“Kanaatimiz odur ki, sözleşmenin şu veya bu şekilde sonlandırılmasından ziyade, gerek bu sözleşme zımnında gerekse bir bütün olarak toplum üzerinde uygulanan değiştirme-dönüştürme mühendisliğine dikkat etmemiz gerekir.”
Doğması muhtemel tepkiyi hafifletmek maksadıyla adına bir ‘İstanbul’ kelimesi ekleseler de, gerçekte bir Avrupa Birliği Sözleşmesi olan düzenlemeye dair Cumhurbaşkanından ve “emret başkanım”cılarından ilk defa konuyla yakından ilgilendiklerini(!) belli eden beyanatlar gelmeye başladı. Cumhurbaşkanı, halk istemiyorsa, kaldırılır mealinde bir cümle kurmuş. Demek ki bugüne kadar halkın istemediğini de pek duymamış. Tabi, ‘demokrasi’ söz konusu olunca ‘halk’ namında bir, “elbise giydirilmiş kütükler” tanrısının varlığının da hatırlatılması gerekir, öyle değil mi?
İstanbul Sözleşmesine olan tepkiler ve sözleşmenin iptal edilmesi yönündeki demokratik talepler, 20-30 yıl öncesinin, başörtüsünün yasaklı olmaktan çıkartılması yönündeki demokratik taleplerin simetrik benzerini andırmaktadır. Bu, keser döner sap döner vecizesiyle açıklanabilecek bir durum değil. Sapı değişmişse de, keser aynı keser, ‘hesap’ da aynı hesap ama kalabalıklar, hesabın değiştiğine inandırılmaktan tarifsiz keyif almaktadırlar. İslam’a olan tavır ve tutumu gayet sert ve pervasız olan 28 Şubat dönemi hükümetleri ve önceki sağ hükümetler mümin kadınların tesettürünü, örtünmek isteyene Arabistan ya da İran’ın yolunu göstermek suretiyle, kesin olarak reddediyorlardı. Başörtüsü yasağından mağdur olan, başları örtülü görünen kızlar-kadınlar ise yetkili mercilerden demokratik haklarını talep ediyorlar, kötü bir niyetleri olmadığı, sadece bireysel haklarının verilmesini talep ettiklerini anlatmaya çalışıyorlardı; tağutî bir düzeni rab ve ilah mevkiine koyduklarının farkına varmayarak…
Şimdi ise o günkü ‘mağdurların’ siyasetteki uzantısı ve temsilcisi konumundaki bir parti var iktidarda. Daha anlaşılır söylemek gerekirse, 28 Şubat döneminin ‘başörtüsü mağdur’ları şu an mağrur bir şekilde iktidardalar. Ve yakinî olarak görüyor, biliyoruz ki bazı şeylerde hiçbir değişme olmamıştır. Yani şu: Dün başörtüsünden ‘mağdur’ olanları bugün iktidar yapıp, dün tükürdüğünü bugün temizletebiliyor. Söz konusu, dünün ‘mağdurları’ bugün, kendi kumaşlarından mamul iktidardan, ailelerinin içine ateş düşürmüş olan bir sözleşmeyi yürürlükten kaldırması talebinde bulunuyorlar. İktidar ise aylar-yıllardır düşünüp taşınıp, ölçüp biçtikten sonra, -artık 2023 yılına da yaklaşıldığı bir vasatta- kendi tabanının sesini duymuş gibi davranıyor. Kapıyı tam bastırmıyor.
Siyasi dalavereler çerçevesinde bir hesap-kitabı olmayan bizim gibi Müslümanlar nazarında hükümetin İstanbul Sözleşmesinden çekilmesi veya çekilmemesi bir öneme haiz değildir. Geçmişte nasıl ki demokratik başörtüsü hakkı peşinde koşanların mahallesinde yer almadıysak, şimdi de sadece İS’ni hedef tahtasına koyup, adeta hükümete yönelik bütün tepkisini(!) bunun üzerinden yürütenlerle aynı mahallede ikamet etmiyoruz, etmeyeceğiz. Çünkü biz İslam’ın bütününe talip, küfrün bütününe de karşıyız. Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve Din tamamen Allah’a özgü oluncaya kadar mücadele edilmesi gerektiğine iman etmişiz.
Müminler olarak kanaatimiz odur ki, İS’nin şu veya bu şekilde sonlandırılmasından ziyade, gerek bu sözleşme zımnında gerekse bir bütün olarak toplum üzerinde uygulanan değiştirme-dönüştürme mühendisliğine dikkat etmemiz gerekir. İS bu mühendislik kapsamında yapacağını yapmış, İslam’ın mukaddeslerine karşı tam bir putperest savaşı vermiştir. İS miadını doldurmuş gibi görünmektedir ama bilinmelidir ki yerine, muhafazakâr iktidar eliyle daha şedit olan düzenlemeler ikame edilecektir. Şu anda yüzde doksan dokuzu Müslüman olduğu öne sürülen toplumdaki kadın-erkek ilişkisi, kadın hakları, evlilik, aile, ahlak, mahremiyet ve namus gibi alanlarda Kur’an’la taban tabana zıt bir zihniyet oluşturulmuş bulunmaktadır. Bu ‘necip millet’in kahir ekseriyet itibariyle ateistleştirilmesi pek mümkün değildir fakat ateizme rahmet okutacak gelişmeler yaşanmaktadır. Ahlaksızlık kelimesinin tanımlamada cılız kaldığı bir azgınlık/tuğyan hali pik yapmış bulunmaktadır. Tuğyanın hızı katlanarak artmaktadır.
Lut (as) ve beraberindeki müminleri, “temiz kalmak isteyenlermiş” diye küçümseyen Lut kavminin benzeri bir edepsizlik bütün bir toplumun tepesinde tepinmektedir. Devletin en yüksek siyasal mercilerinde oturanlardan başlamak üzere, az veya çok yetkisi olan herkes, akla gelen-gelmeyen her türlü pisliği alenileştiren necislere hak tanımaktan, ahlaksızlığın yasal güvencesinden dem vurmaktadır. Yüzde doksan dokuzun(!) hiçbir ağırlığı hissedilmemektedir. Lut kavminin varislerine bütün bir sistem ve toplumun belirli kesimleri kol kanat germekte, geri kalan namazında-niyazında’lar ise büyük bir huşû ile ibadetlerine devam etmektedirler.
Bütün bu gidişattan pek sıkıntı duymayan ilahiyat camiası ise -istisnaların varlığını tabi ki kabul ediyoruz- İbrahim’in, “belki ona müracaat ederler” diye kırmayıp, ‘sağlam’ bıraktığı put mesabesindeki putları indinde bir iki karışlık bir put postu edinebilmek için “İslam’ın devleti olmaz” yaygarasının ucundan tutmaya devam etmektedirler. Fetö artığı bu ilahiyatçılar, mevcut günah devletine laf ettirmeme azmindedirler.
Son söz: Müslümanların meselesi İS’nin kalkması-kalkmaması değil, Allah adına, Allah rızası için, kıyamete kadar sürecek olan Allah kelimesinin en yüce olması davasında bir tuğla koyabilmek, kafirlere de “siz kafirsiniz” diyebilmektir.
(Venhar)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *