İnsanlar gerekli dersleri almış ve Allah’a isyan yerine itaat üzere bir hayata ve bu minvalde toplumsal bir nizama yönelecekler mi, yoksa Kur’an’da zikredilen, fırtınaya yakalanmış gemi meselindeki gibi nankörce bir tutum mu takınacaklar?
Ortaya çıktığı 2019’un Aralık ayından bu yana tüm dünyada gündemi belirlemekte olan yeni tip koronavirüs ile, kökeni, etkileri, insanlığa mesajları konularında bir söyleşi gerçekleştirdik.
Koronovirüs teşbihen konuşturulduğu röportajımızda, insanlığın karşı taraftan bakıldığında nasıl göründüğüne ilişkin yorum yapılıyor. Virüsün, kaynağı itibariyle ister laboratuvar üretimi, ister doğal yollarla ortaya çıkmış olsun Allah’ın ayetlerinden bir ayet olarak önemli bir imtihan vesilesi olduğu kaydedilen röportajı Şükrü Hüseyinoğlu gerçekleştirdi.
İşte o röportaj:
Şükrü Hüseyinoğlu: Sizin için “biyolojik silah” diyen de var, “dabbetul arz” diyen de, şehrin uzağından koşup gelerek insanlara “Allah’a ve birbirinize muhtaç olduğunuzu unutup müstağnileştiniz, müstekbirleşip tuğyan ettiniz, taği ve dahası tağutlaştınız. Yeryüzünü zulme, kana boğdunuz. İşte ben Allah’ın size gönderdiği bir uyarıcıyım” diyen bir nezir olarak gören de var. Sizi kendi ağzınızdan tanıyabilir miyiz?
Koronavirüs: Bildiğiniz gibi ilk olarak Çin’in Vuhan kentinde, Aralık 2019’da, yarasa dâhil sizlerin yanına dahi yaklaşmaktan kaçınacağınız çeşitli hayvanların yiyecek olarak satıldığı deniz ürünleri pazarında çalışan bir kişide ortaya çıktım. Hayvandan insana bulaşan bir virüs olsam da, insandan insana ve çok kolay bulaşma özelliğimden ötürü hızla yayıldım. Çin yönetimi ilk birkaç hafta varlığımı saklasa da, kontrol edilemez bir yayılım göstermem sebebiyle varlığımı kabul etti ve Vuhan şehrini tamamen izole edecek şekilde karantina tedbirlerine başvurdu. Ancak başlangıçtaki gizleme tutumları sebebiyle Vuhan sınırlarını aşıp tüm dünyaya yayılmaya başlamıştım bile. Şimdi gördüğünüz üzere tüm dünyanın sorun olarak gördüğü ve işini gücünü bırakıp mücadele ettiği “insanlığın baş düşmanı” haline getirildim. Bu arada bana COVID-19 diye de bir isim verildi.
Kökenim konusunda açıkçası ben de çok bilgi ve fikir sahibi değilim. Allahu a’lem, biyolojik bir silah da olabilirim, Çinlilerin tayyibat yerine habîsata dayalı beslenme alışkanlıklarının neticesi ortaya çıkmış bir hastalık unsuru da olabilirim, Allah’ın insanları ikaz etmek, hadlerini hatırlatmak için var ettiği bir nezir/uyarıcı da olabilirim. Fakat kökenim bunlardan hangisi olursa olsun, neticede Allah’ın âyetlerinden bir âyet olduğumda kuşku yoktur.
Eyvallah. Var olan her şey Allah’ın bir âyetidir ve her âyet beraberinde bir mesaj taşır. Sizce siz hangi mesajı taşıyorsunuz insanlık için?
Her şeyden önce, gözle görülemeyen, ancak gelişmiş mikroskoplarla görüntülenebilen bir virüs olarak, mustağnileşip müstekbirleşen, burnundan kıl aldırmayan insanlara, yeryüzünde rablik ve ilahlık taslayan tağutlara, Firavun düzenlerine acziyetlerini hatırlatan, Kur’an’da Fâtır Sûresi 15. âyette vurgulandığı üzere insanların Karun kadar varlıklı olsalar dahi Allah’ın karşısında herhalükârda fakir (muhtaç) durumda oldukları gerçeğini vaz’eden, insanlara kapılıp sürüklendikleri bu fâsid hız ve haz selinden şöyle bir sahile çıkma, durup düşünme, olup-biten, gidişatı sorgulama imkânı sağlayan bir âyet niteliği taşıyorum. Mesajım budur. İnsanlara “Durun kalabalıklar! Bu cadde çıkmaz sokak” diyorum, hadlerini, hududlarını hatırlatıyorum.
Bu noktada taşıdığım mesajın karşılık bulup etkili olduğunu da söyleyebilirim. Mesela İtalya Başbakanı’nın “Salgının kontrolünü kaybettik, fiziksel ve zihinsel olarak öldük, artık ne yapacağımızı bilmiyoruz. Dünyadaki tüm çözümler sona erdi. Artık tek çözüm gökyüzüne kaldı” sözleri, insanın Allah’a muhtaç oluşunun, Allah’ın karşısındaki fakru zaruretinin bir itirafından başka bir şey değildir. Tabi ben ortadan kalktığımda bu sözler unutulup mustağnilik ve müstekbirliğe devam edilir mi bilemem.
Bizler yıllardır insanlara “Rabbimizin haram kıldığı fısk-fücurdan, münkerden sakının, uzak durun. Hududullaha riayet edin. Allah’a itaat üzere temiz bir hayat yaşayın ki, dünyada ve âhirette mutluluğa ulaşasınız” nasihatında bulunuyoruz, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” diye feryat ediyoruz. Fakat çok kulak veren olmadı. Siz ortaya çıktınız, “Durun kalabalıklar” dediniz ve insanlar durdu. Ne dersiniz?
Şehirlerinize bakın, düne kadar fısk-fücurun kol gezdiği caddeler, sokaklar benim sayemde mükerattan ne kadar da arınmış halde. Haramın sınırsızca ve aleni işlendiği barlar, gazinolar, meyhaneler vs kapalı. İnsanlar nicedir teslim oldukları haz ve hıza dayalı koşturmacayı terk edip, ihmal ettikleri evlerine çekilmiş durumda.
Yöneticiler benden korktukları için bu fısk-fücur mekanlarını kapatma kararı aldı, mekan sahipleri de yöneticilerin uygulayacağı yaptırımlardan korktukları için bu karara uyuyor. Yol açtığım salgın tehdidi geçince buralar maalesef yeniden açılacak, şehirler yine fısk-fücurla dolacak. Şayet yöneticiler ve halk Allah’a, O’nun cennet vad ve cehennem vaidine gerçekten iman etmiş olsaydı bugün benim varlığım sebebiyle alınan tüm bu kararlar, fısk-fücurdan sakınma tutumu, egemen hayat tarzı olurdu.
Sizin için virüs deyip geçiyoruz fakat olup-biteni, gündemi çok iyi takip ettiğiniz anlaşılıyor…
Gündemi takip etmek de ne söz, kaç aydır bizatihi gündemi ben belirliyorum!
Evet haklısınız. Bu arada sizin için “Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Yemen’de bombardımanlarla paramparça edilen, “Sizi Allah’a şikayet edeceğim” diye feryat eden, Akdeniz’de, Ege’de batan mülteci teknelerinde boğulan çocukların ahının bir neticesi, bu zulümlere seyirci kalan insanlığın kaçınılmaz olarak muhatap kılındığı bir musibet yorumları da yapılıyor. Bu konuda bir yorumunuz olacak mı?
Tabi tüm bunları ancak sizlerin de benim de Rabbim olan Allah bilir. Kur’an’da, insanlar haddi aşıp tuğyan ettiğinde, yeryüzünde fesadı çoğalttığında yalnızca zulmedenlere isabet etmekle de kalmayacak umumi bir musibetin beklenmesi gerektiği vurgulanıyor. Özellikle 2001’de Afganistan, 2003’te Irak’ın Amerikan emperyalizmince işgali ve devam eden süreçte milyonlarca mazlum insanın hunharca katledilmesine fiilen ortaklık eden “uluslararası toplum”un bu suç ortaklığı, 2011’de Suriye’de Baas rejiminin doğrudan halkı hedef alan katliam politikası ve 2015’te Rusya’nın bir işgalci güç olarak fiilen müdahil olmasıyla katlanarak artan ve doğrudan çarşı-pazar, fırınlar gibi sivil alanları hedef alan bombardımanların sessizce izlenmesi, mültecilere kapıların kapatılması sonucu botlar ve teknelerle Akdeniz’i, Ege’yi geçmeye çalışırken boğulup denizde kaybolan binlerce mültecinin acısı, paylaşım yerine yığma ve yağmaya dayalı kapitalist düzenin ahtapot misali dünyaya hükümran oluşu, insanlığın boynundaki ağır veballerdir. Tüm bunların ilânihaye karşılıksız kalacağını düşünmek eşyanın tabiatına da aykırıdır. “Allah imhal eder, fakat ihmal etmez” diye bir söz vardır, Kur’an’ın konuyla ilgili âyetlerinden mülhem.
Evet bugün insanlar benim yol açtığım hastalık sebebiyle acılar yaşıyor, hayatlarını kaybeden insanlar, yakınlarını kaybedenler, hastanelerde sıkıntılar yaşayanlar, işini kaybedenler söz konusu. Bu insanların acısını ben de yüreğimde hissediyorum. Fakat istiğna, istikbar ve tuğyanın hükümran olduğu, dolayısıyla zulüm ve sömürünün kol gezdiği, mazlum ağıtlarının bütün bir küreyi sarıp yürek yaktığı bir dönemde, insanlığın yalnızca zulmedenlere dokunmakla kalmayacak umumi bir musibete muhatap olması muhtemeldi diyebiliriz. Rabbimiz Tevbe Sûresi 126. âyette “Görmüyorlar mı ki, her yıl bir ya da iki kere imtihan ediliyorlar; sonra yine ne tevbe ediyorlar ve ne ibret alıyorlar” buyuruyor. Gerekli dersleri alıp tevbe-i Nasuh ile hallerini düzeltmeye vesile yapabilirlerse insanların bundan sonraki dünya hayatları ve akibetleri, âhiretleri için bir nimete de dönüştürülebilir.
Dünya çapında yöneticiler ve toplumların size ve etkilerinize dair gündemleri sebep olduğunuz hastalık ve salgının önlenmesi, söz konusu hastalık ve salgından korunma düzeyinde kalsa da, düşünen insanların sizin insanlığın gidişatı konusunda vermekte olduğunuz mesajlar üzerinde kafa yormaya başladığı da bir gerçek. Sizin, Allah’ın bir âyeti olarak taşıdığınız mesajlar konusunda Müslüman düşünürlerin çok önemli vurgular yaptığını gördüğümüz gibi, farklı kültürlere mensup düşünürlerden de dikkat çekici çıkışlar geliyor. Fransız düşünür Edgar Morin’in ülkesinde bir dergiye verdiği mülakatta ‘Virüsün verdiği mesajlar açık. Bu mesajları duymak istemememiz talihsizlik olur’ dedikten sonra tüm bir insanlığı kapitalist tröstlerin uysal üretim-tüketim köleleri haline getirmeyi gaye edinmiş olan küreselleşmeyi eleştirmesi örneğinde olduğu gibi. Bu konuda bir yorumunuz olacak mı?
Bahsettiğiniz düşünür o mülakatta “Koronavirüs bize tüm insanlığın, toplumsal ve siyasi olarak bir New Deal için, neoliberal doktrini terk edecek yeni bir yol araması gerektiğini söylüyor” ifadelerini kullanıyor. Bu fıtri bir itiraz ve arayışı ifade ediyor. Tabii ki Fransız bir düşünürün insanlık için fıtratları, yaratılışlarıyla uyumlu bir New Deal (Yeni Düzen) önerebilmesini beklemek gerekir. Onunkisi ancak bir sorgulama ve arayış düzeyinde kalacaktır. Zira onun elinde bir hidayet rehberi, yol haritası bulunmamaktadır.
Edgar Morin gibi, insanlığın sürüklenmekte olduğu neo-liberal tuğyan seline kapılmak yerine onu sorgulamayı tercih eden insanların konumu, İslam öncesi Mekke’de var olan Hanifler’in halini çağrıştırmaktadır. Mevcut işleyiş ve gidişata itiraz eden ve fakat bir hidayet rehberine sahip olmadıkları için yeni bir toplumsallaşma, yeni bir gidişat ve düzen öneremeyen… Mevcut gidişata itiraz etmekle kalmayıp, insanlığın ihtiyacı olan ictimai, iktisadi ve siyasi inşa ve işleyişi, yani Yeni Düzen’i kurabilecek olan yalnızca, Allah’ın insanlık için bildirdiği hidayet rehberi Kur’an’la mücehhez olmayı başaracak olan Müslümanlardır.
Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi nazi toplama kamplarının 21. asır versiyonu olan kamplara toplayıp insanlık dışı uygulamalarla asimile etmeye çalışan zalim Çinlileri, virüsten korunma amaçlı devasa kamplara mahkûm eden, mü’min kadınların tesettürüne el uzatmalarına karşılık onları tepeden tırnağa “tesettüre” bürüyen, kendilerini yenilmez, bileği bükülmez olarak gördükleri bir dönemde neticede bir virüs karşısında bile çaresizliğe mahkûm aciz beşerler olduklarını hatırlatan ibretlik bir işlev de gördünüz. Sizce doğum yeriniz ve kasıp-kavurduğunuz ilk ülke olan Çin’de toplum ve yöneticiler sizden gerekli dersleri, ibretleri alacaklar mıdır?
Umarım alırlar demeyi çok isterdim. Bu konuda müstekbirlerin geçmişten bugüne ortaya koyduğu genel tutumu göz önüne aldığımızda çok ümitvar olmadığım için, dilerim alırlar demekle iktifa etmek isterim. Yukarıda hatırlattığım Tevbe Sûresi 126. âyet ve benzeri birçok âyet de müstekbirleşmiş toplumların çoğunlukla, muhatap kılındıkları musibetlerden gerekli dersleri çıkarmak yerine, düze çıktıklarında istiğna, istikbar ve tuğyan üzere olan isyanlarını sürdürdüklerini bize haber vermektedir. En’am Sûresi 43. âyette de Rabbimizin beyanını okuyoruz: “Hiç değilse onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tevbe etselerdi ya. Fakat (bunu yapmadılar), kalpleri katılaştı. Zaten şeytan da yapmakta olduklarını onlara süslü göstermişti.”
Bu konuda Kalem Sûresi’nin 17-33. âyetlerinde zikredilen “bahçe sahipleri kıssası” her çağın olduğu gibi bu çağın insanları için de çok önemli dersler içermektedir. Hadsizlikleri, Allah’sız bir hayat tasavvurları ve En’am 141, Zariyat 19, Mearic 24-25. âyetlerde vurgulandığı üzere yeryüzündeki zenginliklerde, ürünlerde Allah’ın tüm kullarının hakkı olduğu gerçeğini unutup, paylaşmak yerine yığmayı tercih eden yaklaşımları sebebiyle Allah’tan bir ceza ve ikaz olarak musibete maruz kalan bahçe sahipleri, bu musibet karşısında doğru tutumu takınarak muhasebe-özeleştiri ve tevbeye yöneliyor ve böylece musibeti haklarında hayra çevirmiş oluyorlardı.
Keşke günümüz toplumları da, içinde bulundukları Allah’sız / Allah’a rağmen hayat anlayışlarını ve buna dayalı siyasi, ictimai, iktisadi zulüm işleyişlerini hiç değilse benim ortaya çıkışımla muhatap kılındıkları musibet vesilesiyle sorgulayabilse, bir özeleştiri ve tevbe sürecine yönelebilseler.
Bir Çinli olarak, son yıllarda devasa bir ekonomiye dönüşen, dünyanın en önemli üretim merkezi haline gelen Çin hakkında bizleri kısaca bilgilendirir misiniz?
Doğru, Çin bugün üretim ve tedarik merkezi olarak tüm dünyadaki üretim-tüketim süreçlerinin kendisine bağımlı hale geldiği, küresel ekonomik işleyişin merkezinde yer alan bir ülke konumunda ve devasa bir ekonomik büyüklüğe ulaşmış durumda. Bu tabi dışarıdan bakınca imrenilecek bir durum gibi geliyor çoğu insana. Fakat bu “ışıltılı” tabloya merceği biraz yaklaştırdığınızda hiç de içaçıcı, imrendirici olmayan gerçeklerle karşılaşıyorsunuz. Hani sizde “Dışı sizi, içi beni yakar” diye bir deyim vardır ya, tam da öyle işte. Sosyalist bir rejim olma iddiası taşıyan, bununla birlikte küresel kapitalizmin tam anlamıyla hamallığını üstlenmiş olan ve bu hamallığı bihakkın yerine getirebilmek, küresel kapitalist tröstleri memnun edebilmek için de kendi insanını kelimenin tam karşılığıyla köleleştirmiş bir ülkeden söz ediyoruz.
Türkiye’de Çin rejiminin Doğu Türkistanlılara yönelik faşist politikaları, kelimelerin anlatmakta aciz kaldığı zulümleri bir parça da olsa biliniyor, fakat küresel kapitalizmin kölesi haline gelmiş bu zalim rejimin kendi halkına olan zulmü, onları vardiya sistemiyle acımasızca döndürülen üretim bantlarında insanlık dışı şartlarda çalışmaya mahkûm etmesi, robotlar misali üretim çarklarının sıradan parçaları haline getirdiği bilinmiyor.
Rabbimizin emir ve nehiyleri karşısında yaygın bir duyarlılık göstermeyen, sakınma bilinci (takva) tutumundan oldukça uzak olan ekserun nas’ın, siz bulaşıcı bir virüs olarak ortaya çıkıp ölümlere yol açmaya başladıktan sonra, hastalığın bulaşmasına karşı çok ciddi bir sakınma (takva) tutumu takındığını, yiyecekler, temizlik gibi konularda hassasiyetle hareket etmeye başladığını görüyoruz. Sizin varlığınız insanların bu çelişkisini, salt dünya hayatını gözeten, onunla sınırlı olan algılarını bir kez daha açık etmiş oldu. Bu konuda neler söylersiniz?
Evet dediğiniz gibi benim ortaya çıkışım tüm dünyada alışkanlıkları değiştirmiş, insanların davranış biçimleri, toplumların algıları ve devletlerin sosyo-ekonomik politikaları konusunda önemli değişimlere yol açmış görünüyor. İslam’ın dünya ve âhiret saadetleri için insanlara vaz’ettiği temizlik, doğal, temiz ve sağlıklı beslenme gibi alışkanlıkların tüm dünyada gündeme gelip hatırlanması da benimle birlikte oldu. Dünya ve âhiret hayatlarının selameti açısından Rabbimizin sakınmalarını emrettiği hususlar konusunda yaygın bir duyarsızlık, hatta Allah’a itaatsizlik yaşanırken, benim ortaya çıkmamla birlikte insanlar salt hastalıktan korunmak için de olsa İslam’ın sakınılmasını emrettiği birçok davranış ve unsurdan sakınmaya, doğal beslenme ve temizlik gibi olumlu tutumlara yönelmeye başladı.
Başta, benim neticede Allah’ın âyetlerinden bir âyet olduğumu ifade etmiştim. İşte bir âyet olarak insanlar için taşıdığım mesajlardan biri de, dünya hayatlarının devamı için sağlıkları konusunda gösterdikleri bu titizliği, takındıkları sakınma tutumunu, hem dünya ve hem de onu Allah’ın istediği gibi ihya etmekle kazanacakları âhiret hayatlarının selameti konusunda göstermemekle içerisine düştükleri büyük çelişki ve çıkmazı onlara benim tutmuş olduğum boy aynasında göstermektir. Üç günlük ömürleri konusunda fıtri bir refleksle ve tabii ki haklı olarak titizlenen insanların, âkibetleri, âhiretleri için yaygın bir duyarlılık taşımamaları, aslında temelde gaybe, ahrete iman konusunda taşınan ciddi bir zafiyeti göstermektedir. Maalesef bu kendisini Müslüman olarak niteleyen toplumlar için de geçerli bir durum.
Çok önemli bir şey söylüyorsunuz. Dünyada milyarlarca insan farklı içeriklerle de olsa neticede Allah’ın varlığına ve O’nun insanı hesaba çekerek yapıp ettikleriyle yargılayacağına inandıklarını söylüyorlar. Siz ise insanların mevcut yaygın tutumlarından yola çıkarak, ekserun nas’ın gaybe, âhirete gerçekte iman etmediğini öne sürüyorsunuz…
Bakın, inandığını söylemek ve zannetmekle, inanmak, iman etmek çok ayrı şeylerdir. Bunun sağlaması da çok kolaydır. İnsan kendisine haber verilen bir tehlikenin varlığına gerçekten inanırsa o tehlikeye karşı tedbir alır. Bir metre sonrasının uçurum olduğunu kavrayan bir insan, yürüyüşünü durdurur ve geri çekilir. Şayet insanların büyük çoğunluğu Rabbimizin emir ve nehiylerini dikkate almayan bir yaşayış üzereyse bugün, bu durum insanların hesap gününe, Allah’ın vad ve vaidine gerçek anlamda, Kur’an’ın tabiriyle yakînen iman etmediğini gösterir. Bu sebeple insanların öncelikle bir tecdid-i imana ihtiyacı olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Benim dünyada oluşturduğum dehşetengiz etki ve gündem, bu konuda insanlara bir muhasebe, özeleştiri ve yönelim kapısı açarsa bu anlamda taşıdığım mesaj da yerini bulmuş olacaktır.
Tüm dünyada oluşturduğunuz etkilerden biri de, birkaç asırdır maruz kaldığı modern saldırıların ötesinde bir süredir post-modern saldırılar altında tamamen yok edilmek istenen aile ve ev mefhumlarının öneminin yeniden kavranması oldu. Ailenin ve evin önemini ortaya koyan hamlenizle modern ve post-modernizmin evi ve aileyi tarûmar etmeye yönelik hamlelerini şimdilik de olsa püskürtmeyi başardınız. Bu konuda gelecek adına ümitli misiniz?
Ben bu konuda üzerime düşeni yaptığımı düşünüyorum. Ailenin ve evin önemini tüm insanlara göstermiş oldum. Ailenin, evin kendileri için vazgeçilmez bir kale olduğunu, unutulmayacak bir dersle gündemlerine taşıdım. Bundan sonrası insanlara ait bir sorumluluktur. Olup-bitenden ders almak da, ben çekip gittikten sonra hiçbir şey olmamış gibi davranıp modern ve post-modern ifsada teslim olmak da insanların tercihine kalmış bir durumdur.
Sizinle ortaya çıkan ve şuan artık tüm dünyayı etkisi altına alarak “pandemi” kapsamına alınmış olan salgınla ilgili olumlu ve olumsuz öngörülerin yanı sıra, yol açtığınız hastalığa çare bulunmasına yönelik aşı ve ilaç çalışmaları da devam ediyor. Bu konuda sizin öngörünüz nedir?
Hatırlanacağı üzere Avustralya’da aylarca orman yangınları yaşandı ve Avustralya devleti sonunda acziyetini ilan etti, “Çaresiz kaldık, herkes yangın bölgelerinden kaçsın” açıklaması yaptı. Bu açıklamadan çok kısa süre sonra Rabbimiz yağmur nimetiyle, insanların söndüremediği devasa yangınları söndürüverdi. Öyle sanıyorum ki benim yol açtığım ve insanları aciz, çaresiz bırakan salgın konusunda da böyle bir süreç yaşanacaktır. Benim ortaya çıkmamla başlayan musibetin sona ermesi konusunda Allah’ın müdahalesi geldiğinde, ki sonuç verecek bir aşı veya ilacın üretilmesi de neticede Allah’ın insanlığa bir lütfu olacaktır, imtihanın ikinci boyutu başlayacaktır.
İnsanlar yaşananlardan gerekli dersleri almış ve Allah’a isyan yerine itaat üzere bir hayata ve bu minvalde toplumsal bir nizama yönelecekler mi, yoksa Kur’an’da zikredilen, fırtınaya yakalanmış gemi meselindeki gibi nankörce bir tutum mu takınacaklar? Kur’an’da Rabbimizin hep hatırlattığı üzere sağlık da, hastalık da, evlatlar ve mallar bahşedilmesi de, canlardan ve mallardan eksiltilmesi de hep siz insanlar için imtihandır. Olup-biteni bu bilinçle kavrayan ve bu bilinç üzere tutum takınanlar dünyada izzeti, âhirette cenneti kazanan bahtiyar kullardan olacaklardır.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *