Allah’a inanan, ama sanki O yokmuş gibi yaşayan anlayış deizme ne kadar da çok benziyordu. Sekülerizm ile hesaplaşmaya giremeyenlerin, deizme karşı çıkışları ne kadar inandırıcı olabilirdi?
İsa Özçelik / Her Taraf
İradi bir varlık olan insanın, yeryüzündeki serüveni başladığından bu yana süregelen mücadeleyi, hak ve batıl arasında geçen bir çatışma şeklinde özetleyebiliriz. Hak, kendini İslam inanç sistemi olan “tevhid” üst başlığı altında ifade ederken, batıl çok farklı görünümlerle karşımıza çıkagelmiştir.
İnsanın sağlığını tehdit eden salgın hastalıklar gibi, toplumların inancını zehirleyip veba şeklinde yeryüzüne yayılan nice düşünsel marazlar gelip geçmiştir.
Son dönemlerde moda olarak mevsimlik inanç/sızlık rüzgarları esmektedir. Bir bakmışsınız ırkçılık temelli bir söylem esip gürlüyor, bir bakmışsınız hümanizm, liberalizm tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Ekonomik sistemden bir hayat tarzına dönen kapitalizm her yerde kol gezdiği halde, ortalıkta kendini kapitalist olarak tanımlayan birine rastlamak mümkün olmazken, ideolojik dozu daha güçlü olan sosyalizm ve türevleri aynı fabrikanın ürünü olarak farklı ambalajda piyasaya sürülüyor. Sonra nihilizm “ben de buradayım” diyor ve özellikle gençlerde hippilik şeklinde tezahür ediyor. Bir yoruma göre akıl hastalığı olarak değerlendirilen ateizm, insan psikolojisinde kendine yer bulamadığında, deizm sahneye çıkıyor. Dijitalizm postmodern dinciliğin en popüler şekli olarak hayata kendi rengini verirken, futurizmin iddialı ve büyülü dini olmaya aday transhümanizm, insan-sız-lığa davetiye çıkarıyor.
İsmini zikredemediğimiz daha birçok din, ideoloji, akım, inanç veya psikolojik haller, çoğu zaman birbirine içkin sentezler şeklinde bir döngüyle kılıktan kılığa girip, bir virüs gibi mutasyona uğrayarak beşeriyeti peşinden sürüklüyor.
Müslüman camiada, yakın dönemde özellikle gençlerimiz arasında deizmin hızla yayıldığına ilişkin söylentilere rastlar olduk. Söz konusu eğilimin, daha çok dindar ailelerin çocuklarını, İmamhatipli gençleri etkisi altına aldığına ilişkin söylemler, fısıltı gazetesi şeklinde yayılmaya devam ederken, kimi zaman da vaaz ve köşe yazılarına konu oluyor.
Deizmin Müslüman gençler arasında karşılık bulma gerekçesi olarak, her ekol ve onun hocaları birbirlerini suçluyor.
Akılcı modernist çizgi, gelenekçi kanadı suçlarken; hurafelerle dolu, günümüz dilinden uzak, gelişen bilimle uyuşmayan, hayatın gerçeklerinden kopuk, tarih dışı anlatımların gençleri dinden soğutup, deizme sürüklediğini iddia ediyor.
Gelenekçi kanat ise gençlerin fikri bunalıma girip, deizme sapmalarının asıl sebebinin, birtakım ilahiyatçı, modernist hocalar olduğunu öne sürüyor. Bu hocalar, temel islami bilgileri içselleştirmeyen çocukların kafalarını, felsefi spekülasyonlarla karıştırıp, şüphe tohumları saçmakla itham ediliyor.
Başka açıdan yaklaşanlar ise Müslümanların iktidar, para ve makamla imtihanı sürecinde iyi bir sınav veremediği ve çocuklarına iyi örnek olamadıkları için bu gençlerin kimlik krizine girdiği ve bunun sonucu olarak inançsal boşluğa düştükleri tespitinde bulunuyor.
Diğer bir gözlem ise internetin sunduğu iletişim ortamını kendine mesken edinen örgütlü deizm/ateizm sayfalarının, üzerinde çalışılmış, şüphe uyandırıcı sorularla, temel İslami eğitimden yoksun kişileri deizme doğru sürüklediği tespitidir. İnternetin sonsuzluğu andıran, sayısız seçenekler içinde, insanı şaşkın bir halde bırakan doğası, belirsizlikler aleminde agnostizme daha yatkın gözükse de, anlaşılan şu an için dünya sistemi, deizmi kendisi için daha kullanışlı olarak kabul ediyor.
Bazı akademisyen görünümlü manipülatörlerin, yeryüzünde cereyan eden tüm kötülüklerin, özellikle de milyonlarca insanın canına mal olan savaşların sebebi olarak, dinleri göstermeleri, bu akıma ideolojik bir destek amacı taşırken, hümanizm retoriği ile deizmin izdivacı, dünya barışı için makul bir çözümmüş gibi takdim ediliyor.
Gençlerimiz gerçekten deizm tehlikesi ile karşı karşıya mı?
Burada bir kısmını zikrettiğimiz tespitler gerçeği ne kadar yansıtıyor?
Bu konu hakkında az da olsa yapılan anketlerin sonuçları ya da yorumlanması ne kadar gerçekçi?
Bu tür sorulara yanıt ararken unuttuğumuz bir şey var.
Büyükler ve hocalar deizmin kıskacından ne kadar uzaktalar?
Deizm tehlikesine karşı Müslüman aileleri uyaran hocalar, bu değirmene su taşıyor olabilir mi?
Kısık sesle fısıldanan asıl soru ise aslında deist olan ama bunu ifade edemedikleri için, dolaylı bir dil kullanan, ne kadar hocamız var!?
Deizmin bir akım olarak ortaya çıkma sürecinin, Hristiyan din adamlarının akıl/bilim ile dini içeriği uzlaştırma çabası sonrası başladığını unutmayalım. Vahyin doğası ve ruhban sınıfı elinde dogmatik olarak yorumlanmasına karşı çıkan ilk deistler, din kurumunu ve vahyi tamamen inkar etmek yerine akıl ve doğa ile uzlaştırma yolunu tercih ediyorlardı.
Daha sonraki deistler, büyük oranda bu formülden umudunu kesmiş olacaklar ki, tanrı ile iletişim kurmak ve ona şükranlarını sunmak için, vahye ve peygamberlere ihtiyaç duymacaklardı. Akıl ve doğa yasaları, erdemli bir hayat sürmek için yeterli rehberlerdi.
İslam dünyasında bu tür tartışmaların kökenini, “Kuran-ı Kerim mahluk mudur değil midir?” hadisesine dayandırmak mümkündür. Daha sonra, fetihler ve tercüme eserlerle farklı dünyalara açılan Müslümanların, karmaşık kelami problemlere çözüm arama çabaları da yeni bakış açılarının doğmasına yol açmıştır. Ancak Müslümanların asıl meydan okumayla karşı karşıya kalması, modernizmle yüzleşmek zorunda kaldığı dönemlere rastlar. Bu dönemlerde geniş halk kitlelerinde olmasa bile, aydın ve bürokrasi kesiminde, kendi inanç kaynaklarına karşı derin bir güvensizlik duygusu oluşmaya başlamıştı.
Yakın bir zaman dilimine kadar, daha çok seküler eğitim kurumlarında okuyan, batıyla temas kuran ve şehir merkezlerinde yaşayanlar arasında görünür olan; kendi değerlerinden kopma ve ona karşı oluşan güvensizlik duygusu, küreselleşme ve dijitalizmin bir ahtapot gibi dünyayı sarması sonucunda, en ücra noktalara kadar sirayet etti.
Günlük hayat içinde çözüm bekleyen çok sayıda soruna, hocalar tarafından verilen geçici cevaplar artık pek tatmin edici olmuyordu. Ötelenip geleceğe havale edilen çözümlemeler ise, sürdürülebilir olmaktan çıkmaya başlamıştı.
Gelenekçilerin önemli bir kısmı, içinden geçilen süreci anlayacak durumda değildi, bir kısmının böyle bir derdi de yoktu. İslam ile Hristiyanlık geleneği çok farklı olduğundan, bizim aynı süreçleri yaşamamız mümkün olmadığı söylemiyle işlerin hallolacağı zannediliyordu.
Çok sayıda ilahiyatçı ise bir mucize gelmezse akıbetimizin onlardan çok da farklı olmayacağını çaresiz bir dille ifade eder olmuştu. Bazıları da oryantalizmle paralelleşmeyi dahi göze alacak şekilde, tarihselci bakış açısını da geride bırakan aşırı yorumlara çözüm diye sarılıyordu. Kendilerince deizme cevap üretiyorlardı. Pek çok gözlemciye göre ise deizmi besleyen asıl bu kişi ve söylemlerdi.
Burada kimseyi itham etmek ya da sorgulamak niyetinde değiliz. Lakin bu zevat da kendi takipçileriyle butik bir tarikata döndüklerini farketmiyor, deistlerle benzeşmelerini göremeyecek bir anafora girdiklerini, bir türlü kabullenmek istemiyordu.
Sıkıştıkça deizmin akraba kavramlarından olan laiklikten dem vurup, Müslümanlara öfkelenince, Mustafa Kemal güzellemesi yapma garabetini dahi gösterebiliyorlardı.
Diğer bir açıdan bakıldığında, aslında deizm en eski inanç ve davranış biçimlerinden biri olsa gerekti. Geçmişte ve günümüzde inandığını söylediği dinin, hemen hemen hiç bir pratiğini yapmayan yığınlar vardı. Allah’a inanan, ama sanki O yokmuş gibi yaşayan anlayış deizme ne kadar da çok benziyordu. Sekülerizm ile hesaplaşmaya giremeyenlerin, deizme karşı çıkışları ne kadar inandırıcı olabilirdi?
Ey büyükler, ey hocalar, deizmden öncelikle korunması gerekenler kimler acaba?
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *