“İsrail’le olan gizli fakat stratejik işbirliği, ABD’deki İsrail lobi ve çevreleri ile olan yakın temasları üzerinden güç kazanma çalışmalarına rağmen BAE’nin unuttuğu konu, İsrail ile olan sorunların Arap vicdanına dokunan sorunlar olduğudur.”
Amerika’nın ‘Küçük Sparta’sı: BAE
Mete Sohtaoğlu / Mücerret
2000’li yılların ortalarında başlayan halk hareketlerini tüm Körfez monarşileri gibi kendi siyasi meşruiyetine ve yönetimine bir tehdit olarak değerlendiren Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), son 5 yılda dış politika çizgisini saldırgan ve gücünü aşan müdahaleci bir çizgiye taşıdı. Diğer Körfez monarşilerinin arasından sıyrılarak Ortadoğu’daki karşı-halk devrimi hareketlerinin baş aktörü olarak öne çıktı.
O yılları anımsayanlar İstanbul’da Körfez/Arap medyasının şube/ofis açtığına da tanık olacaktı. Daha eski yıllarda da istihbarat ağını güçlendirmeye özel önem veren BAE yönetimi aynı zamanda işin propaganda/medya ayağının da tohumlarını attı. Bu kapsamda, sosyal medya platformlarındaki aktivistlere, Youtuber denen kişilere, internet sitelerine, Arap ve Avrupa ülkeleri ile ABD’deki stratejik araştırma ve medya kurumlarına mali destek sağladı, ortak oldu, satın aldı.
BAE veliaht Prensi Muhammed bin Zayid el-Nahyan’ın, takıntılı bir İran ve Müslüman Kardeşler(İhvan) düşmanı olduğunu biliyor. Halbuki kraliyet ailesini yakından takip edenler babasının tuttuğu özel hocalardan biri olan İzzeddin İbrahim’in önde gelen bir Müslüman Kardeşler üyesi olduğunu belirtiliyor.
Obama yönetiminin “tehlikeli ve dürüst olmayan” biri olarak tanımladığı bin Zayed”i, Trump yönetimi bölgedeki rejimleri değiştirmek için bir finansal bir alet olarak kullanıp müsamahalı davrandı.
Eski Amerikan Savunma Bakanı Emekli General James Mattis, bin Zayed nüfuzu altındaki BAE’yi “Küçük Sparta” şeklinde nitelemişti.
Nitekim BAE maceracı ihtirasları sebebiyle, Mısır’dan Suriye’ye, Libya’dan Yemen’e, Ortadoğu’daki çatışmalarda aktif taraf olup, halk tabanlı hareketlerin karşısında durdu ve bir bakıma kendi rejiminin meşruiyetini güçlendirmeye çalıştı.
Darbe tezgahları, ‘ılımlı İslam’ projeleri, insan kaçırma, keyfi gözaltı gibi ülkede kurumsallaşmış gayri ahlaki ve hukuki uygulamaların mimarı olan bin Zayid, kendisine muhalif olanları ezmekten de hiç çekinmedi.
Arap coğrafyasının topyekün duruş sergilediği tüm konuların aksine bin Zayed, sessiz sedasız İsrail ile de yakınlaşıp bu sinagog/cami projeleri gibi birçok işe de ülkesinin topraklarını açtı. Hatta Suudi Arabistan ile birlikte sessizce İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’yı ilhak planlarına dolaylı destek verdiler.
İsrail’le olan gizli fakat stratejik işbirliği, ABD’deki İsrail lobi ve çevreleri ile olan yakın temasları üzerinden güç kazanma çalışmalarına rağmen BAE’nin unuttuğu konu İsrail ile olan sorunların Arap vicdanına dokunan sorunlar olduğudur.
Geçtiğimiz Mart ayı başında Muhammed bin Selman’ın inisiyatif alarak Rusya ile başlattığı petrol savaşıyla petrol fiyatlarının tarihin en büyük çöküşünü yaşaması Suudi ekonomisine ağır bir yük yüklemenin ötesinde Suudi Arabistan’ın en önemli müttefiki olan ABD’nin, Suudilere yüz yıla yakın bir süredir sağladığı siyasi, askeri desteği de sonlandırabilir. Bu süreçte kendini Suudilerle konumlandıran BAE de, giriştiği iddialı ve maceracı politikalarla, derin bir askeri, ekonomik ve toplumsal krize doğru sürüklenebilir.
Geçmişteki Arap coğrafyasındaki Osmanlı hakimiyetini düşmanlaştırarak Arap milliyetçiliğine oynayan Abu Dabi yönetimi diplomatik söylemlerini de temelsiz iddialar üzerine inşa ederek aralarında Türkiye’nin de olduğu birçok ülkeyi de hedef alıyor.
Yıllar önce Mısır’da olduğu gibi Abu Dabi yönetimi Filistin’i terk etmek zorunda kalan Muhammed Dahlan vasıtasıyla 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin başarılı olması için 3 milyar dolar finansman sağladığı da medyada yer almıştı.
Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Bahreyn’in 5 Haziran 2017’de Katar ile tüm diplomatik ilişkilerini kesmeleri ve ekonomik abluka uygulamalarıyla başlayan Körfez krizinde BAE liderliğindeki bu ittifak Katar’da da bir darbe zeminini yoklamıştı. Türkiye’nin Katar’ın yanında yer alması ve Katar’a askeri destek vererek, ülkede konuşlanması sonrasında planları bozulan BAE, Türkiye ile olan ilişkilerindeki gerginliği daha da tırmandırdı.
Özellikle Türkiye karşıtı hamleleri dikkat çeken, Suriye’de 2011’de başlayan halk ayaklanmasından 1 sene sonra Şam Büyükelçiliğini kapatan BAE, Aralık 2018’de bu ülkedeki büyükelçiliğini yeniden açtı.
BAE’nin, Suriye’nin Arap Birliği üyeliğinin askıya alınmış olmasına rağmen attığı bu adım ile “ortak Arap mutabakatının dışına” çıkarak rejime olan örtülü desteğini açık bir desteğe dönüştürdü.
BAE yönetimi, Mısır’da ülkenin seçilerek iş başına gelmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye, Libya’da Birleşmiş Milletler nezdinde meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) karşı ve Arap halk hareketlerini desteklemeyen politikasını Suriye meselesinde de uyguladı.
Suriye’de İran destekli militanlar konusunu görmezden gelen Abu Dabi yönetiminin Esad rejiminin yıkılması durumunda Suriye’de İslami hareketlerin etkin olmasından korktuğu da dillendirilebilir.
BAE’nin en büyük korkularından bir tanesinin siyasi ya da askeri olarak bu grupların ülke sınırlarına yaklaşması ya da giriş yapması. Neticede 2015’te Suriye’ye giren Rusya’dan farklı bir politika izlemediği hatta paralel bir yol izlediği de söylenebilir.
Özellikle kana bulanmış İslam coğrafyasına, sorunlarına getirdiği eleştirilerle, söylemlerle Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin Arap ülkelerinin halklarında taban ve karşılık bulması da BAE açısından bir sorun teşkil ediyor. Abu Dabi yönetimi Türkiye benzeri bir modelin Arap dünyasında kabul görmesini de kabus senaryosu olarak değerlendiriyor.
Sınırları cetvelle çizilmiş bir devlet olarak 48 yıllık ömrü olan BAE’nin Suriye, Tunus meselesindeki tavrı, Mısır darbesi, Türkiye’de darbe girişimi, Afrika politikaları, Arap/Körfez coğrafyası içindeki derin görüş ayrılıklarını gün yüzüne çıkardı, kurumsal işbirliğini sona erdirdi.
Türkiye’nin Katar meselesindeki duruşu, Suriye meselesinde karar verici, proje bozan hamleleri sonucu BAE’de İranvari bir hamle ile Suriye ve son dönemde Libya’da yerelde silahlı örgütlerle, terör örgütleriyle iş birliği yapma yoluna gitti.
Ekim 2017’de Suudi Arabistan’ın Körfez İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Samir Sebhan, ABD’nin Koalisyon Özel Temsilcisi Brett McGurk’la beraber Rakka’da YPG/PKK militanlarıyla yaptığı toplantılar ileride Riyad ve Abu Dabi’ye taşındı. Aralık 2019’da BAE, Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı Mazlum Kobani kod adlı Ferhat Abdi Şahin’i Abu Dabi’de ağırladı.
(Suudi Arabistan) BAE, PKK kartını kullanarak Suriye’de ‘sınır muhafızları’ adı altında Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için yaklaşık 1 milyar dolar para harcadı.
Ocak 2018’de Suriye’nin Afrin bölgesini PYD/YPG militanlarından arındırmaya yönelik başlatılan Zeytin Dalı harekâtının bu iki ülkenin sert tepkisiyle karşılaştığını da not etmeliyim. Zira aynı dönemde bu iki ülke Türkiye’de mülteci kamplarında Suriyelileri ayaklandırarak isyan çıkartma teşebbüslerine de girişti.
Bu dönem mülteci kamplarında para ile tutulmuş bazı kişiler Türkiye’ye yönelik kışkırtma girişimlerinde bulundu.
Burada bu konudan ayrı olarak 2019 Nisan ayında İstanbul’da muhalif Arapları izleyip fişleyen ve Türkiye’ye karşı casusluk faaliyeti yürüten Birleşik Arap Emirlikleri istihbaratına mensup iki ajanın yakalandıklarını ve suçlarını itiraf ettiklerini de hatırlatayım.
Gene bu dönem Rusya ve İran’ın da desteğini arkasına alan rejim güçleri, İdlib’de Türkiye’nin gözlem noktalarını hedef alan saldırılara başladı.
Buna karşılık Türkiye tarafından Şubat 2020’de başlatılan Bahar Kalkanı Harekatı sonunda Rusya ile Mart 2020’de Moskova Mutabakatı’nın imzalanması sonrası BAE, Şam’da Esad yönetimiyle irtibata geçerek 3 milyar dolar mali yardım yapma karşılığında ateşkes kararına uymamasını istedi.
Esad yönetiminin BAE’nin bu talebini kabul etmesi ve yeniden saldırı hazırlığı içerisine girmesi üzerine Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Suriye’yi ziyaret ederek Şam’ı uyardı.
Körfez’de önemli bir mali güce sahip BAE, petro-dolar gücünü kullanarak Ortadoğu’da gerçekleştirdiği yayılmacılığa ilaveten, Doğu Afrika, Batı Asya ve Uzakdoğu’ya uzanan yatırım ve işbirliği arayışlarını da sürdürüyor.
BAE’nin gene 2012 yılından beri sessiz ve derinden Çin ile yakınlaşma çabaları var. Çin 2015 yılında BAE’nin en büyük ticari ortağı iken, BAE bugün Çin’in ikinci büyük ticari ortağı haline geldi.
BAE’nin su yolları ve gıda sorunu
BAE, 2030’a doğru savaşlar çıkacak kadar önem kazanan su yollarında da nüfuzunun olmasını istiyor.
Bu sebeple de BAE’nin başını çektiği 8 ülkenin dışişleri bakanlarının Aralık 2018’de Riyad’da düzenledikleri toplantılarda bir anlaşmaya varmalarından bir yıl sonra Kızıldeniz ve Aden Körfezi kapsayan bir yapı olan Arap ve Afrika Devletleri Konseyi kuruldu.
Küresel ticaretin ana arterlerinden biri olarak olan bu bölgenin önemi küresel ticaret hareketindeki yolu kısaltan Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra daha da arttı. Bu su yolu, Asya ve Afrika kıtalarını iki bin kilometreden daha fazla bir mesafeyle birbirinden ayırıyor ve Kızıldeniz’i, Bab ül-Mendeb Boğazı üzerinden Aden Körfezi’ne ve Arap Denizi’ne; Süveyş Kanalı üzerinden ise Akdeniz’e bağlıyor.
Devlet dışında da hem korsanlar hem de silahlı gruplar bu bölgeyi kontrol altına almak için birbiriyle yarışıyor.
Günümüzde yaşadığımız koronavirüsü salgını, küresel düzeyde olduğu kadar gıda sektörünün kapatılmasına neden oluyor.
Körfez’in gıda ihtiyacının yüzde 80’inin yurt dışından sağlandığı gerçeği ortasında özellikle Arap dünyası ve Körfez bölgesi için su yolları hayati önem kazanıyor.
Başta BAE olmak üzere Arap dünyasında gıda ithalatına olan yoğun bağımlılık dolayısıyla salgınla mücadele etmek için küresel tıbbi malzemelerin azalması da BAE’de gıda güvensizliğine olumsuz şekilde yansıyor. Neticede BAE artık sınırların kapatılması, hareket kısıtlamaları, nakliye ve havacılık endüstrileri ve uluslararası mal taşımacılığındaki aksaklıklardan dolayı başta pirinç olmak üzere gıda tedarikinde zorlanıyor.
Afrika’daki tarım arazilerine gözünü diken BAE aynı zamanda Suriye’de YPG/PKK örgütünün kontrol ettiği alanlardaki tarım ürünlerini de ülkesine aktarmanın yolunu arıyor.
BAE her ne kadar “Süpermarket rafları halen dolu” dese de büyük tepsilerdeki pilav üstü et merasimlerinin nostaljik bir anı olarak kalacağı aşikar.
Körfez’de buğday gibi yetişmesi zor temel gıda ürünleri olduğu düşünüldüğünde herkesle kavgalı bir BAE’nin bunu nasıl başaracağı bir soru işareti.
Pakistan’ın Sind, Belucistan ve Pencap eyaletlerinde pirinç hasadı başladı. Hasat mevsimi bu ayın sonuna kadar devam edecek. Koronavirüs salgınının patlak vermesiyle pirinç üreten ülkeler, daha çok iç tüketimi sağlama eğiliminde.
Koronavirüsü salgınının etkilerinin uzun bir süre daha devam edeceği düşünüldüğünde balta BAE olmak üzere Körfez’in gıda ithalatına bağımlılığı 2030’dan sonra bile karşılaşacağı temel zorluklardan biri olmaya devam edecek.
Abu Dabi yönetiminin toplumsal isyanlar veya kitlesel/mobil terör gerekçesiyle “şiddete” karşı mücadele bahanesiyle topluma boyun eğdirme ve insanları endişelendiren bir kaosa sürüklenmekle korkutma politikası ne kadar devam edebilir?
Arap milliyetçiliği ile soslandırılmış bir liberal-otoriter monarşik yapı haline gelen Abu Dabi yönetimi ulusal onuru savunmakla meşgul olduğunu beyan ederek Yemen’de sahaya sürdüğü bugüne kadar hiç savaş tecrübesi olmayan ordusunun kalıntıları tabutlar içinde ülkeye dönerken daha bunu ne kadar devam ettirebilecek?
BAE yönetimi gerçek meşruiyetini, ülkede ya da eskiden iş birliği yaptığı ülkelere nüfuz ederek şiddeti tekelleştirmekten değil, kendi insanları gibi başka ülkelerdeki insanların da çıkarlarını dikkate alma erdemini, becerisini gösterdiğinde sağlayacak.
BAE, neticede gerginlik/çatışma noktalarının kalbinde yer alıyor. Ve bu salgının etkisiyle etrafındaki ülkeler hatta bizzat kendisi yenilenen terör- isyan dalgalarına maruz kalabilir ve bölgesel bir müdahaleyi besleyebilir.
Koronavirüsü insanları, ülkeleri servetlerine göre ayırmıyor, etkileri de ayırmayacak.
Salgın, İran, Cezayir, Lübnan ve Irak’taki protesto eylemlerini sokaklardan uzaklaştırmayı kısmen başarsa da bu durum da geçicidir.
Başta Mısır, BAE olmak üzere otoriter rejimler koronavirüsünü kontrol etmek iddiasıyla aldıkları önlemlerle toplumsal kontrolü artırmak, protestocu ve ‘ezdikleri’ muhaliflerin hareketlerini takip etmek için salgını kullanmaya devam edecekleri de görülüyor.
BAE, hem bölgesel hem de küresel asabiliğini yenip munis bir ülke olacak mı? Bunu da göreceğiz. Ama dersini aldıktan sonra.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *