Trump’ın iş yapma biçimine ve Trump ile kurdukları kişisel yakın ilişkiler üzerinden konformizme alışmış olan Muhammed bin Selman, Muhammed bin Zayed ve Abdülfettah es-Sisi, görünüşe göre ABD seçiminin en büyük kaybedenleri oldular.
Dr. Necmettin Acar / AA
3 Kasım’da ABD’de yapılan başkanlık seçimleri tüm dünyada ilgiyle takip edildi. Fakat Orta Doğu’da ABD seçimlerine yönelik ilgi, derin bir karamsarlık ve hayal kırıklıkları şeklinde tezahür etti. Özellikle Riyad, Dubai ve Kahire’de, seçimleri Donald Trump yerine demokrat aday Joe Biden’ın kazanmış olması, bu endişelerin ana kaynağıydı. Suudi Arabistan Kralı Selman ile oğlu Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ABD seçimlerinin sonuçlandığı gün Tanzanya Devlet Başkanı ve Kamboçya Kralını kutlayan birer mesaj yayımlaması bu hayal kırıklığının önemli bir göstergesiydi. Benzer şekilde, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki (BAE) ana akım medyada da bu hayal kırıklığının izlerini görmek mümkün.
Trump’ın iş yapma biçimine ve Trump ile kurdukları kişisel yakın ilişkiler üzerinden konformizme alışmış olan Muhammed bin Selman, Muhammed bin Zayed ve Abdülfettah es-Sisi, görünüşe göre ABD seçiminin en büyük kaybedenleri oldular. Trump yönetiminin verdiği “açık çeki” ve koşulsuz desteği sonuna kadar kullanan bu “mağlup üçlü”, son dört yılda çok sayıda skandala ve insan hakları ihlaline imza attı. Hâlbuki Biden’ın Obama döneminde seçilmiş başkan yardımcısı olarak üstlendiği misyon ve seçim kampanyası sürecinde verdiği mesajlar, Orta Doğu’da işlerin bahsedilen üçlünün alışageldiği şekilde gitmeyeceğini ortaya koyuyor. Obama döneminde ABD askerlerinin Irak ve Afganistan’dan çekilmesi, İran ile nükleer anlaşma, Arap Baharı sürecinde Hüsnü Mübarek, Ali Abdullah Salih ve Zeynel Abidin Bin Ali gibi otokrat liderlerin görevi bırakması yönünde verilen destek, Orta Doğu’daki otokrat rejimler için ciddi bir baş ağrısıydı.
Muhammed bin Selman en büyük hamisini kaybetti
Çok değil birkaç yıl öne genç Veliaht BBC’ye verdiği bir röportajda kendisine yöneltilen “Sizi Suudi tahtına çıkmaktan ne alıkoyabilir?” sorusuna büyük bir özgüvenle “ölüm” diye cevap vermişti. Hatta son aylarda, 20-21 Kasım 2020’de Riyad’da düzenlenecek G-20 zirvesi öncesinde Muhammed bin Selman’ın Suudi tahtına oturacağına dair çok sayıda analiz kaleme alındı. Muhammed bin Selman bahse konu röportajı verirken ve G-20 öncesi Suudi tahtının el değiştireceğine dair tahminler yazılıp çizilirken, Trump’ın seçimi kazanarak ikinci dönem de ABD başkanlığını sürdüreceği öngörülüyordu. Fakat ABD seçim sonuçları tüm bu hesapları altüst ettiği gibi, Muhammed bin Selman’ı zor günlerin beklediğine dair birtakım işaretler de taşıyor. Burada hiç şüphesiz Cemal Kaşıkçı cinayeti, Yemen savaşı, insan hakları ihlalleri ve İran nükleer anlaşması büyük önem taşıyor.
İlk olarak, bugün uluslararası kamuoyunda, Kaşıkçı cinayetinde Muhammed bin Selman’ın rolü artık tartışma götürmeyen bir gerçek olarak kabul ediliyor. Muhammed bin Selman’ın, BBC’ye verdiği bir mülakatta geçen “Kaşıkçı cinayeti benim gözetimim altında oldu” ifadesi, bu olaydaki kısmi sorumluluğunu kendisinin de kabul ettiğinin itirafından başka bir şey değil. Trump’ın “Muhammed bin Selman’ı Kongre soruşturmasından ben korudum” ifadesi ise ABD başkanının da Muhammed bin Selman’ın bu olaydaki rolünü kabul ettiğini ortaya koyuyor. Başta Biden olmak üzere Demokratlar Kaşıkçı cinayetinde veliaht prensin hesap vermesi gerektiği kanaatini çok defa gündeme getirdiler. Önümüzdeki süreçte bu konu veliaht prensin başını ağrıtacak sonuçlar doğurabilir.
İkinci olarak, Trump döneminde ABD Yemen savaşına gönülsüz de olsa destek verdi ve Yemen’de küresel kamuoyuna yansıyan insanî krizleri görmezden gelerek Suudileri kolladı. Yine bu dönemde, Suudi vatandaşlarına yönelik insan hakları ihlalleri Washington tarafından görmezden gelindi. Ancak Biden’ın hem seçim kampanyası sırasındaki demeçlerinden hem de başkan yardımcılığı sürecindeki uygulamalarından, insan hakları ihlallerine karşı daha net bir tutum takınacağını öngörebiliriz. Nitekim seçim kampanyası sırasında ABD’nin Yemen savaşına verdiği desteğin sonlanması çağrısında bulunmuştu. Dolayısıyla genç veliaht prensin altı ayda Yemen krizini sonlandırmak maksadıyla 2015 yılında başlattığı, altıncı yılına giren Yemen savaşı ve bölgeden yansıyan insanî krizler, Washington ile Riyad arasında yeni bir gerginlik alanını teşkil edecek gibi görünüyor.
Son olarak, Riyad İran-Suudi Arabistan gerginliğinde daha dengeli bir ABD dış politikasına hazır olmak zorunda. Obama’nın bölgesel gerginlikler karşısında Suudilere yönelttiği “Ortadoğu’yu İranlı düşmanlarınızla paylaşmalısınız” önerisi, Riyad’da uzun süren bir endişeye yol açmıştı. Nitekim Riyad yönetimi uzun süre ABD yönetiminin İran ile nükleer bir anlaşmaya varmaması için mücadele etti, fakat bunu başaramadı. Trump, seçim kampanyası sırasında da söz verdiği gibi, anlaşmadan çekildi; fakat Biden’ın tekrar nükleer anlaşmaya dönme yönünde verdiği sinyaller Riyad’daki endişeyi derinleştiriyor.
ABD seçimlerinin sonuçları netleşmeye başladığında Kral Selman’ın, Kral Selman Yardım ve İnsani Çalışmalar Merkezi’ne depremde zarar görenler için acil insanî yardım gönderilmesi talimatı vermesi ve bu girişimin Kral Selman’ın “dost Türk halkının yanında yer alma” isteğinden kaynaklandığının belirtilmesi, Riyad’ın Trump döneminde tırmandırdığı gerginlikleri sonlandırma arzusu olarak yorumlanabilir. Buna ilaveten, Suudi Arabistan’ın Londra Büyükelçisi Halid bin Bender Al Suud’un, son dönemde Batı başkentlerinde önemli gündem maddelerinden biri olan Suudi hapishanelerinde tutuklu bazı insan hakları savunucularının serbest bırakılacağına yönelik açıklamaları da Riyad’ın Biden dönemine hazırlandığı şeklinde yorumlandı.
“Trump’ın favori diktatörü” Abdülfettah es-Sisi
ABD seçimlerinin ikinci kaybedeni hiç şüphesiz Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi oldu. Askeri darbeyle Mursi yönetimini devirerek iktidara gelen Sisi yönetimindeki Mısır, çok uzun süredir derin bir ekonomik ve siyasi kargaşa içinde. İçeride baskıcı rejimin istikrarını sağlamak adına Mısır yönetimi, Mısır’ın ulusal çıkarlarının bölge ülkeleri tarafından çiğnenmesini görmezden geldi. Etiyopya’nın Nil üzerine inşa ettiği Rönesans barajıyla Mısır’ın ekonomik geleceğinin bu ülkenin eline bırakılmasına, Kızıldeniz’deki Tiran ve Sanafir adalarının Suudilere teslim edilerek BAE-Suudi nüfuzuna terk edilmesine ve Sina bölgesinde bozulan güvenlik durumuna, içerideki baskıcı rejimin ömrünü uzatabilmek Sisi yönetimi için sessiz kaldı. Yönetim bu süreçte, başta Müslüman Kardeşler olmak üzere yönetimin baskıcı uygulamalarından, hayat pahalılığından ve adalet sistemindeki sıkıntılardan şikayetçi olan her muhalefet girişimini “terörle mücadele” kapsamında baskı altına almaya çalıştı.
Finansmanını büyük oranda BAE-Suudi ekseninin, diplomatik desteğini ise Trump yönetiminin sağladığı Sisi’nin yüksek maliyetli “terörle mücadele” politikasının Biden döneminde devam etme imkanı bulunmuyor. Nitekim Biden seçim sürecinde Mısır’daki insan hakları ihlallerinden rahatsız olduğunu gizlememiş ve “Trump’ın ‘favori diktatörü’ için açık çek olmayacağını” ifade etmişti. Bu şartlar altında, yeni ABD yönetiminin, her hafta onlarca masum Mısırlının idam sehpasına gönderildiği bu “terörle mücadele” politikasına destek vermesi olası görünmüyor. Mısır yönetimi de bunu bildiği için, Biden’ın seçimi kazandığı ilan edilir edilmez, uzun süredir hapiste tutulan bazı tutukluları serbest bıraktı. Bu durum Kahire’nin zorlu Biden parkuruna hazırlanması olarak yorumlandı.
1979 yılındaki Camp David anlaşmasını müteakiben İsrail’den sonra en yüksek ABD ekonomik desteğini alan Kahire yönetimi, önemli ölçüde ABD ekonomik yardımına muhtaç. Kahire-Washington hattında, insan hakları ve Mısır’ın yakın zamanda Rus savunma sanayiine yönelme eğilimleri üzerinden çıkacak olan sürtüşme, bu ekonomik desteği ortadan kaldırabilir. Bu durum, halihazırda derin bir ekonomik kriz içerisinde bulunan Mısır’ın zorluklarını daha da artıracaktır.
Muhammed bin Zayed Kushner’siz kalacak
Çok yakın bir döneme kadar, “Dubai Modeli” denilen ekonomik modelle küresel gündemin ön sıralarında önemli bir yer edinmeyi başaran BAE, son dönemde giriştiği iddialı ve maceracı politikalarla ciddi bir şaşkınlık uyandırdı. Son birkaç yıla kadar ekonomik bir “dev” iken siyasal bir “cüce” olan BAE, sahip olduğu tüm kaynakları bölgesel ve küresel siyasette etkili olmak için kullanmaya başladı. Özellikle Dubai Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed, Trump’ın damadı ve baş danışmanı Jared Kushner ile kurduğu kişisel yakınlık üzerinden, tüm Orta Doğu bölgesindeki kriz alanlarına (kaosun derinleştirilmesine katkıda bulunarak) imzasını atmayı başardı.
Paralı askerlerden kurulan birliklerin Yemen ve Libya’da çatışma bölgelerine sürülmesi, Yemen’in 1990 öncesindeki gibi kuzey-güney diye bölünmesine yönelik faaliyetlerle, bölge siyasi coğrafyasının değiştirilmesi girişimleri, Güney Arabistan ve Babül Mendep’te kritik bir jeopolitik konumda olan Sokotra adasına el koyma politikası ve en önemlisi de Orta Doğu bölgesinde istikrarsızlığın ana kaynağı olan İsrail’in daha geniş bir güvenlik zeminine oturması için yürüttüğü faaliyetler bunlardan sadece bazıları. Muhammed bin Zayed’in özellikle Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” olarak adlandırılan işgal planına Arap kamuoyunu ve bazı Arap yöneticileri ikna etmeye yönelik faaliyetleri, bölgede yüz yıldır devam eden işgalin derinleştirilmesine yönelik önemli bir etki oluşturdu. İsrail’in sürekli genişleyen yerleşim politikasına ilaveten Kudüs’ü başkent ilan etme ve Golan tepelerini ilhak etme adımlarının ve Batı Şeria’yı da ilhaka yönelik yaptığı hazırlıkların en önemli destekçisi Muhammed bin Zayed oldu.
Muhammed bin Zayed tüm bölge için felakete yol açan bu faaliyetlerini yürütürken ülkesinin devasa miktardaki petro-dolarlarını ve Trump’ın ve damadının koşulsuz diplomatik desteğini arkasında buldu. İçinde bulunduğumuz dönemde, Trump ve Kushner olmadan, BAE’nin ve Muhammed bin Zayed’in etkili bir bölgesel ve küresel aktör olma hayalleri suya düşmüşe benziyor. Ana akım Körfez medyası Trump’ın arkasından şimdiden ağıt yakmaya başladı bile.
ABD seçiminin üç kaybedeni Muhammed bin Selman, Muhammed bin Zayed ve Sisi, Trump döneminde kendilerine verilen açık çeki ve koşulsuz desteği, tüm bölgeyi felakete sürükleyecek politikalar için sonuna kadar kullandılar. Üstelik seçim sürecinde de Demokratları kızdırma pahasına Trump’ın kampanyasına milyonlarca dolarlık bağışlar yaptılar. Trump’a verilen desteğe ve bağlanan ümitlere rağmen ABD başkanlığı artık Biden’da. Trump döneminde bol sıfırlı çeklerle işlerini yürüten Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayed’in “çek defteri politikasının” artık işe yaramayacak olması ihtimali, Orta Doğu’nun otokrat üçlüsü için en önemli endişe kaynaklarından biri. Şayet Biden yönetimi eski defterleri karıştırmaya karar verir de Kaşıkçı cinayeti dosyasını, Mısır’daki haksız idamları ve Yemen’deki insan hakları ihlallerini gündeme taşırsa, bahse konu üçlünün kayıpları daha da derinleşecektir.
[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanıdır]
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *