Hong Kong’da aylardır dinmeyen protestolar, “Çin otoriterliği” ile Batı usulü “demokrasi ve özgürlük idealleri” arasındaki mücadelede simge rol oynuyor
Batı ile Çin kıskacındaki Hong Kong krizinin küresel boyutları kaygılandırıyor
Tevfik Durul / AA
Çin’in Hong Kong Özel İdari Bölgesi’nde haziran ayında başlayan barışçıl protestolar yerini şiddet olaylarına bırakırken, konunun Çin ile ABD’nin başını çektiği Batı dünyası arasındaki çekişme ve küresel ekonomiye bakan boyutları, etkilerinin sadece söz konusu bölgeyle sınırlı kalmayacağını gösteriyor.
Pekin yönetimi, bir yandan Hong Kong’u İngiltere hakimiyetinden geri aldığı 1997’den bu yana en büyük politik sınavını verirken diğer yandan şu ana kadar 4 binden fazla kişinin gözaltına alınmasına yol açan protestolara destek açıklamaları yapan çok sayıda devlet yetkilisi, uluslararası şirket, politikacı ve ünlüyle de farklı platformlarda sıkı bir “kamu diplomasisi savaşı” yürütüyor.
Dünyanın en önemli finans merkezlerinden 7,4 milyon nüfuslu Hong Kong’daki Çin karşıtı protestolarda şiddet dozu giderek artarken, emniyet güçleriyle göstericiler arasındaki çatışmalar kenti adeta savaş alanına çeviriyor.
Bölgede Çin’e iade yasa tasarısına karşı başlayan demokrasi yanlısı gösterilerin, üniversiteler gibi kamu kurumlarını işgal eden göstericilerle emniyet güçleri arasındaki çatışma seviyesine yükselmesi, kentte ulaşımdan sağlığa, eğitimden diğer kamu hizmetlerine birçok alanda ciddi olumsuz etkiler yaratıyor.
Pekin askeri müdahale kartını oynar mı?
Şimdilik krizin özerk statüye sahip bölgedeki iç siyasi dinamiklerle çözüme kavuşmasını bekleyen Pekin merkezi hükümetinin, Hong Kong anayasasına dayanan “askeri müdahale” kartını masaya koyup koymayacağı ise cevap bekleyen soruların başında geliyor.
Hong Kong’un Çin ana karasıyla olan ilişkisi, krizin kimyasında temel bileşeni oluşturuyor. Çin ile İngiltere arasında 1997’de imzalanan ortak deklarasyon, otonom yapılı kente basın, ifade ve toplanma özgürlüklerini 2047’ye kadar koruma güvencesi veriyor.
Bu kavramların Çin Komünist Partisi (ÇKP) tarafından yönetilen Çin ana karasındaki hukuki yapıda “farklı yorumlanması”, Hong Konglularda “artan Çin tahakkümü sonucu özgürlüklerini kaybedecekleri” korkusunu uyandırıyor.
“Bir ülke, iki sistem”
Hong Kong, Çin’e bağlı olmasına rağmen kendine ait para birimi, dil, hukuk sistemi ve kimlik kullanıyor. Özerk yapılı bölgenin sadece savunma ve dış politika gibi konularda Pekin’e bağlı olduğu bu yönetim modeli, “bir ülke, iki sistem” olarak adlandırılıyor.
Büyük bölümünü üniversite öğrencilerinin oluşturduğu protestocular, Hong Kong’da adayların Pekin yönetimi tarafından belirlendiği seçim modeli başta olmak üzere bölgedeki mevcut Çin kaynaklı pratiklerin özerk yapıya aykırı olduğu görüşünü savunuyor. 2047’den önce kalıcı “tam demokrasi” talebini dile getiren gençlerden birçoğu ayrıca “tam bağımsızlık” bile istiyor.
Hong Kong’daki Çin askeri varlığı
Pekin merkezi yönetimi, Çin Halk Kurtuluş Ordusu (PLA) bünyesinde Hong Kong’da konuşlu yaklaşık 6 bin askerden oluşan bir garnizon kuvveti bulunduruyor.
Olası bir askeri müdahalenin, krizi içinden çıkılmaz bir hale getirme riski taşıdığı Hong Kong’daki olaylara ilişkin ABD, birçok Avrupa Birliği (AB) üyesi ülke ve İngiltere’den polis şiddetine tepki ve göstericilere destek ifade eden açıklamalar geliyor.
Buna karşılık konunun kendi iç meselesi olduğunu savunan Çin yönetimi, Hong Kong Özel İdari Bölge Baş Yöneticisi Carrie Lam ve polise destek mesajını sıklıkla yineliyor.
Protestocuların eylemlerinde “terör işaretleri” olduğunu ileri süren Pekin, şimdilik göstericilere “şiddeti durdurun” çağrısı yapmakla yetiniyor.
Kriz küresel ekonomiyi tehdit ediyor
Hong Kong’un küresel finans merkezi olması, bölge ekonomisine gelecek bir darbenin dünyanın geri kalanında yaratacağı olumsuz etkileri kaçınılmaz kılıyor.
Uzmanlar, krizin uzun süre çözümsüz kalması durumunda uluslararası şirketlerin Hong Kong’dan ayrılıp şubelerini başka bölgelere taşımayı tercih edebilecekleri konusunda uyarıyor.
Bölgede son dönemde yaşanan ekonomik resesyon ve bölgeye gelen turist sayısında yüzde 70’lere varan düşüş, endişeleri haklı çıkaran unsurlar arasında yer alıyor.
Pekin’in, ordu müdahalesi planladığına dair bir işaret henüz söz konusu değil ancak bu senaryonun gerçeklemesi halinde Hong Kong ve dolayısıyla küresel ekonomide çok yıkıcı sonuçlar doğuracağına kesin gözüyle bakılıyor.
Kitlesel göçler yaşanabilir
Çin ordusunun olaylara müdahale etmesi halinde Hong Kong borsasının çakılması ile konut piyasasının çökmesini, bölgeden kitlesel göç hareketinin izleyeceği tahmin ediliyor.
Hong Kong vatandaşları, 1997’deki ortak deklarasyonun mirası güçlü pasaportları sayesinde kolaylıkla yurt dışına çıkabiliyor.
“Çin otoriterliği” ile Batı normlarındaki “özgürlük ve demokrasi idealleri” arasında da mücadele anlamına gelen Hong Kong’daki protestolarda “kazananın kim olacağı”, bu yönüyle de uluslararası kamuoyu tarafından yakından izleniyor.
ABD Senatosundan geçen Hong Kong yasa teklifi
Bu durum, ABD’de Demokrat ve Cumhuriyetçi senatörlerin birleşerek, Hong Kong’un özerk statüsünün korunması için Pekin yönetimine ekonomik baskı yapmayı öngören bir yasa teklifi hazırlamasındaki motivasyon kaynağını oluşturuyor.
Bölgenin özerkliğinin ÇKP’nin müdahaleleriyle saldırı altında olduğunu savunan senatörler, ABD’nin, demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını bir kez daha vurgulamak istediğinin altını çiziyor.
Senatodan geçen “Hong Kong İnsan Hakları ve Demokrasi Yasası” teklifi, Pekin yönetiminin Hong Kong’un özerkliğini zayıflatan adımlarını sürdürmesi halinde bölgeye tanınan özel ticari statünün gözden geçirilmesini öneriyor.
Bölgedeki şiddet ve kaos ortamının sürmesi ve olası askeri müdahale için Pekin’in kırmızı çizgisinin kestirilemediği mevcut durumda, karşıt görüşlü Hong Konglular arasında tırmanan tansiyonun toplumsal çatışma riskini de körüklemesinden endişe ediliyor.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *