Arap ve Müslüman dindarlar arasında en yaygın olan dört kategoriden söz eden Lübnanlı akademisyen Rıdvan Seyyid, yakın gelecekte de bunların gündemde kalmaya devam edeceğini belirtti.
İslami Hareketler: İslami anlayış nereye yöneliyor
Rıdvan Seyyid / Şarku’l Avsat
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi-yazar Lübnan Üniversitesi’nde İslami ilimler profesörü
Coşkulu Sudan halk hareketi, Müslüman Kardeşler (İhvan) ve bunların uzantılarına karşı büyük bir öfke duyuyor. Benzer bir durum daha önce Mısır’da yaşanmıştı. Ancak iki ülke arasındaki fark; Sudan’daki orta sınıf kitleler bugün partinin gücünü kırmaya çalışıyor. Mısır halk toplulukları ise bu işi başaramamışlardı, dolayısıyla bu görevi Mısır ordusu üstlenmişti. Aynı durum 1990’larda Cezayir’de yaşanmıştı.
Birçok Arap ve yabancı uzman, İslamcıların körüklediği Arap Baharının başarısızlığının sebebinin sivil toplum ve hareketlerinin kırılganlığından kaynaklandığını ifade etmişti.
Sudan’daki durumu değerlendirmek için henüz çok erken olsa da, Sudan’daki sivil toplum güçlerinin Mısır veya Cezayir’den daha güçlü olduğu tezi doğru görünmüyor.
Bu algı ordunun aldığı tutumdan kaynaklanıyor olabilir mi? Mümkündür. Sudan’daki sivil toplum güçlerinin sahip olduğu anlayış hakkında yapılan bazı analiz ve yorumların hatalı olduğunu görüyorum. Genç “sivillerin” dinle ilgisinin olmadığı analizi doğru değil. Ancak davranışlarını yönlendiren iki etken var: İslami olsun ya da olmasın tek parti yönetimi. Diğeri ise rejimindeki kötü yönetim…
Sahve (İslami uyanış) hareketleri (“İhvan” ve benzerleri) sıradan halk ve yoksul kitlelere sahip bir topluluk haline geldi ve liderleri çoğunlukla orta, esnaf ve ticari kesimden. Sağlam bir parti yapısına sahipler. Her yerde -Sudan’da bile- ordu ve güvenlik güçleriyle çarpıştılar. Fakat Hasan Turabi, Sudan ordusunda 1989’da isyana yol açan hücreler yaratabilmeyi başardı.
Gözlemcilere göre, aktif oldukları her yerde kitleleri kazanmadaki başarıları sadece bir dönem tek parti yönetimine veya kötü idare şekline muhalefet etmelerinden kaynaklanmıyor, bilakis dini konularda “uyum sağlama” yeteneklerinden kaynaklanmaktadır.
Genel halk arasında, dinlerinin halkla ilişkiler yönetiminde bir etkiye sahip olması gerektiğine dair çok büyük bir istek var; Küreselleşmenin de etkisiyle sadece toplumda değil devlette de kimliğin özelliklerini öne çıkartan eğilimler arttı (Hindistan, İsrail ve hatta ABD’de bir süredir neler olup bittiğine dikkat edin). Sahve (İslami uyanış) hareketleri, gelenek ile modernite arasında bağlantı kurabilme yeteneğinin olduğu izlenimini vermek için çok çalıştı, hala da çalışıyor; gelenek daha ziyade İslâm’ın ilk özgün yapısını yani kimliğini korumayı ifade ederken, modernite başkanlık, parlamento ve bankalarda (İslami) çağdaş mekanizmaları benimsemeyi ve sosyal ilişkilere özel önem vermeyi ifade etmektedir. Dış dünyayla ve bölgeyle iletişim kurabilme ve sürekli muhalif konumda kalma popülerlik kazanmanın tezahürlerini artırmaktadır.
İslam’ın çağdaş Sünni kitleleri üzerinde oldukça büyük bir etki ve güce sahip diğer bir kategori de Selefi akım ya da akımlardır. Hiç şüphe yok ki, bu kesimin sayıları İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde yaşayan diğer cemaatlerden daha fazladır. Ancak Sahve (İslami uyanış) hareketleri kadar politize değiller.
İslami Uyanış hareketine mensup olanlar erken yaşlardan itibaren iktidara gelme hayalleri kurmaya başlıyorlar. Selefiler ise tevhidi koruma, inancı bid’atlardan temizleme hedefi üzerine bir hayat inşa ediyorlar. Kendi içlerinde yaşadıkları fikir ayrılıkları nedeniyle güçlü partiler kuramıyorlar.
Şiddet yanlısı olmayan karizmatik liderlere de sahip değiller. Bizlerin ve yabancı gözlemcilerin dikkatini çeken ve endişelendiren bir konu da Selefilerin diğer cihatçı cemaatlere olan etkileridir.
“Selefi Cihatçılar” olarak adlandırılan bu hareketler “El Kaide”, “DEAŞ”, “Ensaru’ş Şeria” gibi isimler altında ortaya çıkmışlardır. Müslümanlara ve dünyaya yönelik gerçekleştirdikleri şiddet eylemleri İslam’ın imajına büyük bir zarar vermiş, nefreti körüklemiştir. Ancak unutmamak gerekir ki 1,5 milyar Sünni Müslüman arasında küçük ve marjinal bir kesimi temsil ediyorlar.
Muhalif Selefilerin büyük bir çoğunluğu şiddet karşıtıdırlar. Çünkü Selefilerin iktidarı ele geçirme gibi yakın bir hedefleri yoktur, tek arzuları İslam’ı bidat ve hurafelerden temizlemektir. Hatta yakın hedefleri davet ve eğitim üzerine kuruludur, dolayısıyla yayılmaları daha kolaydır. Ancak, modern dünyada bir iktidar kurma ihtiyacı söz konusu olduğunda, mesele bu kesim açısından daha da zor bir hal almaktadır. Çünkü Sahve (İslami uyanış) hareketler gibi İslâm’ın ilk özgün yapısını koruma ile yetinmiyorlar, bilakis bu parametreye dayanmayı(İslam’ı ilk asli şekline irca etme), olmazsa olmaz kabul ediyorlar.
İslam’ı ilk asli şekline irca etmek, Kur’an ve Sünnet’e irca etmek demektir. Bu nedenle, iki yüz yıldan beridir Selefiler arasından düşünürler, ıslahçılar ve büyük âlimler çıkmıştır.
İktidar konusunda ise hep başkalarına tabi olmakla yetiniyorlar. Eğer bir iktidar devlete dönüştürülmek isteniyorsa bu eğilimin ikna edilmesi gerekiyor, çünkü modern devlet koşulsuz olarak çalışmak ve dış dünyayla belli şartlar ve sınırlar çerçevesinde işbirliği yapmak zorundadır.
Üçüncü kategori ise Sufilerdir, yani tasavvuf ehli insanlardır. Sufiler, Selefi rakipleri gibi, peş peşe uyanışlara tanık oldular. Tasavvufun kurumsal hali olan tarikatlar tarihte olduğu gibi şimdi de varlığını devam ettiriyorlar. Daha esnek bir yapıya sahip olmalarından dolayı parti olarak kabul edilemezler.
Sahve (İslami uyanış) hareketleri veya Selefiler gibi artık fakir halk arasında yayılmıyorlar. Bilakis bugün artık orta sosyal sınıf arasında yayılıyorlar. Nazik ve sakindirler. Şayet bir tarafgirlik varsa o da dünya ve ahiretleri adına kendisine itimat ettikleri şeyhlerine olan bağlılıklarından kaynaklanıyordur. Şeylerin iktidarı ele geçirme hedefleri (Gerçi Erdoğan, Gülen hakkında aksini iddia ediyor!) yoktur. İktidarla iyi geçinmeyi tercih ederler. Tasavvuf büyüklerinden birine, yeni Sufilerin diğerleri gibi politize olduğunu, Endonezya modelinde olduğu gibi siyasete karışan Sufi eğilime sahip büyük partiler olduğunu hatırlatmıştım. Gülümsedi ve bana Muhyiddin ibn Arabî’nin “et-Tedbiratu’l-ilahiyye li’l-Memleketi’l-İnsaniyye” isimli kitabını gösterdi ve sonra dedi ki: “İsa Mesih’in sözlerini okumadınız mı: Krallığım bu dünyaya ait değil.”
Son olarak, bahsetmeye değer dördüncü bir kategori daha var; profesyonel davetçiler.
İki kısımdır: İlki Uydu kanalları üzerinden büyük topluluklara hitap edenler. İkincisi ise Dini Kurumlar.
İlk kategoride yer alanlara gelince, akıcı konuşmalarına, kişisel çekiciliklerine dayanıyorlar. Gençlerin tüm sorunlarına, özellikle de kadınların sorunlarına çözüm bulabilecek yeteneklere sahiplermiş imajı veriyorlar. Amerikan Evanjelik misyonerlerini taklit etmeye başladılar. Bir kısmı yapmacık tavırlar sergiliyor. Ancak bir kısmının niyeti dini sevdirmek ve çeşitli şekillerde dini kolaylaştırmak… Bunu da iki şekilde yapıyorlar; Dinde haram kılınmış şeyleri ikinci planda tutmak, yaşamda başarılı olmaya rehberlik etmek…
Dini Kurumlar kategorisine gelecek olursak, özellikle radikalizm ve terörizm patlamasından sonra bu eğilimin önde gelenleri, bu fenomenden alabildiğine uzak durdular ve dünyanın değişik bölgelerinde bu fenomeni kırma adına faaliyetlerde bundular. Bunlar resmi İslam’ı temsil ediyorlar. Resmi kelimesini ‘bir iktidara bağlı olma’ anlamında kullanmadım. Bilakis “resmi İslam”, 20. yüzyıldaki gelişmelerin ortaya çıkardığı bir kavramdır. Ilımlı selefiler, ıslahçılar, modernistler arasındaki ortak paydaları ifade etmektedir. Islah ve Selefiliği önemsiyorlar, halkla içi içeler, İslam’ın ilk özgün halini koruma hassasiyetini, modern çağın şartlarıyla -politize etmeden- harmanlama çabası içerisindeler. Bidatlara karşı çıkma hassasiyeti taşıyorlar ancak katı bir tutum sergilemiyorlar. Kimlik özelliklerine veya ideolojilere odaklanma yerine fıkhi hükümlerin güncellenmesi ile ilgileniyorlar. Camilerde önderlik ve imamlık yapanlar, bu kesime eğilim gösterenlerden oluşuyor.
Ilımlı bir tutum benimsemeleri, insanların;’dininizi bunlardan öğrenebilirsiniz’ demelerine neden oluyor. Amerikalılar, 2001 olaylarından sonra Tasavvuf’a merak sarmaya başlamışlardı, ancak şimdilerde dini kurumların İslam’ın bakış açısını belirleme konusunda diğerlerinden daha etkin olduğunu fark ediyorlar. İslam ile Müslümanların birliği konusunda en ısrarcı söyleme sahip olanların da bunlar olması dikkat çekicidir.
Arap ve Müslüman dindarlar arasında en yaygın olan dört kategori bunlar. Yakın gelecekte gündemde kalmaya devam edecekler. Bize düşen her birini dikkatlice incelemek ve üzerinde düşünmektir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *