Müslümanlar olarak yapmamız gereken hemen her durumda yapışacak bir etek aramak yerine Allah’ın ipine ve Hz. Peygamberin sünnetine sımsıkı sarılarak kendi eylemlerimizle cenneti arayan bireyler olmaktır.
Prof. Dr. Mahmut Aydın / Samsun Üniversitesi Rektörü / Star-Açık Görüş
“İslam’da Ruhban Sınıfı Yoktur” ifadesi Müslüman söyleminin önemli retoriklerinden biridir. Her başımız sıkıştığında hemen biz de Hristiyanlıktaki gibi bir ruhban sınıfı olmadığını söyleriz ancak pratikte ruhban sınıfına atfedilen tüm ayrıcalıklardan da yararlanırız. “İslam’da ruhban sınıfı yok deriz” ama Müslüman toplumlarda tıpkı ruhban sınıfı gibi kendi özel giysi türü olan ve yine tıpkı onlar gibi kendilerini toplumda ayrıcalıklı gören hatta bırakalım sadece ayrıcalıklı görmeyi otomatik kurtulmuş görüp başkalarını kurtarmayı kendisine vazife edinmiş sınıf veya kişilerin varlığı her geçen gün artmaktadır. Bu yazıda dünya dinlerinden hareketle ruhban sınıfının ne anlama geldiği ifade edildikten sonra “İslam’da ruhban sınıfı yoktur” ifadesinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durulmaktadır.
Diğer dinlerdeki sınıflar
Dünya dinlerine baktığımızda kavramsallaştırılması farklı olmakla birlikte mensuplarını genel olarak din adamı ve din adamı olmayan şeklinde bir tasnife tabi tuttuklarını görmekteyiz. İslam dininde ise “İslam’da ruhban sınıfı yoktur” söylemi bağlamında her ne kadar dinin yapısında böyle bir ayırım olmasa da uygulamada olduğu aşikardır. Çünkü diğer dinlerde olduğu gibi İslam dininde de inananların gündelik dini hayatıyla ilgilenen ve hatta onu yöneten bir dini sınıf her zaman olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Peki o zaman “İslam’da ruhban sınıfı yoktur” ifadesinden kasıt nedir veya bu ifade dinler tarihinden hareketle nasıl anlaşılmalıdır. Bu soruyu sağlıklı yanıtlayabilmemiz için çeşitli dini geleneklerde din adamı sınıfının nasıl bir konumda olduğuna bakmamız gerekmektedir. Bu bağlamda dünyanın en eski dini geleneklerinden biri olan Hinduizmde “Brahminler” denen din adamları sınıfının kast sisteminin en üst sınıfını oluşturduğunu ve dini hayatın da odak noktası olduklarını görürüz. Dahası bu sınıf olmaksızın Hint dinlerinde dini hayatın mümkünlüğü söz konusu bile olamaz. Çünkü bu sınıf, kurban sunumundan diğer belli başlı ibadetlere kadar mabetlerdeki tüm ritüellerden sorumludur. Dahası onların yönlendiriciliği olmadan da hiçbir ibadet söz konusu değildir.
Nirvana’ya ulaşmak
Hindu dini geleneğinin bünyesinden zuhur eden Budizm’e baktığımızda ise burada da “sangha” denen keşişler topluluğunun asli üyesi olan din adamlarının rolünün hem merkezi hem de belirleyici olduğunu görmekteyiz. Örneğin Threvada Budizm’inde sangha teşkilatı mensuplarının otomatik olarak “arhat” yani “nirvanaya ulaşmış/kurtuluşa ermiş” kişiler oldukları ve bunların görevinin de diğer insanların kurtuluşunu sağlamak olduğu kabul edilmektedir.
Yahudilikte belirleyici unsur
Sami ya da monoteist olarak bilinen dini geleneklerin kronolojik olarak en eskisi olan Yahudiliğe baktığımızda ise rabay denen din adamı sınıfının dini hayatın belirleyici unsuru olduğunu görürüz. Günümüz Yahudiliğinde, İkinci Mabedin 70 yılında yıkılmasından sonra belirleyiciliği artan rabaylar tarafından geliştirilen Yahudi geleneğinin “Rabbinik Yahudilik” olarak adlandırıldığı ve günümüz Yahudiliğinin de onun devamı olduğu dikkate alındığında Yahudi din adamlarının dini hayatın şekillendirilmesinde ne kadar belirleyici olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Yine Yahudi din adamlarının yorumlarından oluşan ve uygulamada yazılı kutsal metin külliyatı Tanah’dan çok daha belirleyici olan Talmud adlı sözlü yorum geleneğinin Yahudi dini hayatındaki rolü dikkate alındığında rabay adı verilen din adamı sınıfının Yahudilik açısından olmazsa olmaz olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Başlangıçta küçük bir Yahudi mezhebi olarak ortaya çıkmakla birlikte zamanla Yahudilikten ayrışan ve günümüzde yaklaşık 2.3 milyar mensubuyla dünyanın en büyük dini geleneği olan Hristiyanlığa baktığımızda burada da rahiplerden oluşan din adamı sınıfının Hıristiyan toplumunun sadece dini hayatının değil gündelik hayatının odağında da yer aldığını görürüz. Çünkü Hristiyanlıkta ruhban sınıfı kendini Tanrı’nın kendisinde tecelli ettiğine inanılan İsa-Mesih’in dolayısıyla da bizzat Tanrı’nın temsilcisi olarak gördüklerinden aynı zamanda tıpkı Tanrı gibi insanların günahlarını affetme yetkisine sahip görmektedir.
Aracılık görevi
Nitekim Katolik Kilisesinde günahkâr kişiler kiliselerdeki günah çıkarma odalarında rahiplere günahlarını itiraf eder, rahiplerde onların günahı Baba’nın (Tanrı) Mesih’e ve onun da kendilerine verdiği yetkiyle affettiklerini ifade ederler. Protestan kiliselerde ise kendilerine günah itirafı yapılan rahipleri doğrudan günahı affetmemekle birlikte günahın affı için Baba Tanrı’dan ricacı olacaklarını ifade ederek aracılık görevi görürler.
Hinduizm, Budizm, Yahudilik ve Hristiyanlıktan verdiğimiz bu örneklerden hareketle “İslam’da ruhban sınıfı yoktur” ifadesi İslam’da toplumu dini açıdan bilgilendirecek ve toplu ibadetlerde önderlik edecek din görevlisi veya diğer bir ifadeyle din adamının olmaması gerektiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Diğer tüm dinlerin yanlışlarını düzelterek Hz. İbrahim’in temsil ettiği tevhit geleneğini yeniden tesis için nazil olan Kur’an mesajı ve onun uygulayıcısı olan Hz. Peygamberin sünnetinin amacı Müslüman toplumlarda herhangi bir sınıf veya kişinin dini açıdan hiçbir ayrıcalığının ve imtiyazının dolayısıyla da otomatik felaha ermesinin söz konusu olmadığı anlayışını tesis etmektir. Buna göre İslam’da ruhban sınıfının olmaması din adamı veya görevlisi sınıfı olmaması değil, kendini baştan kurtulmuş/felaha ermiş veya gündelik ifadeyle cennetlik görüp başkalarını kurtarmakla dolayısıyla da cennete yerleştirmekle vazifeli görmemek demektir. Zira İslam dinine göre din görevlisi olan kişilerle sıradan Müslümanlar felaha erme dolayısıyla da cennet nimetine nail olma konusunda eşittir.
Amelle kazanılan bir ödül
Çünkü cennet bulunulan mevki ve pozisyona göre değil, iman ve eylemle yani amelle kazanılan bir ödüldür. Kurtuluşu ve sonunda da cennet nimetine ulaşma konusunda herkesin rehberliğe ihtiyacı olduğu doğrudur. Ancak unutulmamalıdır ki rehberlik edenler de Budist gelenekteki gibi otomatik kurtulmuş anlamında arhat olmadıklarından onların da nihayetinde kurtuluşa ulaşıp ulaşmayacakları belli değildir. Dolayısıyla Müslümanlar olarak yapmamız gereken hemen her durumda yapışacak bir etek aramak yerine Allah’ın ipine ve Hz. Peygamberin sünnetine sımsıkı sarılarak kendi eylemlerimizle cenneti arayan bireyler olmaktır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *