Mehmet Doğan: “Siyasal İslâm Türkiye’de 1919-1923 arasında yükselmiş, sonra da yükseltenler tarafından çökertilmiştir!”
Abdullah Gül tarafından ortaya atılan “Siyasal İslam tüm dünyada çöktü” sözleri üzerine başlayan tartışmaya, yazar Mehmet Doğan da Karar gazetesindeki yazısı ile bugün bir katkıda bulundu. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yaşananlara dikkat çekerek Siyasal İslam anlayışını tanımlayan Doğan, o gün söylenen sözleri aktardığı yazısında, “Siyasal İslâm daha nasıl olur? Bugün böyle sözler söyleyen bir lider var mı?” diye sordu.
Mehmet Doğan şunları yazdı:
Dünyada ve Türkiye’de İslâm siyaseti güden akımlarla ilgili sürekli ciddiyetsiz iddialar ortaya atılır.
Müslüman dünyasında İslâm siyaseti takip eden liderler, partiler, gruplar ne ölçüde var olmuştur? Var olmuşsa ne zaman yükselmiştir ve ne zaman çökmüştür?
Şu sıralar yeryüzünde, Türkiye dâhil pür İslâm siyaseti takip eden ve bulunduğu ülkelerin yönetiminde söz sahibi olan bir akım var mıdır? (İran’ı tamamen bu konunun dışında tutuyorum.)
Halk çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde İslâmiyet bir kenara bırakılmayacak bir vakıadır. Bütün siyasî akımlar kendini İslâma göre tanzim eder. Sırf lehde olanları kastetmiyoruz. İslâm düşmanlığı veya örtülü İslâm karşıtlığı, yani laiklik/laikçilik Müslüman dünyasının gerçeğidir. Bunlar var oldukça, dine hürmetkâr siyasî akımlar bile “siyasal islâmcı” damgası yemekten kurtulamaz. Cumhuriyetin ilk muhalif siyasi partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, İslâm siyaseti takip etmeyi hedefleyen bir siyasî kuruluş muydu? Kurucuları Millî Mücadele’nin öncü kadrosundandı, sadece dine riayetkâr olduklarını beyan etmişlerdi, bu onların mürteci olarak nitelenmesine yetmişti.
Türkiye’de İslâm siyasetinin zirve yaptığı bir dönem olmuştur, ama bugün değil, yüz yıl önce! Millî Mücadele’de İslâm siyaseti zirvededir. Millî Mücadele’nin temel strateji belgelerinden “Hilafet ve âlem-i İslâm” yazısı okunursa, ne demek istediğimiz kolaylıkla anlaşılır. Millî Mücadele’nin her safhasında İslâm siyaseti ön planda olmuştur. İşte İstiklâl Marşı’nın Meclis’te kabul edildiği 12 marttan bir gün önce Mustafa Kemal Paşa tarafından yayınlanan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin başyazısı “Ankara’da bir İslâm kongresi” başlığını taşımaktadır. Bu başyazıyı Matbuat Umum Müdürü’ne Mustafa Kemal Paşa’nın yazdırdığı bilinmektedir. Ankara’da Hıristiyan zulmü altında inleyen ülkelerin temsilcilerinin katılacağı büyük bir kongre toplanacaktır. Bu bir Müslüman enternasyonali olacaktır. Ankara yönetimini böyle bir toplantıyı yapmaya zorlayan husus, İslâm dünyasından gelen heyetlerin arzularıdır. Hilafet makamını yüksek vakar ve şerefiyle müdafaa eden Türk milleti için uzak diyarların müslümanlarından gelen bu arzuyu tatmin etmek elbette bir vazife olacaktır. Yine bu yazıda Ankara’nın emperyalizme karşı bütün İslâm kıyamının (ayaklanmasının) umumî merkezi olduğu belirtilmektedir.
Cumhuriyet Halk Fırkası/Partisi kuruluş aşamasında âdeta siyasal İslâmcı bir parti olarak tasarlanmıştır. Meşhur 9 umdesi arasında hilafet de vardır.
9 umdeden/ilkeden ikincisinde ‘Dayanağı Türkiye Büyük Millet Meclisi olan Hilâfet makamı İslâm dünyasının bir yüksek makamıdır / istinatgâhı Türkiye Büyük Millet Meclisi olan makam-ı hilafet beynelislâm bir makarr-ı muallâdır’ deniliyor.
9 umde zamanın resmî düşünürü Ziya Gökalp tarafından yorumlanmış ve bu yorumlar resmî mahiyetteki Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanmıştır. İşte ‘Hilâfet umdesi’nin yorumu: “İslâm dininde bütün namazlar cemaatle eda olunur. Cemaatin bir başı vardır ki, cemaatı terkip eden bütün fertler ona bağlanırlar. Bu suretle imam cemaatin timsali olmuştur. Cemaatin fertleri arasındaki tesanüt, imamın şahsında tecelli eder. Her imamın kendi cemaatini namaz esnasında birleştirerek birçok ruhlardan tek bir ruh meydana getirmesinde küçük bir dayanışma oluşur. İslâmiyet’te bundan başka bir de büyük dayanışma vardır ki bütün ümmeti tek bir ruh hâline getirir. Bunun şekli de, bütün imamların mânevî bir surette bir imam-ı ekbere iktida (tâbi olma, uyma) eylemesidir. İşte bu imamlara ‘Halife’ denir. (…) Yeryüzünde bir Hilâfet makamı bulunmazsa, İslâm âlemi kendisini imamesiz kalmış bir tesbih gibi dağılmış, perişan görür.”
“Siyasal İslâm” mevzuunda Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir hutbesini de hatırlamak lâzımdır. Ne diyor Paşa: Kanun-ı esasî, yani Anayasa, Kur’an-ı azümüşşandaki hususdur. Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalktığımız yerler değildir, camilerde ibadetle beraber dünya işlerinin, millet işlerinin istişaresi yapılır…“
“Siyasal İslâm” daha nasıl olur? Bugün böyle sözler söyleyen bir lider var mı?
Siyasal İslâm Türkiye’de 1919-1923 arasında yükselmiş, sonra da yükseltenler tarafından çökertilmiştir!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *