Başöğretmenimiz ağzını doldura doldura Jean Jacques Rousseau dedi mi, akan sular dururdu! Öyle bir büyütme ki, ona eklemlenip büyüklenme olsun: “Biz Avropalıyız çocuklar!”
Yeni Akit yazarlarından Yavuz Bahadıroğlu bugünkü yazısında batı medeniyetinin Türkiye’de nasıl yerleştirildiğini ve “Bizimkiler”in nasıl kaybedildiğine değindi. Bahadıroğlu, “Çocuklarımız neden komünist oluyor, anlayamıyıh!” sorusuna da yer verdiği yazısında, “Bir zahmet anla artık: ‘Ayasofya yetmez, Sultanahmed Camii’ni de müze yapalım’ diyen CHP İstanbul milletvekili İbrahim Kaboğlu işte bu sistemin ürünü…” dedi.
Bahadıroğlu’nun “Jean Jacques Rousseau mu?” başlıklı yazısı şöyle:
Başöğretmen Hikmet Bey (bizim zamanın ilkokullarında müdür yerine başöğretmen vardı), “Biz Avropalıyız çocuklar” dedikçe sevinir, sanki başımız göğe ererdi.
Anında Aristo ile, Kepler’le, Diyojen’le irtibat kurardık: Arşimet’le birlikte hamama girip suyun kaldırma gücünü arar, bulunca da tıpkı onun gibi “Evreka” diye bağırırdık!..
Biz, Newton gibi başımıza elma düşsün diye elma ağacının altında saatlerce uyuklayan bir nesiliz!..
Denizde tas yüzdürmüşlüğümüz, kafamıza elma düşürmüşlüğümüz var…
Kitaplarımızda resmi bulunan “Yunanlı atlet”le birlikte disk atar, “Yunan devlet adamı Perikles”in resmine hayran hayran bakardık.
Kendimizi özdeşleştirmeye çalıştığımız insanların kimisinin psikopat, kimisinin şizofren, kimisinin ahlâksız olduğunu henüz bilmiyorduk.
Bilsek de fark etmezdi zaten: “Var” olabilmek için, “Düşünüyorum, öyleyse varım!” diyen Descartes’le bütünleşmek zorundaydık: “Cogito, ergo sum!” Üüüff! Herif ne tumturaklı lâf etmişti ama…
Gel de eklemlenme: Böyle oturaklı lâf eden başka kimse de yok kitapta.
İbn Sina, İbn Rüşd, Sühreverdi, Râzi, Kâtip Çelebi, Gazali, Farabi, Biruni, İbn Haldun, Uluğ Bey, Ali Kuşçu gibi, inancımızın ve kültürümüzün filozofları ile ilim adamları çıkarılmış kitaplarımızdan…
Resimleri kitaplara basılmıyor, duvarlara asılmıyor (temsili de olsa hani):
Keşifleri, buluşları, fikirleri, hizmetleri anlatılmıyor…
“Bizimkiler” resmen kaybedilmişler.
Jean Jacques Rousseau neyimize yetmiyor ki, diye mi düşünüyorlar; hem ismi de uzun, oku oku bitmez!
Başöğretmenimiz ağzını doldura doldura Jean Jacques Rousseau dedi mi, akan sular dururdu! Öyle bir büyütme ki, ona eklemlenip büyüklenme olsun:
“Biz Avropalıyız çocuklar!”
Sokrates, Descartes, Heraklitos, Çiçero, Epikuros, Demokritos, Eflatun, Voltavire, Sokrates, Aristoteles, Kant, Hegel, Engels, Marx…
Sonra “Çocuklarımız neden komünist oluyor, anlayamıyıh!”
Bir zahmet anla artık: “Ayasofya yetmez, Sultanahmed Camii’ni de müze yapalım” diyen CHP İstanbul milletvekili İbrahim Kaboğlu işte bu sistemin ürünü…
Adam profesör bir de: Üstelik Anayasa Hukuku dalında. Anlaşılan o ki, mevcut sistem kurulduğu günden beri hiç değişmedi: Çocuk bu bozuk sistemin içinde ne kadar kalırsa o kadar bozuluyor. Aah başöğretmenim, bize ne yaptın böyle?
“Varoluşu sorgularken, Descartes’in vardığı finali hiç unutmayın çocuklar!” Hiç unutmadık hocam: ‘’Cogito ergo sum!’’
Bu yolun dinsizliğe, imansızlığa, faşizme ve komünizme çıktığını da yaşayarak gördük!
“Düşünüyorum, öyleyse varım” ha!
Dünya kuruldu kurulalı hiçbir inek hiçbir keşifte bulunmadı, hiçbir arı hiçbir icat yapmadı, ama inek süt vermeyi, arı bal yapmayı biliyor. Peki, onlar “var” mı, “yok” mu? Diye bir soru sormuştum ya, ne kadar masumca idi…
Hay gidi denize hamam tası eşliğinde girip batırdığımız, sonra da kahkahalar atarak “Evreka” yerine “kukureka” diye bağırıp Arşimet’le alay ettiğimiz günler…
Bizden âlimleri tanımadığımız, Avrupalılarla da genlerimizi bir türlü barıştıramadığımız için, ancak böyle bir tepki geliştirebiliyorduk, ne yapalım.
Şimdi düşünüyorum da, bütün bu kendimize yabancılaştırmalar, Avrupa’ya eklemlemeye çalışmalar, devrimlere gönlümüzü ısıtmak içinmiş…
Tarihi yapanlara bakıyorsunuz, farklı kıyafet, eski mezar taşlarına bakıyorsunuz, farklı alfabe…
Mezar taşlarımızda sarık, başımızda şapka!..
Başöğretmen bunu sentezlemeye çalıştı, ama galiba olmadı.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *