yönünde işler yaptı. Aslında Twitter tarafından gerçekleştirilen bu uygulama yeni değil: 3 Kasım’da yapılan ABD seçimlerinin kampanya sürecinde başlayan yaklaşım biçimi, sair zamanlarda Trump aleyhine hayata geçirilmişti. Fakat bu kez işin rengi tümüyle değişti.
Dolayısıyla Trump’ın sosyal medyada hesap açarak hedef kitlesine sesini duyurabileceği bir mecra olarak sadece Çin’li Tik Tok kalmış oldu. Ana akım Amerikan medyasının yüzde 90’lar oranında Trump karşıtı olduğu realitesiyle eşzamanlı düşünüldüğünde, Trump’ın büyük bir sınırlandırmayla karşı karşıya olduğu açık. Fakat bu uygulamanın sadece Trump ile sınırlı kalacağını düşünmek, meselenin esasını gözden kaçırmak olur. Çünkü yukarıda isimleri zikredilen Big Tech şirketlerinin birbirleriyle sermaye ortaklığı ve yoğun sahiplik ilişkisi bulunuyor.
Kim daha eşit
George Orwell’in Hayvan Çiftliği romanını anmanın tam sırası: Yazar 1950’nin başlarında yayımladığı kitabında, hayvanların hak ve eşitlik arayışıyla çiftlik sahiplerine karşı giriştiği isyan üzerinden bir sistem eleştirisi yapar. Kitabın odağında bir siyasal sistem olarak sosyalizm ve onun eşitlik vurgusu üzerinden kitlelere sunulması yer almaktadır. Çünkü insanların çiftlik yönetiminde eşitliğe aykırı faaliyetleri nedeniyle isyan eden hayvanlar, insanları kovduktan sonra yeni bir düzen kurarlar; fakat kurulan yeni düzende de hiyerarşiler oluşur. Başlangıçta fazla önemsenmeyen bu hiyerarşiler gün geçtikçe yeni eşitsizliklere neden olan birer mekanizmaya dönüşür ve bu böyle devam eder. Kitabı anlatma niyetinde değilim; ama sonuçta hayvanlar tarafından kurulan düzen, başlangıçtaki iddiaların aksine, bazı hayvanların “diğerlerinden daha eşit” görüldüğü bir düzen olarak temayüz eder ve “daha eşit” olan hayvanların dışındakiler, insanların yönetimindeki çiftlik düzenini özlemle anmaya başlar.
Bu sınırı ise ilgili şirketlerin patronları belirliyor. Çizilen bu sınırlar doğrultusunda, ilgili sosyal medya şirketleri, Türkiye gibi bazı ülkelerin güvenlik ve egemenlik haklarını dikkate almayabiliyor. Bu şirketler Türkiye tarafından terörist olarak aranan isimlere olabildiğince geniş bir hareket alanı sağlayabiliyor. Dolayısıyla devlet dışı aygıtlar arasında tanımlayabileceğimiz sosyal medya şirketlerinin yeni bir hegemonya biçimi üreterek küresel ve siyasal alanları parsellemede el yükselttiği bir dönemdeyiz. Bu dönemde ilgili şirketlerin bazı ülkelere “daha eşit” muamelesi yaparken Türkiye gibi “diğerlerine” ise eşit olmayan ve verilenle yetinmesi gereken ülkeler muamelesi yaptığı görülüyor. Bu yüzden Twitter ve Facebook şirketlerinin başını çektiği uygulama biçimlerini, bazılarına devasa ayrıcalıkların tanındığı yeni bir “hayvan çiftliği” uygulaması olarak değerlendirmek mümkün.
Hiyerarşinin geri dönüşü
Yasama, yürütme ve yargı ile birlikte demokrasilerde dördüncü erk olarak vurgulanan medyanın artık toplum adına iktidarları denetleyemediği varsayımıyla birlikte, küresel ölçekte “beşinci güç” kavramı, büyük ölçüde iki binli yılların başında dolaşıma sokulmuştu. O günden bugüne, süreç içinde yoğun şekilde sahiplenilen yeni iletişim teknolojileri için, mevcut durum yeni bir aşama olarak değerlendirilebilir. En azından bu sanal dünyalara giydirilmiş olan “hakikatin temsili” yanılsaması konusunda bir farkındalıktan bahsedilebilir.
Teknolojik ilerlemenin geriye döneceğinden bahsetmiyorum elbette. Altını çizdiğim gerçeklik, sosyal medya platformları için bir ön kabul şeklinde dayatılan tarafsızlık, objektiflik, eşitlik ve ifade özgürlüğü yönündeki mitlerin geride kaldığıyla ilgili. Sair zamanlardaki uygulamalarıyla ilgili şirketler ilk örneklerini vermiş olsa da, görevdeki ABD başkanının sessizleştirilmesi, aslında dünyaya verilmiş ürkütücü bir mesaj. Bu mesaja göre, gerek duyulduğunda, küresel sermaye şirketlerinin milli iradeler tarafından seçilen siyasetçileri hiçe sayabileceği ve onlara hiyerarşik bir ilişkinin dayatılabileceği yargısı ön planda.
Kitle iletişim araçları ile kontrol ve ikna kavramları arasında kurulan güçlü ilişkinin yeniden tasarlandığı bir düzlemde, sosyal medya şirketleri ile geçmişin sayfalarında bırakıldığı varsayılan medya-birey ve medya-toplum arasındaki hiyerarşik ilişki kurma biçiminin, aslında çok daha güçlü bir şekilde geri döndüğü görülüyor. Farklı ülkelerdeki az sayıda insan tarafından yönetilen medya şirketlerinin o ülkelerdeki çok sayıda insanın duygularına hitap ettiği günlerden geçerek geldiğimiz şimdilerde, hitap edilen mekân, zaman ve nüfus çok daha fazla artarken, yöneten pozisyonundakilerin sayıca bile olabildiğince azaldığı, apaçık bir gerçeklik olarak ortada duruyor.
[İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi olan Doç. Dr. Yusuf Özkır aynı zamanda Kriter dergisinin yayın koordinatörüdür]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *