“Kadın, mümtaz vasfını İslâm kadını olmakla kazanmış; İslâmiyet’teki mümtaz mevkiine de ancak bu suretle ulaşabilmiştir.”
“İslam kadınına hitap”
Şule Yüksel Şenler / Yeni İstiklal (25 Ocak 1965)
“Salahiyetli yazarlarımız şimdiye kadar defalarca, İslâm’da kadının yerini, haklarını ve Cenab-ı Hakk’ın kadınların örtünmesine dair emirlerine itaat edilmesi icap ettiğini gazete sütunlarında ele aldılar. Hak için, Rıza-i İlâhî için yazdılar, kalem oynattılar. Bunca yazılan yazıların, bildirilen hakikatlerin bütün cemiyeti tesiri altına alan müspet bir netice vermediği ve ahlâkî sukutumuzun her gün biraz daha ilerlediğini görerek üzülmekteyiz.
Müslüman Türk kadınını bu derece vurdumduymaz, kendisini yaratan Hâlık’ının emirlerine bu derece bîgâne hale düşüren sebepler üzerinde düşünüp, onları teşhis ettikten sonra, onu, dünyanın dört bucağına ahlâk ve fazilet sembolü olarak ün salmış olan eski benliğimize yeniden hangi yollarla kavuşturabileceğimizi düşünerek, bu yolda çareler arayıp, bulmak boynumuza borç olmakta devam etmektedir!
Resulü Ekrem Efendimiz’in ‘Bildiğini söylemeyen, dilsiz şeytandır. Hak’tan bildiğini söylemeyene, kıyamette ateşten gem vurulur’ meâlindeki hadislerine uyarak hakikatleri Hak namına dile getirmek dinî ve vicdanî vazifelerimizdendir. Bir zamanların konuşurken yüzlerinde her an bir renk dalgası değişen; hayâ, namus, iffet ve seciye timsali olan Müslüman Türk kızları ve analarının bugün sokak ve caddeler dolusu yollara dökülmüş, vasıtalarda itilip kakılan, erkekler arasında ezilip sıkıştırılan, giyimiyle matmazel ve madamları gölgede bırakan, konuşurken hal ve hareketiyle, serbestlik ve fütursuzluğuyla erkekleri dahi hayrete düşüren, daha saymakla bitiremeyeceğimiz ve saymaktan hicap duyacağımız bir sürü kepazeliğine göz yumup, elimiz kolumuz bağlı nasıl oturabiliriz?
Dinlerin en yücesi ve mütekâmili olan İslâm dininin kadınlara vermiş olduğu değer ve ehemmiyeti, İslâmiyet’in zuhurundan evvelki diğer dinlerde aramak beyhudedir. Kadın, mümtaz vasfını İslâm kadını olmakla kazanmış; İslâmiyet’teki mümtaz mevkiine de ancak bu suretle ulaşabilmiştir. Onun ulaştığı bu mevkide şerefine, haysiyetine, namus ve faziletine layık bir şekilde bulunup, yine aynı emsalsiz vasıflarını muhafaza edebilmesi için yegâne çare İslâmiyet’in çizdiği sınırları aşmamasıdır.
Zamanımızda İslâm prensiplerine uymak zor, hatta bazılarına imkânsız gibi görünmektedir. Hâlbuki mahlûkatın en yükseği ve şereflisi olan insan, diğer mahlûkattan kendisini ayıran ve kendisine verilen nimetlerin en büyüğü olan akıl ve mantığını işletebildiği takdirde, zahiren zor, hatta imkânsız gibi görünen bu iş’de büyük bir kolaylık, doyulmaz bir lezzet ve yüksek bir manevi huzur olduğunu idrakte gecikmeyecektir. Bu idrake milletçe erişebildiğimiz gün, kurtuluşumuzun ebedî mahvoluştan kurtuluşumuzun saadetini hep birlikte tadacağımız muhakkaktır. O günü bekliyoruz. Ümit ederek, sabrederek…
Allah’ın emirlerine fütursuzca sırt dönmüş Müslüman Türk kızı ve kadını! En kıymetli maddî ziynetin olan tenin, vücudun ve saçlarını muhafaza ederek setreden örtülerin, manevî ziynetin olan namus ve iffetini de aynı şekilde setretmekte idi. Bugün ise adeta soyunurcasına bu örtüleri atmak suretiyle yaratılışında mevcut olan hayâ, namus ve iffetini de silkip attığının farkında mısın?
Daha yakın bir geçmişte Türk kadınlarını dünya milletleri nazarında dahi rezil eden, bütün bir millet olarak bizleri yerlerin dibine geçiren ‘Kadeş Faciası’ halen hafızamızda yaşamaktadır. Ya, Almanya’ya çalışmak bahanesiyle gönderilen ve faşinglerde Alman erkeklerinin kucaklarına sunulan Türk kızları ve kadınlarının isim bulmakta güçlük çektiğimiz rezalet ve kepazelikleri? Daha bunlara benzer yüz kızartıcı sayısız misaller her gün her an gözlerimizin önünden geçip gidiyor. Kalbimizi en hassas yerinden yakarak dağlayarak…
Artık uyan ve düştüğün bu zilletten kendini kurtar. Aziz ve muhterem Müslüman Türk kadını!…”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *