İslam, insanın servetle kurduğu ilişkinin merkezine aklı, ahlakı ve hukuku koymaktadır. Kişi, akıl, ahlak ve hukuk çerçevesinde servet sahibi olursa, onun ahlak sahibi iyi insan olması mümkündür.
İslam’ın servetperestlikle mücadelesi
İnsan, fıtri olarak kendisine ait malın olmasını isteyen bir doğaya sahiptir. Özel mülke sahip olma arzu ve eğilimi, kişiyi çalışmaya ve gelişmeye yönlendiren önemli bir moral ve motivasyondur. Kişinin mal edinmesi, zenginleşmesi ve emeğiyle kazanması insani, ahlaki ve İslamidir. İnsanın servetini arttırıp zenginleşmesi sonucu maddiyatın kölesi olması, servetperestlik sapkınlığının içinde boğulması, yozlaşması ve tükenmesi, İslam’ın reddettiği bir asli kötülük durumudur.
İnsani durumumuza servetperestliğin egemen olması halinde, insanlığımıza dair her şeyi, yani aklımızı, ahlakımızı, maneviyatımızı, kısacası insanlığımızı bütünüyle kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu unutmamamız lazımdır.
Ebu Zer, servetperestliğe, yani servet tapıcılığına savaş açmış akıl, ahlak ve hukuk sahibi bir isimdir. İnsanların mallarını, hukuk ve ahlak dışı yollardan gasp ederek zenginleşen ve insanları İslam yerine putperestliğin asli versiyonlarından biri olan servetperestliğe köle etmek isteyen o dönemin hakim otoritesini ve politikalarını eleştiren ve reddeden Ebu Zer, servetperestliğin toplum ve siyaset başta olmak üzere her alanda bütün kötülüklerin kaynağı olduğu konusunda insanları uyarmak istemiştir.
Ebu Zer, devlet gücünü kullanarak servetperestliğe hakim anlayış getiren o dönemin yönetiminin yolsuzluklarını, hırsızlıklarını ve kayırmacılıklarını eleştirdiği ve sorguladığı için hukuksuz bir şekilde Rebeze’ye sürgün edilmiştir.
İslam ve servetperestlik, mal konusunda iki farklı bakış açısına sahiptirler. İslam, her şeyin asli mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu kabul ederek kişinin sahip olduğu mal ve mülkün Allah’ın insana vermiş olduğu emanet ve nimet olduğu konusunda fıtri bir vicdan ve bilincin korunmasını, oluşturulmasını ve geliştirilmesini istemektedir.
Her şeyin mutlak malikinin Allah olduğu hakikatinin farkında olan bir insan, kendisinin göreceli olarak bir sahiplik pozisyonunun olduğunu unutmamalıdır. Servetperestlik ise, kişinin her şeyin mutlak sahibi olduğunu, sahip olunan hiçbir mal ve servet konusunda Allah’a hesap vermek zorunluluğunun olmadığını, kişinin her türlü yolu kullanarak sınırsız bir servete sahip olacağı konusunda kişiyi servete bağımlı bir kul haline getirmektedir.
İslam’ın olduğu yerde servetperestlik olmayacağı gibi, servetperestliğin olduğu bir yerde de İslam ve insanlık da bulunmamaktadır. İslam’ın varlığı, servetperestliğin yokluğunu gerektiren, servetperestliğin hakimiyeti de İslam’ın insan hayatından yok olduğu anlamına gelmektedir. Servetperestlik, insanı Karunlaştırmakta ve onu her türlü hukuksuzluğu ve ahlaksızlığı işleyebilen bir kötülük makinesine dönüştürmektedir.
Kur’an ve Peygamber pratiği, hiçbir şekilde malı, mülkü, serveti ve kazancı yasaklamamakta, sınırlamamakta ve kötülememektedir. Helal yoldan kazanmak için insanların akla, emeğe, ahlaka ve hukuka dayalı olarak ticaret yapmaları emredilmektedir. Kur’an ve Peygamber pratiği, servetperestliği radikal bir şekilde reddetmekte ve servetperestliğin kötülüklerine karşı insanlığı uyarmaktadır.
Servetperestlik, malın aklı, kalbi, bilgiyi, hukuku, dini, ahlakı ve maneviyatı esir alarak dünyada her türlü düşmanlığı, çatışmayı, cehaleti ve sefaleti üretmesi durumudur. Servetperestliğin egemen olduğu bir yerde despotluk, sefalet ve düşmanlıktan başka bir şey oluşmamaktadır. Servetperestliğin sahici anlamda felsefenin, bilimin, sanatın, kültürün, edebiyatın, siyasetin, akademinin ve mimarinin gelişimine hiçbir katkısı yoktur.
İnsanın servetle kurduğu ilişki, Allah ve insanla kurduğu ilişkiyi de belirlemektedir. Serveti mutlak amaç edinerek servet uğruna hayatlarını harcayanlar, Allah ve insanla ilişkilerini kaybetmekte, servetperestlik bataklığında kendi içlerinde ve çevrelerinde bir şer güç oluşturmaktadırlar. Servetperestlik sapkınlığının sürekli olarak ortadan kaldırdığı şey, akıl, ahlak ve hukuktur. Akıl, ahlak ve hukukun kalktığı bir yerde Allah’a sahih anlamda kul olmanın, insanlarla barışçıl, kardeşçe ve özgürce ilişkiler kurmanın imkanı kalmamaktadır.
İslam, insanın servetle kurduğu ilişkinin merkezine aklı, ahlakı ve hukuku koymaktadır. Kişi, akıl, ahlak ve hukuk çerçevesinde servet sahibi olursa, onun ahlak sahibi iyi insan olması mümkündür. Servetin kutsallaştırılarak ilahlaştırılması, insanı ahlaklı ve iyi insan olmaktan çıkarmaktadır. Yolsuzluk, hırsızlık, gasp, hile, zorbalık, rüşvet, devletin malını domuz gibi yeme, torpil gibi yollarla zenginleşerek Karunlaşan kişilerin, toplumda her türlü yozlaşmışlığın kaynağı olduklarını söyleyebiliriz.
Servetle akla, ahlaka ve hukuka dayanan bir ilişki kurmanın yolunu bulmak, insanlığın önündeki büyük bir meydan okumadır. İslam, servetperestliğin insan için yol olmadığını, akıl, ahlak ve hukuk içinde alnının teriyle kazanmanın barış, özgürlük ve refah yolu olduğunu söylemektedir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *